İlk çağlardan itibaren insanlar şehir kuracakları yerler için bir takım kriterler aramışlardır.
Öncelikleri; şehrin suya yakın olmasıdır.
Bakın dünyanın önemli şehirlerinin içinden mutlaka bir nehir geçer.
İkincisi verimli topraklardır.
Dünyanın süper gücü dediğimiz ülkelerin toprakları verimli, sulak ve ovalarla doludur.
Hem teknolojik, hem de tarımsal alanda çok gelişmişlerdir. Şehirlerini verimsiz alanlara kurmuşlar, verimli ovalarını korumuşlardır. Bizde ise ovalara ev, tepelere tarla yapılır.
Şehir plancılığı bir bilim dalıdır.
Üniversiteler bu konu ile ilgili bölümler açmışlardır. Amaç kuracağımız şehirlerin planlı, programlı yapılmasıdır. Şehirler bölgenin kaynaklarına göre uzun vadeli olarak planlanır.
Batılılar 300 yıl sonrasını hesaplayarak şehir inşa ederler. Şehirler insanları yerleştirmeden planlanır. Altyapı, yollar, sokaklar, meydanlar, parklar nüfusa göre projelendirilir.
En son bölümde insanlar yerleştirilir. Sürekli imar planları değiştirilmez. Bizde ise önce gecekondular kurulur. Sonra imar affı gelir. Daha sonra imar planı işgal edilmiş arsalar üzerine yapılır. Düzensiz, plansız, altyapısız şehre makyajlar yapılarak, düzeltilmeye çalışılır.
Tabi burada kişisel çıkarlar çok önemlidir.
Gelişmiş bir ülkede bir şehrin nüfusu neye göre artırılır?
Tabi ki, su, enerji ve gelir kaynaklarına göre.
Örneğin İstanbul 1927 yılında 800 bin nüfusa sahipken, 1968 de 2.5 milyon olmuştur.
Şimdi ise bilinmiyor.
Türk vatandaşların 16 milyon olduğu söyleniyor. Suriyeli, Iraklı, İranlı, Afganlı, Afrikalıları sayan yok.
Bence nüfusumuz 20 milyonu geçti.
Bu rakam, bir kaç Avrupa kentinin toplam nüfusundan fazladır. Her dört kişiden biri İstanbul’da yaşamaktadır. İstanbul çevresindeki su kaynaklarını bitirdi. Trakya, daha sonra Doğu Marmara’nın kaynaklarını bitirdi. Son olarak Batı Karadeniz Melen Nehrini tüketmeye hazırlanıyor.
Şehir; arazi mafyası tarafından planlanmış olup, yeşil alan olarak dünyanın en fakir şehridir. Diğer şehirlerimiz de farksızdır. Suyu olmayan, havası dünyanın en kötü şehirlerinden biri. Verimli toprakları yok edilmiş. Her yer beton gökdelenlerle doldurulmuş, yaşanmaz bir şehir.
Ama hala nüfusu bilinçsizce artırılıyor.
Geleceği düşünen yok.
Deprem kapıda.
Tedbir alan da yok.
Mevcut veya yeni yapılan binalar depreme ne derece dayanıklı, kimse bilmiyor. Âdeta ölümü bekliyor halk. Şans kimi götürecek. O günü düşünmek bile istemiyorum.
Almanya da 82 milyon nüfusa sahip.
Ama nüfus ülkeye dengeli dağıtılmış. Şehirler planlı ve gelecek düşünülerek yapılmış.
Biz ise ranta dayalı şehirleşme yaşıyoruz. Ama bizim şehirlerin sadece adı şehir.
Türkler ne bugün, ne de geçmişte örnek şehirler kuramamışlardır.
Bunda göçebeliğin etkisi büyüktür.
Küresel ısınmanın etkisi ile bir çok şehrimiz susuz kalacaktır.
Bu olay çok uzakta değildir.
Susuzluk neticesinde binalarımız da para etmeyecektir.
Bunu durduracak akıllı bir siyasi parti ve lider de ortada yoktur.
Hepsi günü ve kendini kurtarmanın derdindedir.
Ülkesini düşünen çok az insan vardır.
Daha önce dediğim gibi bu ülkeyi bilime inanan: laik, çağdaş, vatan ve doğasever insanlar yönetmelidir.
Yoksa ülke olarak, çok yakında iflas edeceğiz.
Bozuk kentleşme, kontrolsüz iç ve dış göç şehirlerdeki sosyal yaşamı da bozacak, terör ve anarşi şehirlere hakim olacaktır.
Erdal Bıçakcı yazıyor