1. Haberler
  2. Avrupa
  3. Fransa Bozkurt – Lotus Davası’nı Unutmasın, Macron Kendine Gelsin!

Fransa Bozkurt – Lotus Davası’nı Unutmasın, Macron Kendine Gelsin!

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Bozkurt – Lotus davası  97 yıllık Cumhuriyet tarihinde  kazanılmış ilk  uluslararası  dava olması açısından  önemlidir. Fransızların Lotus  gemisinin 2 Ağustos 1926 gecesi Ege açıklarında (Midilli) Bozkurt Türk gemisiyle çarpışması sonucu 8 Türk boğularak ölmüştür. Olayın ardından Türk mahkemelerince Lotus gemisinin kaptanı 80 gün hapis cezasına çarptırılmıştır. Fransa,  karara itiraz ederek Fransız kaptanını Türkiye’nin tutuklama yetkisi olmadığını iddia etmiştir. Lahey’deki Uluslararası Adalet Divanı‘na başvurulmuş, Mahmut Esat’ın (1934’ten sonra Bozkurt) Türkiye’yi savunduğu  dava Türk tezinin kazanması (oylama eşit çıkmış ama Divan Başkanı Türkiye lehine oy vermiştir)  ile sonuçlanmıştır:

“Bir gün Atatürk ve İnönü beni nezdlerine çağırdılar. Meseleyi bir daha izah etmemi emrettiler. Anlattım ve sözlerimi şöyle tamamladım: ‘Paşam, Lahey Adalet Divanına gidelim, kimin haklı olduğu meydana çıksın. Ben hakkımızdan eminim. Müsaade ederseniz davamızı ben müdafaa edeyim. Kaybedersem memlekete bir daha dönmem. Fakat kazanacağız. Hem Adalet Divanı önüne gitmeden Fransızların dediğini yapacak olursak Fransız Devletinin tehditleri karşısında boyun eğmiş olacağız, bu da onlara diğer meselelerde aynı tehditleri öne sürdürmek cesaretini verecektir. Halbuki Lahey Divanına gidersek davayı kaybetsek dahi şeref ve haysiyetimiz zedelenmez. Zira milletlerarası bir mahkemenin hükmüne uymak şerefsizlik değil, bilakis büyük şereftir.’ Bu sözler üzerine Atatürk bana şu şekilde cevap verdi: ‘Güle güle git kazanacaksın, kazanmasan da memleket seni bağrına basacaktır’

Fransızlar davayı Lahey Sürekli Adalet Divanı’na (bugünkü Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi) götürmüş,  Divan 7 Eylül 1927 tarihinde Türkiye’nin hukuka aykırı davranmadığına karar vererek Türk heyetine, Atatürk’e verilmek üzere tunçtan bozkurt  heykeli hediye etmiştir. Bu davadan dolayı dönemin Adalet Bakanı Mahmud Esat’a Atatürk tarafından Bozkurt  soyadı verilmiştir.

Lahey Adalet Divanı Fransız kaptan hakkında kovuşturma yapmakla Türkiye’nin uluslararası hukuka aykırı davranmadığını kabul etmiştir. Karar, literatüre “Lotus  Davası”  olarak geçmiş ve “açık denizlerin serbestliği ilkesi” adı altında 1958 tarihli “Cenevre Açık Deniz Sözleşmesi’nde sözleşmeye taraf tüm ülkeler için kural  olmuştur. Lahey’in kararı milli bir zafer, davayı kazanan Mahmut Esat Bey de kahraman olmuştur. Dava ve Mahmut Esat Bey’in savunmaları, dünya hukuk literatürüne girmiş ve benzer davalarda emsal  oluşturmuştur. Mahmut Esat, Lahey’de dünya hukuk literatürüne girdiği sırada   35 yaşında idi.
Bu önemli kararı hatırlattıktan sonra,  Emmanuel Macron, Akdeniz’e kıyısı olan 7 AB ülkesinin liderleri ile  Doğu Akdeniz gündemiyle bir araya gelmeden önce basın toplantısı düzenleyerek “Avrupa Türkiye’ye yönelik daha net olmalı ve birleşik bir pozisyon almalı” demiştir. Macron, Avrupa’nın Türkiye konusunda birleşmiş ve daha açık  bir tutum içinde olması gerektiğini  şöyle açıklamıştır: “Avrupa Birliği üyesi olan bir ülkenin egemenliğine saygı ve uluslararası hukuka uyulması bizim için kırmızı çizgilerdir. Türkiye, Yunanistan’ın meşru haklarını görmezden gelerek Libya hükümetiyle de kabul edilemez bir anlaşma imzaladı. Türkiye’nin Kıbrıs açıklarındaki faaliyetleri de kabul edilemez. Aynı zamanda büyük bir devlete yakışmayacak provokasyonlar söz konusu. Türk halkı büyük bir halk. Ancak biz Avrupalılar artık Erdoğan hükümetine karşı daha açık olmalıyız.” 

Fransa’da derste Hz. Muhammed ile dalga geçen bir karikatür gösteren öğretmen Samuel Paty’nin başının kesilerek öldürülmesi sonrasında Macron’un İslam ile ilgili açıklamaları, Ankara-Paris hattında ilişkileri kopma noktasına getirmiştir. Bunun üzerine Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Macron denilen zatın İslam ile, Müslümanlarla derdi nedir? Macron’un zihinsel noktada bir tedaviye ihtiyacı var”  demiş ve  Fransız mallarına boykot çağrısında bulunmuştur: “Nasıl Fransa’da Türk markalı mal satın almayın deniyorsa ben de şimdi milletime sesleniyorum. Sakın Fransız markalarını satın almayın.”  
Bu   çağrıdan bir sonuç çıkmaz.
