“Çocuklar aç, millet sessiz, saray tok; hadi buyur buradan yak bayramı…”
Bugün 23 Nisan. Hani şu egemenliğin millete verildiği gün.
Hani şu Atatürk’ün “küçük hanımlar, küçük beyler sizler geleceğin birer yıldızısınız” dediği gün.
Ama yıldızlar sönmüş. Gökyüzü karanlık. Gelecek mi? O zaten ipotekli.
Bir düşün bakalım:
Bu nasıl milli egemenliktir ki, millet yoksulluktan intihar ederken, vekil pazarı borsa gibi çalışır?
Bu nasıl çocuk bayramıdır ki, çocuk yatağa aç girer ama diyanetin bütçesi milyonları yutar?
Bu nasıl demokrasi ki, parti içi demokrasi yok, milletin sesi kısılmış, sarayın sesi megafon olmuş?
Parti değil, şirket; milletvekili değil, temsilci!
Bugün mecliste konuşanlar halkın değil, parti adlı holdinglerin çıkarlarını savunuyor.
Yasama organı değil, patronların noter masası!
Egemenlik milletin değil, sözde seçilmiş kıral ötesi bir zatın, partide de genel başkanların iki dudağı arasında.
Atatürk’ü anlamak mı dedin?
Eğer Atatürk’ü anlamak, onun adını her yere yazıp, ilkesini yerle bir etmekse;
O zaman evet, çok iyi anlamışız (!)
Çünkü hem laikliği yerle yeksan etmişiz,
Hem TBMM’yi bir tiyatro sahnesine çevirmişiz.
Hem devleti şahıs şirketine dönüştürmüşüz,
Hem çocuklara gelecek yerine, “şükret” öğütleri vermişiz.
Çocuklara armağan edilmiş bir bayramda, çocuklar çöpten ekmek topluyorsa,
23 Nisan sadece bir kandırmaca, süslenmiş bir vitrin, yaldızlı bir masaldır.
Düşünsene…
Bir millet düşün ki, kendi egemenliğini saraya teslim etmiş.
Bir toplum düşün ki, elinden alınan hakları alkışlıyor.
Bir halk düşün ki, çocuklarının karnı açken, ekran başında bayrak sallıyor.
Ve sonra da çıkıp 23 Nisan’ı “Atatürk’ü anıyoruz” diyor.
Hayır, siz Atatürk’ü anmıyorsunuz.
Anlayamıyorsunuz.
Anlamak istemiyorsunuz.
Çünkü Atatürk’ü anlamak, mücadele etmektir.
Çünkü Atatürk’ü anlamak, saraya değil millete yaslanmaktır.
Çünkü Atatürk’ü anlamak, çocuklara salt bir bayram değil, bir gelecek armağan etmektir.
Düzene itiraz et!
Ama sadece lafla değil!
Direniş hakkını kullan, hemde her türlüsünü!
Yık bu bozuk düzeni!
Türkiye Cumhuriyeti’ni, 1924 ve 1961 anayasalarının namusu adına yeniden kur!
Gerekirse kanınla, canınla bedel öde! Bedel ödet!
Aynen Atatürk gibi ol… Hayır, daha ötesi: Atatürk ol!
Bu topraklarda bir kurtuluş gerekiyorsa, o da yine halkla ve hakla gelir.
Çocuklar o günden sonra aç yatmasın ki, sahici bayram kutlasınlar!
Sarayın efendisini de, avanesini de yargıla!
Yargıla ve hesap sor!
Çünkü egemenlik bir kişinin cebindeyse, bayram sadece bir illüzyondur!
Ve Diyanet’i kapat!
Devletin dini olmaz!
Milletin vergisiyle kurulan bir kurum, halkı ayrıştıran, iktidarın borazanı haline geldiyse;
O kurum halka değil, saraya hizmet ediyordur.
Atatürk’ün kurduğu laik Cumhuriyet’te, camiler propaganda merkezi yapılamaz.
Diyanet, milletin değil, sarayın, iktidarın sözcüsüdür artık.
Ve bu yapı, laikliğe karşı sistematik bir tehdittir!
Ki biz de yüzümüzü yere eğmeden,
Hem kendimize, hem çocuklarımıza, hem de Atatürk’e dönüp “bayramınız kutlu olsun” diyebilelim!
1961’in hukukçularını hatırla, 1924’ün meclisini hatırla…
Kendini meclise ait hisseden, kürsüye halkın kürsüsü diyen bir millet vardı.
Bugünse, o kürsüde vekil değil, şirket temsilcisi konuşuyor.
Ve biz hâlâ bu düzeni alkışlayıp, sonra da çocuklarımızın başına Atatürk’ün sözlerini masal gibi okuyorsak,
O zaman asıl saygısızlığı biz yapıyoruz.
Çocuklara değil, biz kendimize ve Atatürk’e yalan söylüyoruz.
Bayram değil, tiyatro izliyoruz.
Ey millet!
23 Nisan’ı kutlamak istiyorsan önce geri al egemenliğini.
Çocuklar için bayram istiyorsan önce onlara bir hayat kur.
Atatürk’ü anmak istiyorsan önce bu düzene fiili olarak itiraz et!
Yoksa bugün sadece bir tarih.
Kutlanması gereken bir bayram değil, utanılması gereken bir çöküştür.
Sefa Yürükel yazıyor