CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, “Sözde cumhurbaşkanı” dediği günden bu yana AK Parti’den kınama üstüne kınama geliyor.
AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik, 27 Nisan 2007 tarihli e-muhtırada, “Sözde değil, özde cumhurbaşkanı” ifadesinin geçtiğini hatırlatarak, Kılıçdaroğlu’nun sözlerinden darbe sonucu çıkardı.
Sanırsınız…
“Ben yazdım” dediği e-muhtıradan bir yıl sonra Orgeneral Yaşar Büyükanıt’a Devlet Şeref Madalyası’nı Kılıçdaroğlu taktı.
“Sözde terör örgütü lideri” denilmesinden bahisle, “Bu ifade Öcalan için kullanılıyor” diyen bile var. Yerel seçimde HDP seçmeni CHP’ye oy vermesin diye kendisinden referans mektubu alınırken Apo’nun “özde” kabul edilmişliği de vaki olmuştu ya, hadi neyse…
Kimileri ise şöyle soruyor: “Atatürk’e diyen oldu mu?”
Atatürk ve İsmet İnönü’ye “İki ayyaş” denildi.
İnönü, Hitler’e benzetildi.
Camide beddua edildi.
O SÖYLERKEN BELAGAT…
Erdoğan, mikrofonu aldığında AK Parti genel başkanı olarak konuşuyor.
Selahattin Demirtaş’ı terörist, CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nu militan ilan edebiliyor.
Meral Akşener’i cezaevine atmakla tehdit edebiliyor.
Ekrem İmamoğlu’nu Sisi’ye benzetebiliyor.
Mansur Yavaş’ı “Sahte çek senet tahsilatçısı” diye suçlayabiliyor.
Tunç Soyer için “Kandil’den icazetli” diyebiliyor.
Bunlar siyasi üslup oluyor.
Belagat oluyor.
Kasımpaşalılık oluyor.
Kılıçdaroğlu ya da diğer muhalefet liderleri yanıt verdiğinde Erdoğan cumhurbaşkanı şapkasını kafasına geçiriyor.
Muhalefet eleştirince vesayet günlerini arzulamak oluyor.
27 Mayıs’cılık oluyor.
Söylerken genel başkan, eloğlu karşılık verirken cumhurbaşkanı…
MUHALEFET CAN TEHDİDİ ALTINDA
Türkiye, her geçen gün sözde demokrasi diye anılacak şekilde üçüncü dünya ülkesine dönüşüyor.
Düşünün, önceki gün Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Selçuk Özdağ, evinin önünde silahlı ve sopalı beş kişi tarafından dövüldü.
Yeniçağ yazarı Orhan Uğurluoğlu aracına binerken, Avukat Afşin Hatipoğlu bürosuna girerken saldırıya uğradı. Üç mağdurun ortak noktası, MHP’yi eleştirmiş olmaları…
Yalnızca Kılıçdaroğlu’nun yaşadıkları, muhalefet etmek için adeta ölümü göze almak gerektiğini kanıtlıyor.
PKK’nın suikast girişiminde bulunduğu tek lider olan, biricik evladını bedelli imkanı varken uzun dönem askerlik görevine gönderen Kılıçdaroğlu, iktidarın hamaset yoluyla delirttiği güruh tarafından Ankara’nın Çubuk İlçesi’ndeki şehit cenazesinde linç girişimine uğradı. Sığındığı ev yakılmak istendi.
Saldırgan Osman Sarıgün, AK Parti üyesi çıktı.
İnek hırsızlığından sabıkalı Osman’ı bir tek omuzlarına almadıkları kaldı.
Kılıçdaroğlu’nun önüne bir diğer şehit cenazesinde namazı beklerken mermi bırakıldı.
Ankara’dan İstanbul’a yürürken IŞİD tarafından bombayla öldürülmek istendi.
Mafya lideri Alaattin Çakıcı tarafından tehdit edildi.
Başkentin göbeğinde bunlar yaşanırken…
İstanbul’da Akşener’in evi basıldı.
Türkiye İşçi Partisi Milletvekili Barış Atay, gece yarısı sokak ortasında dövüldü.
ALTIN GÜNÜ GİBİ ÖDÜL TÖRENİ
Dahası…
Bu saldırıları duyurması beklenen özgür basın, mali baskı, cezaevi tehdidi, RTÜK ve Basın İlan Kurumu gibi araçlar eliyle imha edildi. Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın istifası iki gün boyunca yazılıp çizilemedi.
Olay TV, 26 günde susturuldu.
SÖZCÜ TV’nin isim değiştirme isteği bir yıldır gündeme alınmıyor.
Taş Devri’nden bu yana tarikatlarla savaşan SÖZCÜ yazarları, FETÖ’cülükle suçlanıyor.
Cumhuriyet, Birgün ve Evrensel’in resmi ilanları kesiliyor.
KRT, TELE 1 ve Halk TV’nin ekranı karartılıyor.
Buna karşın Beştepe’ye davet edilen, birkaçı müstesna, iktidar yanlısı televizyonculara ve gazetecilere altın günü misali ödül veriliyor.
Yazdıkları ve konuştuklarından ötürü değil…
Daha çok sustukları için.
Suspayı olarak.
LİYAKATSİZLİK TERCİHTİR
Muhalefetin can tehdidi yaşadığı, basının susturulduğu ve yargının bağımlı kılındığı bir ülkede sözde demokrasi, sonuç değildir, bilinçli bir tercihtir.
İktidar denetlenmek istemediği için bu tercihi yaptı.
Denetimsizliğin sonucu liyakatsizliktir.
Akraba kayırmacılıktır.
Torpildir.
Partizanlıktır.
Bu yüzden siyasi davalardaki “çabalarından” ötürü iktidarın desteklediği bir başsavcı, Yargıtay’da dosya kapağı bile aralamadan Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) üye yapılmak isteniyor. Damattan bakan, güreşçiden banka yönetim kurulu üyesi, rüşvete karışan eski siyasetçiden büyükelçi olabiliyor. Parti üyesi Prof’lar puanla giremeyecekleri üniversitelere rektör atanıyor. Menzil’cisi Sağlık Bakanlığı’nı, Hak-Yolcu’su Adalet Bakanlığı’nı pay edebiliyor. Türkiye’nin muhtaç olduğu Covid-19 aşısı AK Parti belediye meclis üyesinin asil kanında dolaşıyorsa, işte bu yüzden.
Bu düzen, sözde demokrasidir.
İsmail Saymaz/Sözcü Gazetesi
İsmail Saymaz/Sözcü Gazetesi