Çünkü bu sürecin 38 yıllık geçmişi vardır. 1982 yılında rahmetli Bülent Ulusu Başbakan iken Fransa ile ipler gerilmiş,  bu ülkeye anlayacağı dilden cevap verilmesi gerektiğini dönemin DPT Müsteşarı  Dr. Yıldrım  Aktürk’e iletmişti. Bunun üzerine sayın Aktürk   tarafımdan kurulan  AET Dairesi’ne görev vermişti. O dönmede Fransa’ya  misilleme yapabileceğimiz iki önemli kozumuz vardı. Renault otomobil  fabrikası ile  Eskişehir’deki Fransız lisansı ile üretim yapan kamu kuruluşunun ithalatına kısıtlama uygulamak. Fakat her iki kuruma uygulanacak kısıtlama, bindiğimiz dalı kesmek demekti.  Fransa’dan  çok  bize zarar verecekti. Bundan daha sonra vazgeçildi ve AB’den ithal edilen demir çelik ürünlerine yüze 15 fon uygulamasına gidildi, bir süre sonra bundan da uluslararası hukuka aykırı (GATT-WTO) olduğundan  vazgeçildi.
Benzer durum bugün de geçerlidir. Rahmi Turan  31 Kasım’daki  “Düşman Macron” yazısında bir konuya açıklık getirmiştir: “Bizimkilerin Fransız mallarına boyo çağrısının pek anlamlı bulmuyoruz…Dış ticaret fazlamız olan az sayıdaki ülkelerden biri Fransa’dır. ..Fransa’ya geçen yıl 7 milyar 900 milyon dlarlık mal satmışızı. Buna mukabil Fransa’dan 6 milyar 700 milyon dolarlık mal almışız… şimdi bunu mu kaybetmek istiyoruz?”
Rahmi Turan haklıdır.
Macron  Türkiye aleyhine girişimlerini  son zamanlarda   arttırmıştır. Kendisine aynı  şekilde  cevap verilmelidir. Ama Fransız mallarına boykot yaparak değil. Türkiye artık 1980’lerin Türkiye’si  değil. Atalarımız çok güzel söylemiş:  “Lafla peynir gemisi yürümez.” Bu sebeple lafla değil somut önlemler alınmalıdır ki, etkisi olsun. Boykot yapmak anlamlı bir misilleme değildir. AB ile imzalanan Katma Protokol’e de aykırıdır. Özellikle bunu kamu (devlet)  yaparsa. Attığın taş ürküttüğün kurbağaya değmelidir.
Fransa’nın  önceki Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy de sözde Ermeni soykırımını iktidarda olduğu  dönemde   devamlı  gündeme  getirmiştir: “Nicolas Sarkozy orders new Armenian genocide law: President Nicolas Sarkozy has ordered his government to draft a new law punishing denial of the Armenian genocide after France’s top court struck it down as unconstitutional.” (https://www.telegraph.co.uk/news/worldnews/europe/armenia/9112129/Nicolas-Sarkozy-orders-new-Armenian-genocide-law.html, Mr. Sarkozy was accused of pandering to an estimated 400,000 voters of Armenian origin ahead of an April-May presidential election Photo: Reuters 9:49PM GMT 28 Feb 2012)  Sarkozy, Türkiye’nin AB üyeliğine   karşı çıkmış ve “Türkiye Avrupalı değildir” demişti.
Ermeni diasporasının çatı  kuruluşu olan Ermeni  Örgütleri  Koordinasyon Konseyi’nin (Conseil de Coordination des organisations Arméniennes de France: CCAF)   5 Şubat 2019  tarihindeki toplantısında  Macron, 24 Nisan’ı  sözde Ermeni soykırımı anma günü ilan edeceğini açıklamıştır.  Twitter’da yaptığı paylaşımda  “Fransa tarihle yüzleşir. Gelecek birkaç hafta içerisinde söz verdiğim gibi 24 Nisan’ı Ermeni soykırımını anma günü ilan ediyoruz” demiştir ama  Cezayir ve  Ruanda da yaptıkları soykırımlar ile  yüzleşmemiştir.
Şimdi, Fransız mallarına boykot yapmak yerine   Macron’un  canını çok sıkacak 4 önerimi açıklamak istiyorum.
İlk önerim şudur. Fransa, Türkiye ile ilişkileri tam olarak koparmamak için zaman zaman alanında  başarılı kişilere nişan vererek onların Fransa’ya karşı tepki göstermelerini engellemektedir. Onlar da   birkaç vatansever nişan sahibi  dışında ses çıkarmamaktadır.  Fransa’dan son zamanlarda  nişan alanlardan birisi olan   Pegasus Hava Yolları Yönetim Kurulu Başkanı sayın Ali Sabancı’dır. Sabancı’ya  Fransa’nın Chevalier dans I’Ordre National de la Légion d’Honneur nişanı verilmiştir. Nişan alanlara herhalde bazı kazanımlar  sunulmaktadır ki,  nişanı alanlar iki istisna dışında bunu  iade etmememişledir.
Fransa’nın 2006’da Ermeni iddialarının inkarını suç sayan yasa tasarısını kabul etmesinin ardından, Legion d’Honneur sahibi, geçmişte birlikte görev yaptığımız   rahmetli  eski Devlet Bakanı Kamran İnan ve eski YÖK Başkanı Prof. Dr. Erdoğan Teziç nişanlarını iade etmişlerdi. Ehess / Paris ve Inserm araştırma merkezi profesörlerinden sosyolog Annie Thébaud-Mony de  12  Ağustos 2012 tarihinde Légion d’Honneur nişanını kabul etmemiştir. Mony’nin reddetme gerekçesi   şöyledir: “Çalışma koşullarındaki kötüleşmeyi, iş kazası ve meslek hastalıklarının yarattığı dramları, asbest, tarım ilaçları, nükleer ve kimyasal atıkların doğal çevremizi nasıl tahrip ettiğini görünür kılmaya çalıştığımız zaman, kamusal otoriteler tarafından ciddiye alınmak istiyoruz.” (Tout en ayant conscience de la portée politique de son choix qui témoigne de l’importance qu’elle accorde à mes engagements scientifiques et citoyens, c’est aussi au nom de ces derniers que je suis amenée à refuser d’être décorée de la Légion d’Honneur. Vous en trouverez les raisons dans la lettre jointe à ce message, lettre adressée à Madame Cécile Duflot. https://www.asso-henri-pezerat.org/annie-thebaud-mony-explique-son-refus-de-la-legion-dhonneur/)
Fransa’dan son zamanlarda Legion d’Honneur  nişanı alan Türk vatandaşları şunlardır:  Ali Sabancı, Leyla Alaton, Zülfü Livaneli, Yaşar Kemal,  Tarık Zafer Tunaya, Sakıp Sabancı, İnan Kıraç, Yaşar Kemal, Sani Şener, Kamran İnan, Erdoğan Teziç,(iade ettiler)  Hikmet Çetin, Ayşe Gülsün Bilgehan, Lucien Arkas, Gökşin Sipahioğlu, Nebahat Akkoç, Mehmet Erbak, Tunay İnce.  Fransız muhafazakar eğilimli  Le Figaro gazetesinde “Fransa Dostları Türklerin Düş Kırıklığı” başlıklı yazıda  Fransız kadın gazeteci Marie Michele Martinet,  Zeynep Göğüş’ün Tempo’da  yayınlanan  “17 Aralık’ta Fransa Türkiye’yi engellerse Yaşar Kemal Fransızların en yüksek devlet nişanı olan Legion d’Honneur’ü geri versin” sözlerine  yer vermiştir.  Fakat 18 Aralık 2011 tarihinde  Legion d’Honneur   nişanı alan Yaşar Kemal   nişanı iade etmemiştir.
