YAZ’İSTAN’BUL ÖĞRENCİLERİ SORDU, PORTRE YAZARI FAHRİ TUNA CEVAPLADI
‘Kişi veya Şehirler Gönlümde Duruyorlar Zaten, Oradan Seçip Seçip Yazıyorum’
17 Haziran 2021 Perşembe 10:00
Bir sabah uyandığınızda karşınızda 18 yaşındaki Fahri Tuna’yı görseniz, ona ne söylemek isterdiniz? (Umut Sezer – Vergi müfettişi /İstanbul)
‘Hey ufaklık, n’aber? Akıllı ol, kalbinin ve kaleminin peşinden ayrılma’ derdim.
Kendinizi bir şiirle veya hikâye kahramanıyla anlatacak olsanız; bu şiir hangi şairin şiiri ve hangi hikâyenin kahramanı olurdu? (Miraç Küçük – Arapça öğretmeni / Sakarya)
Yahya Kemal’in ‘Akıncılar’ şiiri. Bir de Ömer Seyfettin’in ‘Pembe İncili Kaftan’ hikâyesindeki Türk elçisi benim işte.
Yeniden seçim yapma şansınız olsa hangi mesleği seçerdiniz? (Dilek Uğur – Türkçe öğretmeni/ İstanbul)
Eğitimimden de mesleğimden de yazarlığımdan da memnunum. Bugünkü aklım olsaydı, edebiyata daha gençken, 40’ımdan sonra değil de 30’umda ağırlık verir, bürokrasiden (müdürlüklerim, daire başkanlıklarım vesaire) uzak durur, daha çok ülke, daha çok şehir ve daha çok insan tanımaya çalışırdım.
Portre yazarlığını niçin ve nasıl seçtiğinizi sormak istiyorum ben? (Ümmügülsüm Lafcı – Din ve Ahlâk bilgisi öğretmeni / Ankara)
Ben portre yazarlığını seçmedim; portre yazarlığı beni seçti. Ben şiirle başlamıştım. Mizah ve denemeyle devam ederken, rahmetli Selahaddin Şimşek ‘sende portre yazarlığı yeteneği görüyorum’ diyerek beni bu alana yönlendirdi. Otuz senedir de aramız iyidir portre yazarlığıyla; geçinip gidiyoruz işte.
İlk portrenizi nasıl ve kime yazdığını sormak istiyorum? (Ahmet Faruk Öcel – Sınıf öğretmenliği öğrencisi / Eskişehir)
Ulusalda yayımlanan ilk portrem ‘Cemil Meriç; Türk Düşüncesinin Everest’i’dir. Ülke Dergisinde 1997 Eylülünde, 29. Sayısında 103. Sayfada yayımlanmıştı. Şehir portresi manasında ilk yazım ise 1991 Haziranında Yeni Sakarya Gazetesinde yayımlanan ‘Adapazarı; Gönlümüzün Başkenti’dir.
Daha önce portresini yazmak isteyip yazamadığınız birisi oldu mu? (İbrahim Hakkı Kaymak – Türkçe öğretmeni/ Nevşehir)
Evet; Necip Fazıl. Ben Büyük Doğu’dan yetiştim. Ondan belki, henüz cesaret edemedim. Günü gelir, yazarım inşallah.
Portresini yazacağınız kişi veya şehirleri nasıl seçiyorsunuz? Fahri Tuna portrelerini diğer portre yazarlarından ayıran temel özellikler neler? (Riyad Tezcan – PDR öğretmeni / Mardin)
Yılda ortalama elli portre yazıyorum. Onları ben seçmiyorum; o kişi veya şehirler, gözüme, gönlüme, kalbime girmişler. Sırası geldikçe öne çıkıp kendilerini yazdırıyorlar. Çok samimiyim. Fahri Tuna portrelerinin belirgin yönlerine gelince – bunu ben söyleyemem, diğer yazar veya iyi okurların tespitlerini aktarayım burada -; temiz duru yaşayan bir Türkçe, şiirsellik, edebî sanatları bol kullanma, samimiyet, akıcılık, ironi, üçlemeler, iki nokta üst üste ve noktalı virgülü bol kullanma, imgesel başlıklar…
Kendi portrenizi yazdınız mı? (Yılmaz Çiğdem – Daire Başkanı / Sakarya)
Yazmadım. Yazmak istiyorum ama. İki gün önce karar verdim: Bir gün Asaf Meriç adıyla kendi portremi de yazayım diye. Ve ölümümden sonra yayımlansın. Kendinden hoşnut biri değilim ben. Yazarken kendime çok acımasız olacağımdan endişe ediyorum, yeri geldi; söyleyeyim.
