YUKK Değişiklikleri ‘Meclisten Geçti’: “Yasama bizzat meclis ve milletvekilleri tarafından formaliteye indirgenip yok sayılmamalı!”
İstanbul Milletvekili Mustafa Yeneroğlu, 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nda (YUKK) yapılan değişiklikler hakkında, “Yabancılar ve uluslararası koruma altında bulunan kişiler konusunda bağlı olduğumuz sözleşmelere uygun ve insan hakları temelli çağdaş bir yaklaşım sergilemeliyiz. Bu seviyeye ancak meclisi anayasanın ruhuna uygun olarak çalıştırarak ve komisyonların görevlerini ifa etmesini sağlayarak ulaşabiliriz” ifadelerini kullandı. Yeneroğlu açıklamasında şunları kaydetti:
“Türkiye, yoğun biçimde göç ve mülteci olgusunu yaşamakta olan bir ülkedir. Bu hususun ülkemiz için; toplumsal, siyasal, ekonomik ve hukuksal boyutları bulunmaktadır. Diğer taraftan savaş, zulüm ve yoksulluktan kaçan milyonlarca kişinin ise maruz kaldıkları travmatik boyutların unutulmaması gerekmektedir.
YUKK’ta dün yapılan düzenleme ile; sınır dışı kararlarına, idari gözetime alınacaklara, geçerli seyahat belgesi bulunmayan kişilere ve uluslararası koruma başvuru sahibi kişilerin hak ve yükümlülüklerine ilişkin önemli değişiklikler yapılmıştır. Bu değişikliklerden en önemlisi, Kanun’un 53. maddesinde düzenlenen “sınır dışı etme kararına itiraz süresi”nin 15 günden 7 güne indirilmesidir. Mevcut durumda dahi, özellikle geri gönderme merkezlerinde bulunan mülteci statüsündeki kişilerin, hukuki haklarını kullanmalarında zorluk yaşadığı düşünüldüğünde, 15 gün gibi kısa olan bir sürenin daha da azaltılması pek çok hak ihlaline yol açacaktır. Bu konuda çözümün; idari gözetim hükümleriyle ilgili sağlıklı düzenlemelerin yapılması ve uygulamanın fiili olarak düzgün işlemesinin sağlanması olduğu kanısındayım. Kanunda yapılan “sınır dışı etme kararının iptali” ile ilgili olarak, açılan idari yargı davasının sonuçlanmasına kadar itirazın otomatik durdurucu etkisi ise olumlu karşılanmalıdır. Bu kapsamda Anayasa Mahkemesi’nin vermiş olduğu ihlal kararının da dikkate alınarak AİHM içtihatlarında zorunlu tutulan bir unsurun düzenleme altına alınması yerinde olmuştur.
Yapılan değişiklikle, yasanın 54. maddesinin 1. fıkrasına, yasal giriş ya da yasal çıkış hükümlerini ihlal etmek eylemine “teşebbüs hali” eklenmektedir. Maalesef ki, teşebbüs halinin cezalandırılması; uluslararası hukukta temel bir ilke olan, uluslararası koruma başvurucularını “yasa dışı giriş nedeniyle cezalandırmama” ilkesine aykırılık teşkil etmektedir. Önemli değişikliklerden birisi de idari gözetime alınacak kişilerin elektronik ve iletişim cihazlarının incelenebilmesinin önünün açılmasıdır. Öncelikle bu cihazların idari bir kararla incelenebilmesi hususu, özel hayatın gizliliği gibi temel hakları ihlal edici olması ve mahkeme kararına ihtiyaç duyulmaması nedeniyle bir hukuk devletinde olmaması gereken bir düzenlemedir. Aynı zamanda alternatif tedbir olarak öngörülen meselelerin de ayrıntılı olarak düzenlenmemesi ve bu kavramların tanımlanmaması nedeniyle uygulamada büyük sıkıntılara yol açması muhtemeldir.
İlgili yasada, diğer önemli husus; uluslararası koruma başvurusu ve statü sahibi kişilerden herhangi bir sağlık güvencesi ya da geliri bulunmayanların, başvurularından itibaren sadece bir yıl süreyle 5510 sayılı Kanun hükümlerine tabi olacakları, sonrasında yalnızca özel ihtiyaç sahipleri ile Bakanlıkça sigorta kaydının devamının uygun görüldüğü kişilerin genel sağlık sigortalısı sayılmalarıdır. Bu düzenlemeyle, yukarıda belirtilen kişiler hakkındaki uygulama ile ilgili olarak bir kısıtlama getirilmiş olmaktadır. Oysa ki bu kişiler ülke içerisinde kayıt dışı çalışmakta, asgari ücretin altında ücretler almakta ve ekonomik olarak zor durumda bulunmaktadırlar.
Diğer taraftan, SGK verilerine göre, toplumumuzda hiçbir sosyal güvencesi olmayan kişilerin sayısı giderek artmaktadır. Hiçbir sosyal güvencesi olmayan kişilerin sayısı 2017 yılında 9.8 milyon iken, bu sayı 2019 yılı Mayıs ayında 11.1 milyona ulaşmıştır. Genel Sağlık Sigortası devlet tarafından ödenen kişi sayısı 8 milyon 658 bindir. Bu veriler ışığında; konunun sosyal adalet boyutu düşünüldüğünde yapılan değişiklik, her ne kadar koruma altındaki kişiler için bir kısıtlama getirmiş olsa da yurttaşlarımızın ekonomik refahı da düşünülmeli ve bu konuda pozitif ayrımcılık yapılmaması gerektiği kanısındayım. Sosyal devlet ilkesi uyarınca gerek vatandaşlarımıza gerekse de koruma altındaki yabacılara eşit politikalar uygulayarak, sağlık ve tedavi hakları konusunda ücretsiz politikalar geliştirilmesi gerekliliği aşikardır. İnsan onuruna yakışır bir hayat sürdürme amacıyla ülkemize gelen göçmenlerin hak ve yükümlülüklerini korumak, idarenin temel görevlerindendir.
Sonuç olarak, yabancılar ve uluslararası koruma altında olan kişilerin özel durumları göz önüne alındığında, TBMM’den torba yasa ile adeta çuvalla geçen bu önemli değişikliklerin öncelikle komisyonlarda; uzman STK’ların, insan hakları savunucularının, göç çalışanlarının ve hukukçuların katkıları ile tartışılması gerekirdi. Bu kapsamda değişikliklerin, yürütmenin tekelinde olmaksızın, ortak akılla yapılmasının zorunlu bir demokratik gereklilik olduğu unutulmamalıdır. Bu seviyeye ancak meclisi anayasanın ruhuna uygun olarak çalıştırarak ve komisyonların görevlerini ifa etmesini sağlayarak ulaşabiliriz. Yasamayı bizzat meclis ve milletvekilleri tarafından formaliteye indirgeyerek yok saymak, kanunların yalnızca niteliksiz yapmıyor, demokrasiyi de gün geçtikçe tahrip ediyor.
Bu sürece başta milletvekilleri olarak karşı çıkmamız ve milletimiz tarafından tevdi edilen anayasal görevi ciddiye almamız gerekir.”