Fransa’dan ödül alanlar  nişanları iade etmezken, Güney Afrika’nın eski Devlet Başkanı Nelson Mandela 1992 yılında kendisine verilecek olan Atatürk Uluslararası Barış Ödülü’nü reddetmiştir. Pek bilinmez  ama  93 yaşındaki Mandela, ABD’nin Houston Üniversitesi bünyesinde faaliyet gösteren Gülen Enstitüsü’nün 2010 Barış Ödülünü 24 Ocak 2011 tarihinde almıştır. (https://www.risalehaber.com/gulen-enstitusu-baris-odulu-mandelaya-verildi-96530h.htm)
Sayın Ali Sabancı’nın 14 Şubat 2018 tarihindeki nişan töreninde  konuşma yapan   Büyükelçi Charles Fries“Bu akşam Fransa Cumhuriyeti, Napoleon Bonaparte tarafından ihdas edilen ve Fransa’nın en eski ve saygın nişanı olan Legion d’Honneur nişanı ile size taltif ederek, liyakatlarınızı onurlandırmak istemiştir. Sayın Ali Sabancı, Cumhurbaşkanı adına, sizi Legion d’Honneur şövalyelik nişanıyla taltif ediyoruz” demiştir. Törene katılanlar arasında Türkiye’nin önde gelen iş insanları, eski bakanlar, gazeteciler vardır: Vuslat Doğan Sabancı,  Şevket Sabancı, Erhan Kamışlı, Aydın Doğan, Rahmi Koç,  Ali Koç,  İnan Kıraç, Hüsnü Özyeğin,  Ömer Sabancı, Demet Sabancı,  Begümhan Doğan Faralyalı, Ahmet Faralyalı, Hanzade Doğan Boyner, ABD İstanbul Başkonsolosu Jennifer Davis, Hüsamettin Özkan,  Namık Kemal Zeybek,  Murat Özyeğin, Özcan Tahincioğlu,  Sani Şener, Ertuğrul Özkök, Sedat Ergin, Hakan Çelik,  Deniz Zeyrek, Volkan Vural, Cem Kozlu .(https://www.dha.com.tr/istanbul/ali-sabanciya-legion-dhonneur-nisani/haber-1564668/video/)
Cumhurbaşkanı Macron  31 Ocak 2018 tarihinde  Ermeni diasporasının çatı  kuruluşu olan Ermeni  Örgütleri  Koordinasyon Konseyi’nin (Conseil de Coordination des organisations Arméniennes de France: CCAF) yıllık yemeğine katılarak Türkiye’yi  eleştirmiştir.  Macron yaptığı konuşmada, Fransa’da sözde Ermeni soykırımını anma günü ilan edileceğini, Cumhurbaşkanı seçilmeden önce bu konuda   söz verdiğini açıklamıştır: “Ermeni soykırımının tanınması ve adalet için mücadele hepimizin mücadelesidir. Bu mücadeleyi, soykırımı anma gününü destekleyerek yürütüyoruz.”  İki hafta sonra Fransa Büyükelçisi sayın Ali Sabancı’ya ödül vermiştir. Bu çelişki, diplomasi tarihinde örnek olay olarak geçecek kadar önemlidir.
Tarihin bir cilvesi mi desem bilmiyorum, Macron yemekte Ermeni kökenli HDP İstanbul milletvekili Garo Paylan’a özel ilgi göstermiş, Ermeni etkinliğinde  Paris Büyükşehir Belediyesi tarafından  Paylan,  Vermeil Madalyası  (la médaille Grand Vermeil)  ile ödüllendirilmiştir. Garo Paylan  Artsakhpress.am’ kaynağında  yer alan demecinde Afrin operasyonuna  karşı olduğunu şöyle açıklamıştır: “Supporters of war are also accomplices to war. Say “no” to Afrin war, do not be part of that crime,” the MP urged, addressing the public.”
Orhan Pamuk, nişan almadan önce  ABD‘de yayımlanan Time dergisinin  8 Mayıs 2006 tarihli sayısının “Time 100: Dünyamızı Biçimlendiren Kişiler” başlıklı kapak yazısında tanıtılan 100 kişiden biri olmuş, 2007 Mayıs’ında yapılan 60. Cannes Film Festivali’nde jüri üyeliği yapmıştır.
12 Ekim 2006’da  Fransa’nın sözde  Ermeni soykırımını inkara ceza yasasını parlamentolarından geçirdikleri gün  Orhan Pamuk’a Nobel Edebiyat Ödülü verilmiştir. İlginç  değil mi? Ne tesadüf! Orhan Pamuk 6 yıl sonra  29 Ekim 2012 tarihinde  de Legion d’Honneur nişanı  almıştır. Nobel ödülü almadan önce Pamuk, İsviçre’nin  günlük Tagesanzeiger gazetesinde 6 Şubat 2005 tarihinde yayınlanan röportajında “Türkiye’de otuz bin Kürt ve bir milyon Ermeni öldürüldü. Neredeyse benim dışımda hiç kimse konuşmaya cesaret edemiyor ve milliyetçiler bunun için benden nefret ediyorlar” demiştir.