Mühendis olmanız sebebiyle hayal gücünüzün kuvvetli olduğunu düşünüyorum. Fakat yazdığınız eserlere baktığımda çoğu porte, biyografi ya da bilgilendirici yönü ağır basan edebi metinler. Buradan yola çıkarak; hayal gücünüz sizi farklı tarzda hikâyeler, romanlar (örneğin polisiye, gerilim gibi) yazmaya neden sürüklemedi acaba? (Tülay Sayan – Sınıf öğretmeni / Adapazarı)
Aksine mühendis olmak, gerçekçi – realist olmak demektir. Bu anlamda portre yazarlığı ile mühendislik birbiriyle örtüşen iki unsur bence. Biyografi ve portrede de hayal gücü var aslında. Sadece hikâye ve romana oranla kurgu az. Zaman zaman hikâye yazmam, hatta roman yazmam da istendi ama ben önce portre ve biyografiye yoğunlaşıp onların hakkını vermeyi yeğledim.
Bir seferinde bana ‘yazılacak konular tükenmez’ demiştiniz. Yazı yazma enerjimi bu sözünüzden alıyorum. Senelerdir devamlı yazıyorsunuz. Siz, bu hayran olduğum yazı yazma enerjinizi, nerden alıyorsunuz..? (İvi İlyadis – Ev hanımı / Atina-Yunanistan)
Evet; yazılacak konu tükenmez. Hayat devam ettiği sürece, dünya durduğu sürece yazılacak konu bitmez. Yazma enerjimi ise hayattan, insan sevgimden ve iyi kalpli, merhametli, cömert insanlardan alıyorum.
Bu atölye boyunca, on sekiz haftadır, hep ama hep bir soru aklıma geldi: Fahri Hoca’mız bu enerji ve ilhamı nerden topluyor? Nereden, kimden? (Amila Neslanoviç – Türk dili ve edebiyatı yüksek lisans öğrencisi / Sarayevo – Bosna Hersek)
Bilmiyorum. İşine yüksek konsantrasyon diyebilirim. Edebiyat aşkı diyebilirim. Yazarlığın, hele de son on iki yıldır hayatımın merkezi olduğunu söyleyebilirim. Bir de zevk alıyorum, yazmaktan, yazarlık okullarında paylaşmaktan, onları gelişiyor görmekten. Başka bir cevabım yok verecek.
Gözlemlerim sonucunda hayatınızda genel olarak bir disiplinin hâkim olduğunu görüyorum. Hayatınızda disiplini bir düstur edinmeyi nasıl başardınız ve bu disiplinin üretkenliğinize katkısı nedir? (Taha Yasin Tuncer – Türkçe öğretmeni / Van)
Tebrik ederim, güzel bir gözlem: Bir tarafıyla özgürlükleri savunurken, diğer tarafıyla hep bir içdisiplini savundum ve kendi hayatıma uygulamaya çalıştım. Hayatı, yaptığım işi, yazdığım yazıyı daima ciddiye almaya çalıştım. Ve önerdim. Üretimimde sürekliliğimi ve yazıda gelişimimi bu disiplin sağladı diyebilirim. Bir de lisede yatılı okumuş olmam da etkili olmuş olabilir.
Yazma disiplini oluşturma hikâyenizden küçük satır başları dinleyebilir miyiz? Bu yoğun çalışmalar neticesinde gerçekleşen yazma serüveni, Fahri Tuna’ya neler kattı ve onun hayatından neler çaldı? (Ömer Faruk Özdemir – Görsel tasarım öğretmeni / İstanbul)
Disıplın dispılın disıplın; aile içinde en çok tekrarladığım sözlerden birisidir bu. Kızım Ayşenur’a lise hayatı boyunca, son hafta ‘hayat disiplinden ibarettir; sınıfta bir kişi olacaksa o da Fahri Tuna’nın kızı olmalı’ demiştim. O da hep öyle yaptı. Okulda öğretmenleri son hafta, sınıfta bir tek onu görünce ‘sen de gitsene kızım’ dediklerinde ‘babam kızar, ona söz verdim’ demiştir. Üretkenlik ve süreklilikte olumlu çok şey kattı. Olumsuzluklar da: Sevimsiz bir damat, titiz bir yönetici, pek kimsenin çalışmak istemediği bir müdür, suratsız bir hoca yaptı beni. Öte yandan; hep takdir edilen biri de oldum. Neşeli, şakacı ve gırgır tarafımı ortaya çıkartmayı da hep öteledi, örseledi, arkaladı bu disiplinli tarafım. Şikâyetçi değilim ama.
