İYİ Parti lideri Meral Akşener partisinin grup toplantısında gündemi değerlendirdi. İstanbul Sözleşmesi’nin bir gece yarısı çıkartılan kararname ile fesh edilmesine tepki gösteren Akşener, “İktidar şiddeti, tacizi, tecavüzü, ölümleri izlemeye devam etsin. İYİ Parti amasız, fakatsız, ancaksız milletinin yanındadır. İktidar istediğini söylesin, biz biliyoruz ki İstanbul Sözleşmesi Yaşatır. ” dedi.
Satırbaşları şöyle oldu:
Cumartesi sabahı itibariyle yaşananlar beş bin yıllık devlet geleneğimizin başımıza bela edilen bu ucube sistemde ne büyük bir tehdit altında olduğunun göstergesidir.
Devletimizin sayın Erdoğan’ın elinde oyuncak olduğu gerçeğine sessiz kalamayız. Devleti şahış şirketi zannettiklerini biliyorduk.
Devletin malını deniz, yemeyeni de keriz gördüklerini de biliyorduk ama bugün öyle bir noktaya geldiler ki devletmiş, anayasaymış hepsi önemsiz bir detay haline geldi.
Memleketin geleceğini düşünen aralarında kimse kalmadı. Sayın Erdoğan’ın paşa gönlü ne isterse o oluyor. Sadece canları istedi diye uluslararası bir anlaşmayı kendileri açısından fesh edebiliyorlar.
Gecenin bir yarısı Merkez Bankası’nın bir başkanını daha görevden alabiliyorlar. Sırf canları istedi diye demokrasinin, hukukun, devlet insanlığın gereklerini yerle bir edebiliyorlar.
Anayasamız, “Kanunda açıkça düzenlenen konularda Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi çıkaramaz” diyor. Oysa bakıyoruz bir cumhurbaşkanı kararnamesi ile kendisine ek yetkiler verilmiş ve gece yarısı aklına esmiş İstanbul Sözleşmesi’ni fesh etmiş.
Yarın, “Emekli maaşını artık ödemiyorum” diye bir Cumhurbaşkanı kararı alınmayacağını bilemezsiniz. Yarın, “Seçme ve seçilme hakkını iptal ediyorum” diye bir Cumhurbaşkanlığı Kararına uyanmayacağımızı bilemezseniz. Sayın Erdoğan bu gittiğin yol yol değil.
Aldığın abuk subuk kararlardan vazgeç. Şimdiden uyarıyorum, seni o makamlara getiren Türk milletinin iradesine halal getirecek herhangi bir hesabın içindeysen yol yakınken geri dön. Bugün uluslararası sözleşmeyi hukuka aykırı bir şekilde, yetkini ve haddini aşarak iptal ederek yarın da aynı hukuksuzluğu başka alanlarda kullanmayı hesaplıyorsan şimdiden söyleyeyim yanlış hesap Bağdat’tan döner.
Bugün kendin için açtığın bu dolanmaçlı yollar yarın döner dolaşır karşına çıkar. Sen bilmeye bilirsiniz, arkadaşlarım bilir. Kaosu çıkaran, parçası olan kaosu yönetemez. Dünün vesayetçilerinin yaptıklarını kendin yaparsan, dün yanında dimdik duranları bugün yanında bulamazsın.
TBMM, İstanbul Sözleşmesi’ni 2011 yılında tüm partilerin onayı ile kabul etmiştir. AK Parti iktidarının milletimiz için yaptığı ender iyi işlerden biridir. O zaman gelinen bu noktada sizce de bir gariplik yok mu?
Arkadaşlar zorda, oylar eriyor. Erdoğan panik içerisinde kimden nasıl oy devşiririm diye çırpınıyor. Sırf çarpık zihniyetli bir azınlığa şirinlik yapacağım diye, Türkiye’de şiddet gören, istismar edilen kadınlarımızın, çocuklarımızın güvenliğini kurban ediyor. İşin özü işte budur. Ya kadınları korumayı seçeceksiniz ya da kadın katillerine cesaret vereceksiniz. Ya ailelerinize sahip çıkacaksınız ya da yuvaların yıkılmasına göz yumacaksınız.