Fakat bir milyon Ermeni’nin mezarlarının nerede olduğunu açıklamamıştır. Herhalde kendisi de bilmiyor olsa gerek. Fakat yine de bir güzellik yapmış ve rakamı 500 bin azaltmış. Ermeniler  yükseltiyor pamuk gibi yumuşak yazarlar indiriyor. Türkiye’de bir milyon Ermeni öldürülmemiştir. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti 1923 yılında kurulmuştur.  Ayrıca bir milyon Ermeni öldürülmüş ise bunların mezarları nerededir?  Madem Orhan Pamuk gidip saymış ki bu rakamı telaffuz ediyor. O zaman kendisine sormak gerekir? Nerede bu Ermeniler?   Bu  sürede  öldürülen Ermenilerin mezarlarının yok olması mümkün değildir. Çok kısa sayılacak bir dönemde belli bir bölgede  1 milyon Ermeni öldürülmüş ise onların mezarlarını da bilmesi gerekir. Öyle sallama rakamlarla kimse Türklere kara çalamaz.  Açıklanmadığı sürece bu rakam  Türk ulusuna atılan bir iftira olarak kalacaktır.
Rahmetli Şükrü Sever Aya’nın tespiti çok önemlidir. “1 buçuk milyonun en çok 150 günde öldürülebilmesi için, her gün 10.000 kişinin öldürülmesi bunların gömülmesi için de en az 5 bin amelenin her gün futbol stadı kadar alanda ölüleri gömmesi lazımdı. Bu sahalardan bir tane dahi bulunmamıştır, bulunalar Türklere ait kuyu ve mezarlardır… Ermenilerin 2.2.1923 tarihinde Lozan Konferansı’nda sundukları raporda 760 bin Ermeni’nin hayatta bulunduğu ülkeler sayılmaktadır. Başka bir resmi Amerikan raporunda ise Kasım 1922 tarihi itibariyle dünyada 3.004.000 Ermeni’nin yaşadığı bu yekûndaki 817.873 kişinin Türkiye muhaciri olduğu yazılmıştır. Bu inkâr edilmez resmi belgelere göre, toplam Türkiyeli Ermeni kayıpları ya 1.300.000 – 817.000 = 483.000 veya 1.300.000 – 760.000 = 540.000’dir.” Bu rakamı  The New York Times 7 Ekim 1915 tarihinde abartarak 800 bin olarak açıklamıştır.
Fransa, Türkiye’yi tarihte yapılmayan sözde Ermeni soykırımı ile suçlayan ve bu konuda parlamentosundan yasa çıkaran ilk ülkedir. 29 Ocak 2001 tarihinde onaylanan bir cümlelik yasa şöyledir: “Fransa , Ermenilerin 1915 yılında maruz kaldığı soykırımı tanır.”  Fransa, dönemin Türk büyükelçisi tarafından terk edilen ülkedir. Eski Dışişleri ve Milli Savunma Bakanı Hasan Esat Işık 1968’lerde Paris Büyükelçisi’dir. Fransa’daki Ermenilerin kışkırtıp dayatması sonucu Marsilya’da yapılacak Ermeni soykırımı anıtına karşı çıkar. Anıtın açılış törenine Fransız hükümetinin resmen katılmamasını ister. Ancak anıtın açılışına Fransız bakanlardan birinin katıldığını görünce sabrı taşar ve Ankara’ya sorma gereğini duymadan Paris’i terk edip Ankara‘ya döner, gelişmelere karşı dik bir duruş sergiler.
İkinci önerim ilki gibi önemlidir.
Bu önerim kabul edilmez ama Fransa açısından uluslararasında baskı yaratır, Türkiye’ye devamlı saldıran Macron’a çok iyi bir misilleme olur. Fransa, Türkiye’nin Paris Büyükelçisini koruyamamış ve Büyükelçi İsmail Erez’in 1984 yılında Ermeni terör örgütü ASALA tarafından şehit edilmesine engel olamamıştır. Fransa, diplomatlarımızın ASALA teröristlerince şehit edildiği  ülkedir. Şehirlerine sözde Ermeni soykırım anıtları  dikilmesine izin veren Fransa, başta Paris Büyükelçimiz İsmail Erez ile şoförü Talip Yener (24 Ekim 1975), Oktar Cirit, Yılmaz Çolpan, (22 Aralık 1979), Reşat Moralı (4 Mart 1981), Tecelli Arı (4 Mart 1981) ve Cemal Özen’i (24 Eylül 1981) koruyamamış ve 7 Türk diplomatının Ermeni terör örgütü ASALA tarafından şehit edilmesine engel olamamıştır.
Acaba  Fransa Büyükelçisi ve 7 diplomatı Türkiye’de öldürülmüş olsaydı, nasıl bir tepki verirdi ? ASALA Türk diplomatlarına ve aile fertlerine karşı dört kıtada arka arkaya 27 suikast düzenlemiştir. Bu suikastlarda 34 şehit ve pek çok yaralı verilmiştir. Başka hiçbir ülkenin diplomatları böylesine sistematik suikastlara maruz kalmamıştır. ASALA tarafından Bir Hakeim Köprüsü‘nde pusuya düşürülerek şehit edilen Büyükelçi İsmail Erez için köprüde şehit edildiği yere bir anıt olmazsa bir büst dikilerek  köprüden geçen Fransızlara Ermenilerin nasıl  bir millet olduğunun hatırlatılmasında yarar vardır. Daha önce Bir Hakeim Köprüsü’ne  plaket konulması yönündeki talebe Fransız makamları  cevap vermemiştir.