Hayat içerisinde hata yaptığınızı fark ettiğinizde, verdiğiniz ilk tepki nedir; bu durum hayat enerjinizi etkiliyor mu; etkiliyor ise nasıl? (Seda Meriç – Çevre mühendisi / Adapazarı)
Dışa dönük, iletişime açık biri gibi görünmekle beraber, aslında duygusal, mahcup ve alıngan biriyim. Çok da unutkan ve dalgınımdır. Başarılarım kadar başarısızlıklarım ve hatalarım da oldu. Oluyor da hâlâ. Hata yapınca üzülüyorum, birkaç saat veya gün içime kapanıyorum; enerjim düşünüyor. Hatalarımdan ders çıkartmaya çalışıyorum. Sonra da kendimle dalga geçiyorum o olayla ilgili. Anlatıyorum arkadaşlarıma, güldürüyorum, ben de gülüyorum. (Kendimden böyle intikam alıyorum belki de.)
İşiniz ve aileniz arasında kaldığınız oldu mu? Böyle durumlarda ne yaparsınız? (Nazlı Yıldırım – Biyoloji öğretmeni / İstanbul)
Oldu. Çok oldu hem de. İşim ve arkadaşlarım, her zaman ailemden önce geldi. Eşim de yakınıyor bundan zaten. Ama aileme karşı da görevlerimi yerine getirmeye çalıştım. (Siz benim gibi yapmayın lütfen.)
Fahri Tuna için Anadolu? (Sertaç Polat – Din ve Ahlâk bilgisi öğrencisi / Denizli)
Bir ayağım, bir elim, bir gözüm. Diğeri de Rumeli ama.
Üsküp’e gömülmeyi neden vasiyet ettiniz? Balkanları neden bu kadar önemsiyorsunuz? (Mehmed Arif – Dergi editörü / Üsküp-K.Makedonya)
Balkanlar’da ben özümü geçmişi kendimi buluyorum. Her Balkan seferi dönüşümde kendimi daha Türk, daha Müslüman hissediyorum. 61 kere gitmiş olmam bundan. Akıncı dedelerimin ruhu var bende. Bir lakabım da ‘Çağdaş Malkoçoglu’dur benim. Üsküp de, bana göre, Balkanların kalbi, başkenti. Üsküp’e gömülme vasiyetim, Balkanların yeniden fethi yolunda bir aşama, bir ilerleme benim için.
Sizce; hikâye, roman, biyografi, portre… – tür ayırmadan sormak istiyorum -, yazar, konunun içerisinde ne kadar yer almalıdır, okuyucu yazarı hissetmeli midir. Ya da yazar kendini soyutlamalı mıdır?.. (Fatma Betül Duran – Bankacı/ Sakarya)
Bu konu çok tartışılan bir konudur edebiyatımızda. Farkında olarak veya olmayarak yazar, her an eserinin içindedir zaten. Kendini eserden soyutlanmasını da doğru bulmam. Çünkü biz okur olarak, yazarı her şeyiyle merak edip okuyoruz. Açıkça yüzde on-yirmi arası, derinden ise hep olmalıdır eserinin içerisinde.
Yazı Atölyesi hocalığı sizin için neler ifade ediyor? (Elif Nur Yıldırım – İslâmî ilimler uzmanı /Ankara) Genç yazarlarla olmayı, deneyimlerimi paylaşmayı, onlarla yazı ve yol arkadaşlığı yapmayı çok seviyorum; onlara katkım olabiliyorsa mutlu olurum.
Bir söyleşinizde Asmaaltı Akademisi dikkatimi çekti, sizin için önemi neydi ve nasıl bir işleyişi vardı bu akademinin? (Nursultan Taş – Din ve Ahlâk bilgisi öğretmeni / Ankara)
Beni ve birçok genç yeteneği, Adapazarı Yenicami semtinde Asmaaltı Kıraathanesi’nde eğitti rahmetli özdeyiş yazarı Selahaddin Şimşek. O kıraathaneden alıyor o kurum adını. Her birimizi yeteneği ve ilgisi doğrultusunda eğitiyordu merhum ağabeyimiz. Ben de sizlere yazarlık eğitimi verirken, aslında Selahaddin Şimşek ustama borç ödemiş oluyorum.