Kimseyi bulamazsa kendi ile ve icraatları ile kavga eder. İstanbul Sözleşmesi konusunda da durum budur. Bu arkadaşlar sözleşmenin gereğini yapmak için en ufak adım atmamışlar. Şimdi ise kendi elleri imzaladıkları sözleşmeye karşı mücadele ediyorlar. Bizim de bu tiyatroyu onaylamamızı bekliyorlar. Çok beklerler. Madem kafanızı karıştıran maddeler vardı neden imzaladınız?
Türkiye’de son bir yılda 304 kadın öldürüldü. Ülkenin dört bir yanından kadına yönelik şiddet görüntüleri geliyor. Çocuklarımız bile şiddetin, tecavüzün, tacizin mağduru. Biz diyoruz ki devlet kadınları, çocukları, aileyi korumak zorundadır. İstanbul Sözleşmesi tam da bunun için vardır. Onlar ise sözleşmenin gerektirdiği yasal düzenlemeyi yapmak yerine birkaç oy uğruna kadınlarımızı, çocuklarımızı feda etmeyi seçtiler. Kadına el kaldıranın karşısına dikilmeyi değil, “O saatte ne işi varmış” vicdansızlığını seçtiler. Çünkü ne kadınları, ne çocukları ne de aileyi korumak gibi bir hesapları yok. Tek hesapları iktidarlarını sürdürmek. Tek bildikleri koltuklarını korumak. Bu koltuk sevdalarının sonunda harcanan kadınlarımız, çocuklarımız, aile birliğimiz oldu.
İlk seçimlerden sonra bu utancı temizleyeceğiz. Çünkü biz, doğrularını anketlere göre belirleyenlerden değiliz. Değerlerini bir avuç ahlaksıza peşkeş çekenlerden değiliz. Biz koltuk uğruna dün ak diyenlere bugün kara diyenlerden hiç değiliz. Söz konusu kadınlarımız, çocuklarımız, ailelerdir.
İktidar şiddeti, tacizi, tecavüzü, ölümleri izlemeye devam etsin. İYİ Parti amasız, fakatsız, ancaksız milletinin yanındadır. İktidar istediğini söylesin, biz biliyoruz ki İstanbul Sözleşmesi Yaşatır.
Mesele bunların 19 yıldır benimsediği fırıldak siyaset anlayışıdır. Bu siyaset nabza göre şerbet, kullan at, selpak siyasetidir. Bunların siyasi ortaklıkları da hamleleri de böyledir. Nitekim icap ettiğinde 19 yıldır herkesle ittifak kuranda sayın Erdoğan’dır. Allah var bu ittifakı bozmadan devam ettirdiği bir kişi var. O da İmralı canisi Abdullah Öcalan’dır. İşi bittikten sonra her ittifak ortağına sümüklü mendil muamelesi yapan da sayın Erdoğan’dır.
Herkes piyasalardaki yangının sebebini soruyor. Sebep bu zihniyetin ta kendisidir. Kendinize şunu sorun. Paranız olsa nereye yatırısınız? Bu kadar basit. Türkiye’yi yönetenler ne içeride ne dışarıda yatırımcıya güven vermiyor. Piyasalar için istikrar ve güvenin adresi olması gereken Merkez Bankası’nı yapboz tahtasına çevirmeleri işte bundandır.
Daha 4.5 ay önce damat bakanı göndermek pahasına göreve getirdikleri Merkez Bankası başkanı da cuma gecesi itibariyle gitti. Damadı affettik diyorlardı. Ona gidişine sebep olan başkan “Görevden alındım” dedi. Bir de teşekkür etti. Her giden bir rahatlıyor, her giden de bir huzur, bir ferahlık. Hayretle izliyoruz. İnsan ister istemez soruyor. Sizi nasıl bir ateşe atıyorlar ki, görevden alınan rahatlıyorsunuz üstüne bir de şükranlarınızı sunuyorsunuz kardeşim. Böyle ekonomi yönetimi olur mu?
Türkiye sayın Erdoğan’ın düşünmeden aldığı şuursuz kararlar sonucunda hem yüksek faizin acı reçetesini ödüyor hem de yükselen kur ile boğulmaya mahkum oluyor. 2002 yılında, Türkiye 2001 yılında kriz yaşamasına rağmen dünyanın en büyük 18’inci ekonomisiydi. Ekonomiye dair anlatılan başarı masallarına rağmen bugün ilk 20’nin en alt sırasında tutunmaya çalışıyoruz.