Fransa bunu kabul etmeyecektir ama reddederse Kanada meydanına hiçbir Fransız’ı öldürmeyen, Çınar’ı, Yaman’ı, Groung’u besteleyen, çok sayıda türkünün derleyicisi olan  Gomidas Vartabed’e sorulabilseydi, isminin böyle işlere alet edilmesini  istemezdi.  Anadolu müziği üzerine eserler vermiş bir sanatçının heykelinin sözde soykırım yalanına alet edilmesi hiç hoş değildir. Heykelin kaidesine “Osmanlı İmparatorluğu’nda 1915’te yapılan, 20’nci yüzyılın ilk soykırımının kurbanı olan 1,5 milyon Ermeni’nin anısına”  yazılması ise çok çirkin bir iftiradır.
Üçüncü önerim  aşağıdadır.
Cevabın olumsuz olacağı kesindir, bunu biliyorum. Ama kamuoyu bilsin diyerek açıklamak istiyorum. Fransa, Büyükelçiliğimizin arkasında bulunduğu Paris’in en küçük sokağına (148 m. uzunluk, 15 m. genişlik) Ankara (Rue d’Ankara) adını veren ülkedir. Ankara’daki Paris Caddesi’nin uzunluğu takriben 2,5 kilometredir. Paris Caddesi,  Rue d’Ankara sokağı  uzunluğunda elçiliğin arka sokaklardan birine verilmesi  önerime Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin verdiği cevap ilginçtir. Ben şahsen  bir Türk olarak  utandım. Belediye sorumu Dışişleri Bakanlığına, Bakanlık ise Ankara  Büyükşehir Belediyesine  atmıştır.  Cevaptaki “15.02.1956 tarihli Belediye Kararı gereğince” açıklaması kabul edilemez. Çünkü 1956’da değil 2020 yılındayız. Aradan 64 yıl geçmiş, şartlar değişmiş. Biz 1956 yılındaki Meclis  Karar’ından söz ediyoruz.  Anayasa hükmü değil ki değiştirilmesin. 1956 yılından buyana Anayasamız bile kaç defa değişmiştir ama Meclis Kararı değişmemiştir.  Bu cevabı veren bürokrat sanırım 2020 yılında yaşamıyor ve Macron’un Türkiye  düşmanlığını  görmüyor. Paris Caddesi, Rue d’Ankara’nın 17 katı kadar daha uzundur.
Maruz kalınan davranışa aynı şekilde karşılık verme veya yapılan bir davranışın aynısını bekleme ilkesi olan  mütekabiliyet” (karşılıklı muamele) esası uluslararası ilişkilerde eşitliği sağlayan bir denge aracıdır. Bu sebeple  Rue d’Ankara’nın uzunluğunda (148 metre) ve genişliğinde (15 metre) Fransa Büyükelçiliğinin  yakınındaki bir sokağın isminin değiştirilerek “Paris  Caddesi” adı verilmesinde  hiçbir sakınca yoktur. Gerekçe basittir: mütekabiliyet.”

Dördüncü önerim   basittir ama  önemlidir.
Fransa, Anayasa Mahkemesi’nin sözde soykırım yasasını iptal kararına rağmen sözde soykırım iddialarını ortaokul ders kitaplarına sokan ülkedir. Fransa, 29 Ekim 1919’da Kilis’i ve  5 Kasım 1919’da  Antep’i işgal  eden ülkedir. Fransa, Gaziantep ve Kahraman Maraş’ta  Ermenilerce yapılan  katliamlar için Fransa’da anıt açılmasına izin vermemektedir.  Son Fransız askerinin   Antep’i terkettiği 25 Aralık 1921 Gaziantep’in kurtuluşu olarak yerini alır tarih sayfalarında. Bu yıl Gaziantep Büyükşehir Belediyesi 25 Aralık Gaziantep’in kurtuluş törenlerine Fransa sefirini davet etmelerini Başkan  sayın   Fatma  Şahin’e  önerdim ama  sayın Başkan’dan bir dönüş gelmedi. (No.304169) Herhalde sayın Başkan çok yoğun olduğu için bu gibi milli konulara gereği  kadar zaman ayıramadı.  Sadece  sekreterlerine talimat vermiş ama beni telefonda arayan sekreterler de  cevap veremedi.
Yılmaz Özdil  30 Ekim’deki yazısında önemli  tespitlerde bulunmuştur: “Fransa’nın sömürge için işgal ettiği ülkelere örnek vereceksek, tee Afrika’ya gitmeye gerek var mı?. Antep niye Gazi?. Maraş niye Kahraman?. Urfa niye Şanlı? Kimin işgaline karşı verdik bu sıfatları bu şehirlerimize? Kim silah zoruyla oturdu topraklarımıza? Türk insanına katliamın feriştahını kim yaptı? Antep’te 14 Şehit Anıtı var, Kuvayı Milliye müfrezesine ekmek su taşırken yakalanıp, birbirlerine bağlanarak yaylım ateşle kurşuna dizilen, cansız bedenleri süngülenen, henüz 12 yaşındaki 14 çocuğumuz anısına dikildi… Kim katletti onları? ‘Şayet düşman geçerse, anca naaşımın üzerinden geçer’ diyen Şahin Bey, hangi düşmana karşı vücudunu siper etti? Barikatlar kurup, mahalle mahalle, sokak sokak vuruşmadık mı Antep’te? Kiminle vuruştuk? Ahali namazdayken, camilerimizi top atışına tutanlar kimdi? Kadınlarımız tohumluk olarak depolanan zerdali çekirdeklerini kırıyor, eziyor, kepekle karıştırıp ekmek yapıyordu…”
Hükümet sözcüsü sayın Çelik Fransa’ya tepki gösterirken  Antep’te ne işiniz vardı deseydi ve de bu ülkeden  madalya alanların  madalyaları iade edeceklerini açıklasaydı,  Fransa’ya çok etkili bir cevap vermiş olurdu.  Bunları şunun için yazdım: “Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür.”
Şimdi,  yeni atanan sayın Büyükelçiye bir sorum vardır.Paris’te İstanbul Caddesi  yerine neden Rue de Constantinople”   caddesi var? Acaba Fransa 1453 öncesi bir şehri anarak bir yerlere mi varmak istiyor?Artık bu adla bir şehir dünyada yokken bu adlandırmanın bir açıklaması  var mıdır?