132 sayı Irmak, 4 sayı Abbara, 8 sayı Balkan Türküsü dergilerinin genel yayın yönetmenliğini üstlenmişsiniz. Dergi editörlüğü ve yayın yönetmenliği hayatınıza nasıl bir soluk kattı? (Fatma Nur Şeyda – Yüksek lisans öğrencisi / Bolu)
Renk ve zenginlik kattı. Yazarlığımı da geliştirdi üstelik. Edebiyata ve türlerine, daha farklı ve geniş açıdan bakmamı ve tanımamı sağladı. Dergicilik yorucu bir uğraş olsa da memnunum ben bundan.
Atölyede kızınız Yazar Ayşenur Gülsüm’ü konuk ettik geçen hafta. Çok güzel yetiştirmişsiniz; gıpta ettim. Ben de üç evlat yetiştirmeye çalışan bir anne olarak şunu sormak isterim: Geriye dönüp baktığınızda çocuk yetiştirirken şunu iyi ki yapmışım ve de şunu yapmamak gerekirdi dediğiniz neler var? Tecrübelerinizden faydalanmak isteriz. (Safiye Önal – Türk dili ve edebiyatı öğretmeni / İstanbul)
Çok teşekkür ederim. Ama inanın bilerek bir şey yapmadık. Kendimiz olduk. Sevgimizi verdik. Kendisi olmasını, kendine güvenmesini sağlamaya çalıştık. Özgür bıraktık olabildiğince, doğal ortamında büyümesini sağladık, olabildiğince. Okullarını, bölümünü, mesleğini, eşini kendisine seçtirttik. Gıpta edilecek bir durum varsa kendisinden. Biz özellikle şöyle olsun diye uğraşmadık.
Portresini yazmış olduğunuz aynı zamanda da vali danışmanı olarak 22 ay görev yaptığınız Edirne, sizin için ne ifade ediyor? (Sevgül Zümre – Türk dili ve edebiyatı yüksek lisans öğrencisi / İskeçe – Batı Trakya (Yunanistan))
Gönlümün bir diğer başkenti. Gül şehir, güller şehri. Merhamet peygamberinin rüyayı sadıka ile bizzat yerini işaret buyurduğu Selimiye, Dar’ül-hadis ve Üç Şerefeli camileri var orada. Edirne muhacir yüzlü, hüzün bakışlı, hicranlı sesli insanların şehri… Altı aydan fazla uzak duramadığım şehir. Hele de geceleri Hıdırlık’ta, Hasan Sezai’de, Muradiye’de kendimden geçtiğim şehir. (Şair ve yazarlar arasında, Fahri Tuna’nın Edirne âlemleri meşhurdur.)
Dünden bugüne kişi ve mekânları ile Adapazarı? (Yasin Andaç – Türk dili ve edebiyatı yüksek lisans öğrencisi / İstanbul)
Huzurun başkenti. Kardeşliğin başkenti. Küçük Osmanlı. On yedi ırkı potasında eritip Adapazarlı yapan şehir. On yedi dilin sokaklarında kardeşçe konuşulan şehir. Kişi olarak da Selahaddin Şimşek, Sadık Canlı, Hamza Tekin, Değişim Kitabevi, Ada Fikir Kulübü, Rahmi Baba Tekkesi (Rahmi Sak ve dostları), Mahşerin Dört Atlısı demek benim için. Ailem, dostlarım, hatıralarım demek. Fahri Tuna’nın ilk elli yılı demek. Islama köfte, tirit döner, kıvırma adlı kabak tatlısı demek. Kısacası gönlümün başkenti demek.
‘Hey ufaklık, n’aber? Akıllı ol, kalbinin ve kaleminin peşinden ayrılma’ derdim.
Kendinizi bir şiirle veya hikâye kahramanıyla anlatacak olsanız; bu şiir hangi şairin şiiri ve hangi hikâyenin kahramanı olurdu? (Miraç Küçük – Arapça öğretmeni / Sakarya)
Yahya Kemal’in ‘Akıncılar’ şiiri. Bir de Ömer Seyfettin’in ‘Pembe İncili Kaftan’ hikâyesindeki Türk elçisi benim işte.