Damat bakanın sattığı 128 milyar doların neticesinde Merkez Bankası -63 milyar rezerv ile borç içinde yüzüyor. Faizlerde yüzde 90’a yakın arttı. Bu ucube sistemde sayın Erdoğan’ın bilgisi ve izni olmadan faiz arttırılmaz. Faiz artınca kelle alan yine kendisi. Her yanlışa bir bakan, bir bürokrat harcayan kendisi bir kez çıkıp “Ben yanlış yaptım, milletim beni affetsin” demedi.
İlk defa ilginç bir şeyler oldu. Cuma sabahı iktidar yakını bir gazete başlık atıp, faiz arttırımına “tezgah” dedi. Aynı günün gecesinde yeni başkan gitti, aynı gazetenin yazarı yeni başkan oldu. İşe bakar mısınız? Onlar sabah manşet atıyor, sen akşamına gereğini yapıyorsun. Manşetlere eğile eğile gidiyorsunuz. Yolun açık olsun. Bu vesile ile çiçeği burnunda Merkez Bankası başkanını uyarmak istiyorum. Hocam dikkatli ol.
Ayasofya İmamı, Twitter üzerinden ayar verip hem faiz lobilerine göz dağı verdi. Hem de Merkez Bankası başkanlığına göz kırptı. Göreve talip oldu, listenin birinci sırasına yerleşti. Olur mu olur.
Türkiye ekonomisinin bu şekilde köşeye sıkışmasının temel sorumlusu büyük ekonomist sayın Erdoğan’ın ta kendisidir. Sayın Erdoğan sanıyor ki, kendisi hiçbir şey yapmayacak, Türkiye’de hukukun, demokrasinin, insan haklarının olmadığını gösteren her türlü işi yapacak sorunlar kapıya dayanınca da Merkez Bankası her şeyi çözecek. Yok öyle bir dünya sayın Erdoğan. Eğer beceriksizliğine bir kılıf uydurma niyetindeysen gözümüz üzerinde haberin olsun. Şimdiden söyleyeyim “yemezler”.
Bu ülkenin Cumhurbaşkanı sorumlu davranmak zorundadır. Lafına, sözlerine ve etrafına dikkat etmek zorundadır. Ülkenin ihtiyaç duyduğu reformları yapmak zorundadır. Ekonomi reform paketi açıkladın, kimse inanmadı. Damadınla birlikte bu ülkenin 128 milyar dolarını buharlaştırmasaydın, Türkiye dünyada faiz şampiyonluğuna oynuyor olmayacaktı.
Yüksek faiz demek, bu kadar dış kaynağa ihtiyacı olan bir ekonomide, ülkenin kaynaklarının, yurt dışına akması demektir. Ama maalesef bugünkü şartlarda, iktidarın fahiş hataları nedeniyle, yüksek faiz kaçınılmaz olmuştur. Hep söylüyoruz: Yüksek faiz, ateş düşürücüdür, tedavi etmez. Tedavi için size, ancak zaman kazandırabilir. Tedaviye başlamazsanız, vücut her defasında, daha yüksek dozda ateş düşürücü ister. Tedavi geciktiği sürece de, hastayı kaybetme riskiniz artar. Bir türlü ders alınmayan yanlışların sonucu ortada; “Partili Cumhurbaşkanlığı Sistemi’yle uçacağız.” demiştin. Faiz uçtu, döviz uçtu, enflasyon uçtu. Memleket de, hızla uçuruma doğru gidiyor.
İYİ Parti, memleketin çıkarına olan her politikayı destekler. Bu yüzden de, bir önceki Merkez Bankası Başkanı, fiyat istikrarının önemine vurgu yapıp, enflasyonu düşürmekte kararlı olduğunu açıkladığında, parti olarak kendisine destek vermiştik. Çünkü, bizim sorumlu siyaset anlayışımız, bunu gerektirir. Çünkü, bizim milletimize olan sorumluluğumuz, bunu gerektirir. İşte o nedenle, memleketi getirdiğin son durumla ilgili olarak sana da, bazı uyarı ve önerilerinde bulunmak istiyorum.