Birinci  Dünya Savaşı sonrasında İtilaf Devletleri ile Osmanlı İmparatorluğu arasında 10 Ağustos 1920 tarihinde  Paris’in batı banliyösü Sevr (Sevres)  kasabasındaki Seramik Müzesi’nde  (Musée National de Céramique)  Sevr Anlaşması imzalanmıştır. Müze, Türkiye için Anlaşma’nın imzalandığı yer olması bakımından önemlidir.  Bir diğer önemi de, Ermenilerin müzenin önüne 8 Mart 2001 tarihinde  sözde Ermeni soykırım anıtı dikmesidir. Anıtın üzerinde tarafımdan çekilen fotoğrafta da görülebileceği gibi “1915’te Jön Türk Hükümeti tarafından katledilen 1,5 milyon Ermenin anısına” yazılıdır.

Benzer şekilde 1,5 milyon rakamı, Auschwitz-Birkenau toplama kampının önündeki anıtta da  vardır: “…about one and a half million men, women and children mainly jews from various countries of Europe.”   Müzenin önüne sözde Ermeni soykırım anıtı dikilmesinin sebebi şudur: “Biz Ermeniler Türkiye Cumhuriyetini kuran Lozan Anlaşmasını tanımıyoruz. Bizler Sevr Anlaşması’nın halen yürürlükte olduğunu kabul ediyoruz. Çünkü Sevr’de büyük Ermenistan vardır.”  Auschwitz-Birkenau toplama kampında 1,1 milyon Yahudi gaz odalarında öldürülmüştür. Bu kampı ziyaret ettim. Gaz odalarında  ölümün  kokusunu hissettim.  Gaz odaları ile fırın arasında döşenmiş küçük ve dar demiryolunu görünce irkildim. İnsan insanın bu kadar düşmanı nasıl olur diye düşündüm.
Paris’te 1985-1990 yıllar arasında görev yapım. Eşim Dr. Sena (Dirimtekin) Karluk göz ihtisasını Fransa’da yapmıştır. Fransız hocaları o dönemde Paris’te çok yaygın olan “AIDS”  hastalarının göz kontrolü için kırmızı işaretli (çok bulaşıcı) hastaların bakımı için Türk ve Arap  kökenli ihtisas yapan doktorları görevlendirirlerdi.  Fransız ve Ermeni kökenli Fransız doktorlara   zorunluluk olmadığı sürece görev  verilmezdi. AIDS’in dünya kamuoyunda hızlı tanınmasında etkili olan ilk isim, Rock Hudson olup 2  Ekim 1985’te bu hastalıktan yaşamını yitirmeden önce  Paris’te Amerikan Hastanesi’nde tedavi görmüştü. Tam bu dönemde de eşim de Amerikan Hastanesi’ne  kontrol için  gidiyordu ve bizlerde hastaneye her gidişimizde tedirgin oluyorduk. Çünkü  o yıllarda tedavisi yoktu. Tıpkı şimdilerde  Covid -19’da olduğu gibi.
1980’li yıllarda DPT AET Başkanı iken Avrupa Birliği konularında birlikte çalıştığımız  eski Paris  Büyükelçimiz, değerli arkadaşım ve dostum  Uluç Özülker‘in  Sabah gazetesinde yer alan (14.09.2020)   görüşlerine   katılıyorum: “Soru:“Macron’un Türkiye politikası Fransa’da kabul görüyor mu? Hayır görmüyor. Fransa ile ilişkilerimizde iniş çıkışlarımız çoktur. Fransa 2002 yılında Türkiye’nin AB ile müzakerelerin başlaması için Almanya ile birlikte destek olmuştu. Politikacılar Türkiye konusunda Fransa’da hep zor durumda kalmıştır. Ben Türkiye konusunu eski Cumhurbaşkanı Chirac ile konuştum. Türkiye’nin AB’nin ve Fransa’nın yanında olması gerektiğine inandığını, AB’nin güçlü olması için bunun kaçınılmaz olduğunu söyledi. Ama Fransa seçmenin AB’nin daha fazla genişlemesini istemediğini ve Türkiye gibi güçlü bir Müslüman ülkenin AB’de olmasına yanaşmayacağını düşünüyordu. Türkiye ile anlaşamayan eski Cumhurbaşkanı Sarkozy ise ‘Akdeniz’in Doğu’su Türkiye’den Batı’sı bizden sorulur’ diyordu. Macron şimdi bambaşka bir iş yapıyor.”

 AVRUPA VE DIŞİŞLERİ BAKANI JEAN-YVES LE DRİAN TARAFINDAN  YAPILAN  AÇIKLAMA KABUL EDİLEMEZ: “TERÖR SALDIRISI SONRASI TÜRK MAKAMLARINDAN HİÇBİR RESMİ KINAMA VEYA DAYANIŞMA İŞARETİNİN BULUNMAMASINA, SON BİRKAÇ GÜNDÜR, TÜRK DEVLETİ’NİN EN ÜST DÜZEY MAKAMINCA İFADE EDİLEN, DOĞRUDAN CUMHURBAŞKANINI HEDEF ALAN HAKARETLERİN DE YAR ALDIĞI, BİZE KARŞI VE ÜLKEMİZ İÇİNDE NEFRET AĞLARI ÖRMEYE YÖNELİK BİR İRADE ORTAYA KOYACAK ŞEKİLDE, FRANSA’YA KARŞI BİR NEFRET VE İFTİRA PROPAGANDASI DA EKLENMİŞ BULUNUYOR. BU DAVRANIŞ KABUL EDİLEMEZ, HELE Kİ MÜTTEFİK BİR ÜLKEDEN. BUNUN NETİCESİNDE, FRANSA’NIN TÜRKİYE’DEKİ BÜYÜKELÇİSİ, (HERVÉ MAGRO) İSTİŞARELERDE BULUNMAK ÜZERE GERİ ÇAĞRILDI VE HEMEN 25 EKİM 2020 PAZAR GÜNÜ İTİBARİYLE PARİS’E DÖNÜYOR.  25/10/20”

Bakanlığın açıklaması çok diplomatiktir. Fransa   terörist Ermeni devletinin  Azerbaycan’da sivil hedefleri vurmasına neden sessiz kalmaktadır? Fransa neden soykırım yasası çıkararak Türkiye’yi sözde soykırım yapmakla suçlamaktadır? Neden  ASALA Ermeni terör örgütü tarafından şehit edilen Paris Büyükelçimizin büstünün “Bir Hakeim” köprüsüne konulmasına izin vermemektedir? Ermeni soykırımı konusu Fransa’da ortaokul 3 sınıf  tarih ve coğrafya ders kitaplarına  neden girmiştir? Bu kitaplarda Fransa’nın Cezayir ve Ruanda’daki gerçekleştirdiği soykırımlarına neden yer verilmemiştir?