Yeniden seçim yapma şansınız olsa hangi mesleği seçerdiniz? (Dilek Uğur – Türkçe öğretmeni/ İstanbul)
Eğitimimden de mesleğimden de yazarlığımdan da memnunum. Bugünkü aklım olsaydı, edebiyata daha gençken, 40’ımdan sonra değil de 30’umda ağırlık verir, bürokrasiden (müdürlüklerim, daire başkanlıklarım vesaire) uzak durur, daha çok ülke, daha çok şehir ve daha çok insan tanımaya çalışırdım.
Portre yazarlığını niçin ve nasıl seçtiğinizi sormak istiyorum ben? (Ümmügülsüm Lafcı – Din ve Ahlâk bilgisi öğretmeni / Ankara)
Ben portre yazarlığını seçmedim; portre yazarlığı beni seçti. Ben şiirle başlamıştım. Mizah ve denemeyle devam ederken, rahmetli Selahaddin Şimşek ‘sende portre yazarlığı yeteneği görüyorum’ diyerek beni bu alana yönlendirdi. Otuz senedir de aramız iyidir portre yazarlığıyla; geçinip gidiyoruz işte.
İlk portrenizi nasıl ve kime yazdığını sormak istiyorum? (Ahmet Faruk Öcel – Sınıf öğretmenliği öğrencisi / Eskişehir)
Ulusalda yayımlanan ilk portrem ‘Cemil Meriç; Türk Düşüncesinin Everest’i’dir. Ülke Dergisinde 1997 Eylülünde, 29. Sayısında 103. Sayfada yayımlanmıştı. Şehir portresi manasında ilk yazım ise 1991 Haziranında Yeni Sakarya Gazetesinde yayımlanan ‘Adapazarı; Gönlümüzün Başkenti’dir.
Daha önce portresini yazmak isteyip yazamadığınız birisi oldu mu? (İbrahim Hakkı Kaymak – Türkçe öğretmeni/ Nevşehir)
Evet; Necip Fazıl. Ben Büyük Doğu’dan yetiştim. Ondan belki, henüz cesaret edemedim. Günü gelir, yazarım inşallah.
Portresini yazacağınız kişi veya şehirleri nasıl seçiyorsunuz? Fahri Tuna portrelerini diğer portre yazarlarından ayıran temel özellikler neler? (Riyad Tezcan – PDR öğretmeni / Mardin)
Yılda ortalama elli portre yazıyorum. Onları ben seçmiyorum; o kişi veya şehirler, gözüme, gönlüme, kalbime girmişler. Sırası geldikçe öne çıkıp kendilerini yazdırıyorlar. Çok samimiyim. Fahri Tuna portrelerinin belirgin yönlerine gelince – bunu ben söyleyemem, diğer yazar veya iyi okurların tespitlerini aktarayım burada -; temiz duru yaşayan bir Türkçe, şiirsellik, edebî sanatları bol kullanma, samimiyet, akıcılık, ironi, üçlemeler, iki nokta üst üste ve noktalı virgülü bol kullanma, imgesel başlıklar…
Kendi portrenizi yazdınız mı? (Yılmaz Çiğdem – Daire Başkanı / Sakarya)
Yazmadım. Yazmak istiyorum ama. İki gün önce karar verdim: Bir gün Asaf Meriç adıyla kendi portremi de yazayım diye. Ve ölümümden sonra yayımlansın. Kendinden hoşnut biri değilim ben. Yazarken kendime çok acımasız olacağımdan endişe ediyorum, yeri geldi; söyleyeyim.
Mühendis olmanız sebebiyle hayal gücünüzün kuvvetli olduğunu düşünüyorum. Fakat yazdığınız eserlere baktığımda çoğu porte, biyografi ya da bilgilendirici yönü ağır basan edebi metinler. Buradan yola çıkarak; hayal gücünüz sizi farklı tarzda hikâyeler, romanlar (örneğin polisiye, gerilim gibi) yazmaya neden sürüklemedi acaba? (Tülay Sayan – Sınıf öğretmeni / Adapazarı)
Aksine mühendis olmak, gerçekçi – realist olmak demektir. Bu anlamda portre yazarlığı ile mühendislik birbiriyle örtüşen iki unsur bence. Biyografi ve portrede de hayal gücü var aslında. Sadece hikâye ve romana oranla kurgu az. Zaman zaman hikâye yazmam, hatta roman yazmam da istendi ama ben önce portre ve biyografiye yoğunlaşıp onların hakkını vermeyi yeğledim.