Sayın Erdoğan; Bütün akademik çalışmalar, bağımsız bir merkez bankasının, makroekonomik kırılganlığı ve bankacılık piyasasındaki sistemik riskleri azalttığını, enflasyonu da, daha düşük bir maliyetle düşürdüğünü gösteriyor. Hal böyleyken, başta Merkez Bankası ve TÜİK Başkanları olmak üzere, bürokratlara, oyuncağını beğenmeyen şımarık bir çocuk gibi davranman, ekonominin itibarını zedeliyor.
Şeffaflık ve hesap verebilirlik, sağlıklı bir ekonomi politikasının ve etkin bir kamu anlayışının, olmazsa olmaz iki kriteridir. Gece yarısı, piyasalar kapandıktan sonra yaptığın atamalar, çifte kasa gibi kullandığın Varlık Fonu, herkesten kaçırmaya çalıştığın, Sayıştay raporları, bu iki kriteri zedeleyip, ülkemizi çok yüksek bir risk primi ödemeye mahkum ediyor. Attığın her yanlış adım, sürdürmekte inat ettiğin her yanlış tutum, bu ülkeyi daha da fakirleştiriyor. Türkiye bu fakirliği hak etmiyor. Bu keyfiyetten, bu şımarıklıktan bir an önce vazgeçmen gerekiyor.
Keyfi tutum ve davranışların, Türkiye’yi, bir ödemeler dengesi krizine doğru sürüklüyor. Mevcut durumda, Türkiye’nin dış borcunun milli gelire oranı, 2001 krizindeki seviyenin de üstünde. Türkiye’nin, kısa vadede çevirmesi gereken, çok yüksek bir dış borcu, ve cari açığı var. Üstelik geçmiş dönemlerde olduğunun aksine, Merkez Bankası’nın, duruma müdahale edebilecek rezervleri de artık yok. Türkiye, “zihni sinir” projelerini uygulayacağın bir laboratuvar değildir. Attığın abuk sabuk adımlar, yarattığın tedirginlik, ve kritik makamlara atadığın liyakatsiz insanlar, ekonomiyi tahrip etmekten başka bir işe yaramıyor. İşte o nedenle, Merkez Bankası’nın rezervlerinin eridiği bu dönemde, iş bilmez danışmanlarının gazına gelip, Türkiye’yi, iyice üçüncü dünya ülkelerine benzetecek, “sermaye kontrolü” gibi, şaibeli yollara başvurma, hatta başvurmayı aklının ucundan bile geçirme. Sürdürmekte inat ettiğin yönetim anlayışı, dünyanın en yüksek ikinci faizini vermemize rağmen, döviz kurunu arttırıp, milletimiz için hayatı daha da pahalı hale getiriyor. Türkiye’yi fakirleştiriyor. Türk Liramızın değer kaybı, senin ve damadının sandığı gibi, ihracatımızı arttırmayacak.
Sanayi 4.0’ın, üretim yapılarını değiştirdiği bu dönemde, rekabetçiliği, değeri düşük Türk Lirası üzerinden değil, değerli bir ürün gamı üzerinden kurgulamamız gerekiyor. İhracatımızı arttıracak en önemli faktör, dünya ticaretinin bölgeselleştiği bu dönemde, Avrupa Birliği ülkeleriyle, daha fazla entegre olmaktır. Gel, Türkiye’yi fakirleştiren değil, zenginleştiren bir dış politika izlemeye bugünden itibaren başla. Enflasyonu düşürüp, istihdam sağlayan bir büyüme modelini hayata geçirmenin ilk şartı, hukukun üstünlüğünü tesis etmektir. Hukukun üzerinden elini çek. İzlenen yanlış politikalar sonucunda, bankacılık sektöründeki sorunlu krediler, çok önemli bir problem olarak karşımıza çıkacak.
Bir an önce, bu sorunlu kredilerin faturasını, halkımıza çıkarmayacak bir çözüm bul. Ülkemizin çok ciddi bir tasarruf açığı var. Bu yüzden de, sınırlı tasarrufları doğru yerlerde kullanmak, etkin bir kaynak dağılımı yapmak, büyük önem taşıyor. O yüzden, Kanal İstanbul gibi projelerle, bu ülkenin tasarruflarını heba etme, gelecekteki kuşaklara aktaracağımız çevremizi de, daha fazla tehlikeye atma.