Fransa’nın Antep ve Maraş’ta ne işinin olduğu neden açıklanmamaktadır?  Fransa Milli Eğitim Bakanlığı`nın yaptığı  müfredat  değişikliklerine göre öğrenciler, 1910`dan bugüne kadar dünya tarihindeki gelişmeleri incelerken, olmayan sözde Ermeni soykırımı başlığı altında bir bölüm okuyacaklardır ama bu, gerçek tarih değildir.  Fransa neden tarih kitaplarına  Fransa adına Geoeges Picot, İngiltere adına Sir Mark Sykes’ın yürüttüğü  Sykes-Picot Anlaşması  ile Türk topraklarının paylaşılmasını  objektif  açıdan ortaokul 3. sınıf tarih  ders kitaplarına  koymamaktadır?
Sayın Bakan  aşağıda Maxime Gauin’in iki makalesini okumamış. Okumuş olsaydı, sözde Ermeni soykırımı yalanına sarılmaz,  belki de utanırdı.
1985 davası  yanlış anlaşılmıştır. Türk stratejisinin önemi küçümseniyor ve kararda Türk olmayan mağdurların rolü abartılıyor. Her şeye rağmen, 2001 yılında “Ermeni soykırımı” iddialarının tanınmasının, Orly saldırısının ana faili de dahil olmak üzere, terörizmi ödüllendirdiği  ortadadır.
(https://www.academia.edu/6847834/Remembering_the_Orly_attack?email_work_card=view-paper)
1970  ve 1980’lerde yüzlerce saldırı gerçekleştirildi.  Sonuncusu  23 Haziran 1997′de Brüksel’de olmak üzere 1990’larda Ermeni teröristler tarafından  yapıldı. Bu saldırıların çoğu demokratik Batılı ülkelerde gerçekleşti ve Orly bombardımanı barış zamanlarında Fransız tarihinin en ölümcül terörist saldırısı oldu. Ermeni diasporasından  daha doğrusu bu diasporanın milliyetçi unsurlarından gelen destek genellikle reddedilir veya unutulur. Türkiye’ye yönelik Ermeni soykırımı iddiasına yönelik siyasi kampanyalar ile terör saldırıları arasındaki yakın bağlar da benzer şekilde reddedilmiş veya unutulmuştur. Ermeni teröristlerin  katliamları  unutulmuştur. Türkiye dışında çok az sayıda anıt veya büst dikildi,   Orly saldırısı  için hiçbiri yapılmadı. Bu sunumun amacı, terörizmin nasıl ortaya çıktığını, tarihin çarpıtmalarıyla, özellikle de sahte kullanımıyla nasıl meşrulaştırıldığını ve geçmişin bu kötüye kullanımının bugüne kadar nasıl devam ettiğini anlatmaktır. (https://www.academia.edu/6889625/ARMENIAN_TERRORISM_AND_PROPAGANDA_SINCE_1972)
Soruları daha da arttırmak mümkündür ama bu kadarı yeterlidir. Fransa’nın unutmaması gereken bir mektup vardır. Sözde  Ermeni soykırımı  masallarını ders kitaplarına koymak yerine  Fransa’ya tavsiyem, Kanuni Sultan Süleyman’ın Kral Fransuva’ya yazdığı  fermanını öğrencilere okutmalarıdır. Genç Fransızların bunu bilmelerinde yarar vardır.
Yılmaz Özdil  15 Eylül 2020 tarihinde Fransa Türkiye ilişkilerini 2006’dan başlayıp günümüze kadar tarih vererek açıklamıştır. Tarihe baktığımızda güçlü bir diplomasiye sahip devletler uluslararasında ilişkilerinde de güçlü bir yapıya sahip olmuşlardır. Hemingway’in “Cesaret, olaylar karşısında gösterilen zarafettir” sözüne sadık kalalım ama zarafet göstereceğiz diye  yukarıda 4 başlıktaki konuları gündeme getirmezsek eğer,  “Gerçek ayakkabılarını giymeden, yalan dünyayı üç kez dolaşır.” Unutmayalım.
Prof.Dr. Sadık Rıdvan Karluk

Yazar Prof. Dr. Sadık Rıdvan Karluk

1948 yılında Eskişehir’de doğdum .1970’de Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirdim. Kısa bir süre Maliye Bakanlığı ve Sayıştay’da çalıştıktan sonra 1972 yılında Eskişehir İTİA İktisat Bölümü’nde akademik kariyere başladım. 1975’te doktor, 1979’da doçent oldum. 1975 – 1976’da İngiltere Sussex Üniversitesi’nde doktora üstü çalışmalar yaptım.
1982 yılında Devlet Planlama Teşkilatı Başbakan Turgut Özal’ın direktifleri doğrultusunda kurulan AET Genel Müdürlüğü’nün (şimdiki AB Bakanlığı) başkanlığını yaptım. 1984 – 1985 döneminde İktisadi Kalkınma Vakfı Yönetim Kurulu üyeliğinde bulundum, 1982 – 1985 yılları arasında İstanbul Ticaret Odası Yönetim Kurulu Başkanı’na (Nuh Kuşçulu) danışmanlık yaptım. Bu dönemde Türkiye’de Yabancı Sermaye Yatırımları konusunda iki kitabım (biri İngilizce) ile İhracatta Vergi İadesi kitabım İTO tarafından yayınlandı.
