Müslümanların kaderi fakirlik midir?
Sosyal medyada bugün herkes bunu tartışıyor. Hatta bilgisiz bir imamın videosu konmuş, peygamberlerden örnekler verilip, fakirliğin kader olmadığı dinen anlatılmak isteniyor.
Gerçekten fakirlik kader midir?
Yani alın yazısı.
Tanrı bizi fakirlik ile mi sınav yapmaktadır?
Bu sınavda; sabırlı olmayınca günaha mı giriyoruz. Hem burada, hem orada yanmaya devam mı edeceğiz? Arkadaşlar fakirlik kader vs değildir.
Tanrı insanları, sınav yapmaz. İşkence ile sınav mı olur? Sınav yapacaksa, bunu çok varlıklılar üzerinde yapmalıdır. İnsanoğlu önce, niçin fakir kaldığını araştırıp, düşünmelidir. Fakirliğe dini açıdan yaklaşanlar şunu bilsin ki; İslam peygamberi fakir değildi. Tüccar olan Hatice ile evlenmiş ve fakirliğe veda etmiştir. Dini yayma dönemlerinde ise ganimetten en büyük payı o almıştır.
Neyse o günler bizi ilgilendirmiyor. Bugünlere dönelim.
Sosyal bilimci Karl Marx “Din toplumların afyonudur” der.
Yani , din toplumları uyutma aracıdır şeklinde açıklar.
“Bu dünyada cefa çeken, öbüründe sefa sürecek”, “Bu dünya hayal dünyası, Öbür dünya gerçek dünya”, “Allah sizi fakirlikle sınav ediyor. Sabırlı olun”. “Sabreden derviş, muradına ermiş”. “Hâline şükret. Beterin beteri var”.
Bu sözleri çoğaltmamız mümkün.
Ama temeli bunlardan ibarettir.
Gerçekten fakirliğin sebebi nedir?
Bunun yanıtı çok basit.
Fakirliğin en büyük nedeni “CEHALETTİR”.
Atatürk’ün dediği gibi “savaşmamız gereken en büyük düşman cehalettir”.
Bu yazıyı nereden okuyorsunuz?
Elinizde, masanızda ne var?
Ya akıllı telefon ya da bilgisayar.
Bunlar kimin malı?
Tabi ki yabancıların.
İşte düşünmeye elinizdeki aletten başlayın. Küçük bir alete 10 bin lira veriyorsunuz. Yani 5 ton mısır satıp, bir telefon alıyorsunuz. Ya da 666 kg fındık karşılığı buna sahip olabiliyorsunuz. Bunu üreten firma en fazla bin liraya mal edip bize satıyor.
Kısacası İmam Hatip, kuran kursu açıp, fakirliği önleyemeyiz.
Fakirlikten kurtulmanın yolu yüksek bilimsel eğitimden ve laiklikten geçer.
Çocuklarımızı çağın gereği gibi yetiştirirsek, geleceğimiz aydınlık olur.
Bilime ve teknolojiye dayalı bir eğitimle ancak kalkınabiliriz.
Dua, salavat vs ile hiç bir şey yapamayız. İyi doktorlar yetiştirirsek, hastaneye düşmüş bir hasta için dua dilenmeyiz.
Okullarımızı, özellikle üniversitelerimizi dünyanın sayılı eğitim kurumları arasına sokmalıyız. Bütçeden en büyük payı, diyanete değil, üniversitelere ve okullara ayırmalıyız.
Silâh satın alacağımıza iyi beyinler yetiştirip, kendimiz üretmeliyiz. Ürettiklerimizi de satarak kalkınmalıyız.
Tarım ve hayvancılıkta da bilim ve teknolojiyi kullanarak, verimi artırmalıyız. Üretimde koopertifleşmeliyiz.
Tabi bunları yapmak için vatansever, bilgili bir yönetim kadrosuna gereksinim vardır. Atatürk’ün 1920′ lerde koyduğu hedeflerden sapmasaydık, şimdi en azından 1960′ larda kurulan Güney Kore’den daha fazla marka sahibi olan kalkınmış bir ülke olurduk.
Ama İsmet İnönü dahil, hiç bir devlet adamı onun düşüncelerini tam anlamı ile kavrayamamıştır. Ülke sağ siyasete teslim edilmiş, onlar da bu zengin olanaklara sahip ülkeyi ABD sömürgesi haline getirmiştir. Din günümüzde en fazla prim yapan bir olgudur. Ama dinle kalkınma olmaz. Ahlak, eğitim de olmaz. Din insanın vicdanı olmalıdır. Siyaset aracı olmamalıdır.
Bugün İslam ülkelerinin çektiği sıkıntıların en büyük nedenidir.
Onun da kontrolü ABD nin elindedir. En zengin petrol yataklarının bulunduğu Ortadoğu halkı aç ve cahildir.
Biz de yarı yarıya aç ve cahiliz.
Biraz daha iyi isek, bunun sebebi Atatürk’ün attığı temellerdir.
İsviçre’de, Belçika’da kakao ve fındık yetişmez. Ama dünyanın en fazla fındıklı çikilotasını üretip, satan ülkelerdir. Bizden fındığı alırlar, uzak doğudan kakaoyu. İkisini birleştirip tekrar bize çok daha pahalı satarlar.
Bunun nedeni bilim ve teknolojide ileri gitmeleridir.
Son söz olarak sizlere söyleyeceğim; “Fakirlik kader değil, cehaletin sonucudur”.
Toplum olarak narkozdan çıkmadıkça, bize kurtuluş yolu gözükmemektedir.
Erdal Bıçakcı yazıyor