Bütün mesele, işi ehline vermekte. Kasaları dolup taşan, o beş müteahhit yerine, milleti düşünmekte. Toplam üretimi, toplam geliri, toplam tasarrufu, yani özetle, Makroekonomiyi belirleyen, o ülkenin üretim gücüdür. Bu açıdan baktığınızda, Türkiye’nin hiçbir makroekonomik sorunu yoktur. Türkiye, Avrupa’nın en geniş tarım alanlarına sahip. Sadece 83 milyonu besleyecek kadar değil, 183 milyonu besleyecek kadar büyük, tarım alanlarına sahibiz. Her ürünün yetişebileceği, farklı iklimlere sahibiz. Bordan altına, bakırdan demire, çok geniş bir alana yayılmış, maden kaynaklarına sahibiz. Toplu iğneden otomobile kadar, her şeyi üretebilecek sanayiye sahibiz.
Dünya ticaretinin, tam merkezindeyiz. Hiçbir ülkenin sahip olmadığı, bir lojistik avantaja sahibiz. Bu coğrafyanın en zengin tarihi ve kültürel mirasına sahibiz. Göbeklitepe de bizim, Ayasofya da. Efe de bizim, Olimpos da. Halfeti de bizim, Nemrut da. Pamukkale de bizim, Kapadokya da. Bir yanı Karadeniz’e, bir yanı Ege’ye, bir yanı Akdeniz’e bakan, Dünyanın en güzel kıyılarına sahibiz. Yaz turizminden, kış turizmine, golf turizminden, gastronomiye kadar, hepsine sahibiz. İş gücü açısından da, Avrupa’nın birinci ülkesiyiz. Genç bir nüfusumuz var. Çalışacak, üretecek, teknoloji girişimleri kuracak, 15 milyon gence sahibiz.
Bu kadar zenginliğe sahip bir ülkenin, makroekonomik sorunu O-LA-MAZ. Bu kadar basit. Türkiye’nin makroekonomik sorunu yoktur. Türkiye’nin, MakroErdoğanik sorunları vardır! MakroErdoğanik sorunlarımız yüzünden; Onca zenginliğe karşın, 8500 dolarlık milli gelirle, Avrupa’nın sonuncusuyuz. Akıl fikir sahibi bir iktidarla, olması gereken, en az 20 bin dolardır. Böyle söyleyince, şaşıranlar oluyor. Asıl şaşılması gereken, yaşadığımız bu fakirliktir. Asıl şaşılması gereken, Avrupa’nın en zengin kaynaklara sahip olan ülkesinin, Avrupa’nın en fakir ülkesi olmasıdır. Peki çözüm ne? Çözüm gayet açık. Bu ucube sistemden acilen kurtulup, İYİleştirilmiş ve Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’e geçmek. Hukuku üstün, demokrasiyi de tam ve kamil kılıp, bu büyük zenginliğin sahibi olan Türkiye’yi, bu zenginliği milletine aktaracak, ahlaklı, ehil ellere emanet etmek. Gerisi kolay.
Sayın Erdoğan ve arkadaşlarının bizleri bölmesinden, artık bıkmadık mı? Önümüze ardımıza bir sıfat koyup, bunu zorla kabul ettirmeye çalışmalarından, usanmadık mı? El oğlunun değil, kendimizden sandıklarımızın bizi ayırmasından, sıkılmadık mı? Biz sıkıldık. Ocu, bucu, şucu diye tasnif edilmekten, Sonra da, adına siyaset diyerek, üzerimize hesap kitap yapılmasından artık sıkıldık. Ayrıştırılmaktan, kutuplaştırılmaktan, birbirimize yabancılaştırılmaktan artık sıkıldık. Ak Parti’ye oy verenin makbul, vermeyenin terörist ilan edilmesinden artık sıkıldık. Ama ne olursa olsun, umudunuzu kaybetmeyin. Türkiye’nin çözülemeyecek sorunu yok. Biz varız. Türk milleti, bu beceriksizliğe mahkûm değildir. Türk devleti, kabile standartlarına mecbur değildir. Türk cumhuriyeti, düşmanlık siyasetinin öznesi değildir. Türk ekonomisi, belirsizlik ve keyfiyetin elinde esir değildir. Türkiye, bu ucube sisteme ve onun mucitlerine muhtaç hiç değildir.