1985 yılında Paris’te OECD nezdinde Türkiye Büyükelçiliği’ne Planlama Müşaviri sıfatıyla tayin edildim. Görev yaptığım dönemde Türkiye’yi 4 Komite’de temsil ederek, Türkiye’de kalkınmakta olan bölgeler konusunda OECD’nin önemli bir araştırmasının (Regional Problems and Policies in Turkey) basılmasına katkıda bulundum. 1990 yılında yurda dönüşümde DPT Müsteşar Müşavirliği’ne getirildim. Daha sonra Başbakanlık Başmüşavirliğinde Türkiye ile Türk Cumhuriyetlerinin ekonomik ilişkilerinin gelişmesinde bir model olan “Türk Ödemeler Birliği” kurulması için bir proje geliştirdim.
1991 yılında profesörlüğe atanarak Anadolu Üniversitesi’ne geçtim. Anadolu Üniversitesi’nde Türkiye Ekonomisi, Uluslararası İktisat, Uluslararası Ekonomik Kuruluşlar, Avrupa Birliği, Avrupa Birliği Türkiye İlişkileri , Dış Ticaret Teorisi ve Politikası, Uluslararası Entegrasyonlar derslerini kendi eserlerimi esas alarak yürüttüm. Akademik kariyerimde 23 yüksek lisans, 16 doktora tezi yönettim. Bu öğrencilerim arasında çeşitli üniversitelerde görev yapan çok sayıda profesör, doçent ve yardımcı doçent bulunmaktadır. Üniversite Senato ve Yönetim Kurulu üyeliği yaptım, İktisat Fakültesi Dekanlığım döneminde AÖF kapsamında bulunan tüm iktisat kitaplarının yeni formata göre yazılmasına yazar ve editör olarak katkıda bulundum.
İkinci (1981), Üçüncü (1992) ve Dördüncü (2004) Türkiye İktisat Kongrelerine bildiri sunarak katılan tek öğretim üyesiyim. Dördüncü Türkiye İktisat Kongresi Bilim Komisyonu üyeliği yaparak Türk Sanayici ve İşadamları Vakfı (TÜSİAV) Bilim Kurulu Başkanlığı görevinde bulundum. 1996 yılında TOBB Milletlerarası Ticaret Odası (International Chamber of Commerce: ICC) Uluslararası Ticaret ve Yatırım Politikaları Komisyonu’nda (Commission on Trade and Invesment Policy) ICC Türkiye Temsilciliğine getirildim. Son 10 yıldır TOBB ICC IFO World Economic Survey kapsamında her üç ayda Türkiye ekonomisindeki gelişmeler ile ilgili olarak gönderilen sualnameleri cevaplandıran 12 uzmandan biriyim.
“Uluslararası Ekonomi: Teori ve Politika”, “Türkiye Ekonomisi: Cumhuriyetin İlanından Günümüze Yapısal Değişim”, “Avrupa Birliği”, “Türkiye Avrupa İlişkileri: Bir Çıkmaz Sokak” ve “Uluslararası Kuruluşlar” başlıklı temel ders kitaplarım dahil yayınlanmış 24 kitabım, 300’den fazla makalem, 12 ortak ve 3 çeviri eserim vardır. Beş ders kitabım (642-908 sayfa aralığında) 42 baskı yapmıştır. Tüm üniversitelerde ders kitabı ve yardımcı kitap olarak okutulmaktadır.
Ortak yazarlı bir ders kitabım TÜBA üniversite ders kitapları 2012 yılı telif ve çeviri eser ödülü olmak üzere 6 “bilimsel araştırma ödülüne” sahibim. Diğer araştırma ödüllerim şunlardır: 1984: Enka Vakfı, “Türk Ekonomisinin Dünya Ekonomisine Entegrasyonu,” Bilimsel Araştırma Yarışması Üçüncülük Ödülü, 1982: Türkiye Milli Kültür Vakfı: Teşvik Armağanı, Dal: İktisat, 1981: İktisadi Kalkınma Vakfı, “AET ile İlişkilerimizin Atatürkçü Ekonomik Politika Açısından Değerlendirilmesi,” Behçet Osmanağaoğlu İnceleme Yarışması Birincilik Ödülü, 1979: Pamukbank, “Dışsatımın Özendirilmesinde Ticari Bankalarımızın Yeri” Bilimsel Araştırma Yarışması İkincilik Ödülü.
ABD ABI Enstitüsü’nün Yılın Eğitimcisi (Man of the Year 2011) ödülü sahibiyim. Özgeçmişim WHO’s WHO Dünya, Asya ve Türkiye baskılarında yer almıştır. (Who’s Who in Asia 2012, Asya’da Kim Kimdir 2’nci baskı, 01/11/2011, Who’s Who in the World 2011, Dünyada Kim Kimdir, 28’nci baskısı, 03/12/2010, Günümüz Türkiyesi’nde Kim Kimdir, 01/05/2005). Özgeçmişim Turkischer Biographiscer Index/Turkish Biographical Index’te (2004, s.563) yer almıştır. Google Akademik’te 1.070 (05.02.2018) atıfım vardır.
Eskişehir Sanayi Odası, Eskişehir Ticaret Odası, İstanbul Sanayi Odası, Ankara Ticaret Odası, Ankara Sanayi Odası, Kayseri Sanayi Odası, İşveren Dergisi, İktisadi Kalkınma Vakfı Dergisi gibi oda dergilerinde yazılarım yer almıştır. Türkiye’de yayınlanan çok sayıda bilimsel derginin hakem heyetinde yer almaktayım. Ders kitaplarım: 42 baskı yapmış olup 3.884 sayfadır.

0
mutlu
Mutlu
0
_zg_n
Üzgün
0
sinirli
Sinirli
0
_a_rm_
Şaşırmış
0
vir_sl_
Virüslü
Fransa Bozkurt – Lotus Davası’nı Unutmasın, Macron Kendine Gelsin!
Yorum Yap