Bir seferinde bana ‘yazılacak konular tükenmez’ demiştiniz. Yazı yazma enerjimi bu sözünüzden alıyorum. Senelerdir devamlı yazıyorsunuz. Siz, bu hayran olduğum yazı yazma enerjinizi, nerden alıyorsunuz..? (İvi İlyadis – Ev hanımı / Atina-Yunanistan)
Evet; yazılacak konu tükenmez. Hayat devam ettiği sürece, dünya durduğu sürece yazılacak konu bitmez. Yazma enerjimi ise hayattan, insan sevgimden ve iyi kalpli, merhametli, cömert insanlardan alıyorum.
Bu atölye boyunca, on sekiz haftadır, hep ama hep bir soru aklıma geldi: Fahri Hoca’mız bu enerji ve ilhamı nerden topluyor? Nereden, kimden? (Amila Neslanoviç – Türk dili ve edebiyatı yüksek lisans öğrencisi / Sarayevo – Bosna Hersek)
Bilmiyorum. İşine yüksek konsantrasyon diyebilirim. Edebiyat aşkı diyebilirim. Yazarlığın, hele de son on iki yıldır hayatımın merkezi olduğunu söyleyebilirim. Bir de zevk alıyorum, yazmaktan, yazarlık okullarında paylaşmaktan, onları gelişiyor görmekten. Başka bir cevabım yok verecek.
Gözlemlerim sonucunda hayatınızda genel olarak bir disiplinin hâkim olduğunu görüyorum. Hayatınızda disiplini bir düstur edinmeyi nasıl başardınız ve bu disiplinin üretkenliğinize katkısı nedir? (Taha Yasin Tuncer – Türkçe öğretmeni / Van)
Tebrik ederim, güzel bir gözlem: Bir tarafıyla özgürlükleri savunurken, diğer tarafıyla hep bir içdisiplini savundum ve kendi hayatıma uygulamaya çalıştım. Hayatı, yaptığım işi, yazdığım yazıyı daima ciddiye almaya çalıştım. Ve önerdim. Üretimimde sürekliliğimi ve yazıda gelişimimi bu disiplin sağladı diyebilirim. Bir de lisede yatılı okumuş olmam da etkili olmuş olabilir.
Yazma disiplini oluşturma hikâyenizden küçük satır başları dinleyebilir miyiz? Bu yoğun çalışmalar neticesinde gerçekleşen yazma serüveni, Fahri Tuna’ya neler kattı ve onun hayatından neler çaldı? (Ömer Faruk Özdemir – Görsel tasarım öğretmeni / İstanbul)
Disıplın dispılın disıplın; aile içinde en çok tekrarladığım sözlerden birisidir bu. Kızım Ayşenur’a lise hayatı boyunca, son hafta ‘hayat disiplinden ibarettir; sınıfta bir kişi olacaksa o da Fahri Tuna’nın kızı olmalı’ demiştim. O da hep öyle yaptı. Okulda öğretmenleri son hafta, sınıfta bir tek onu görünce ‘sen de gitsene kızım’ dediklerinde ‘babam kızar, ona söz verdim’ demiştir. Üretkenlik ve süreklilikte olumlu çok şey kattı. Olumsuzluklar da: Sevimsiz bir damat, titiz bir yönetici, pek kimsenin çalışmak istemediği bir müdür, suratsız bir hoca yaptı beni. Öte yandan; hep takdir edilen biri de oldum. Neşeli, şakacı ve gırgır tarafımı ortaya çıkartmayı da hep öteledi, örseledi, arkaladı bu disiplinli tarafım. Şikâyetçi değilim ama.
Hayat içerisinde hata yaptığınızı fark ettiğinizde, verdiğiniz ilk tepki nedir; bu durum hayat enerjinizi etkiliyor mu; etkiliyor ise nasıl? (Seda Meriç – Çevre mühendisi / Adapazarı)
Dışa dönük, iletişime açık biri gibi görünmekle beraber, aslında duygusal, mahcup ve alıngan biriyim. Çok da unutkan ve dalgınımdır. Başarılarım kadar başarısızlıklarım ve hatalarım da oldu. Oluyor da hâlâ. Hata yapınca üzülüyorum, birkaç saat veya gün içime kapanıyorum; enerjim düşünüyor. Hatalarımdan ders çıkartmaya çalışıyorum. Sonra da kendimle dalga geçiyorum o olayla ilgili. Anlatıyorum arkadaşlarıma, güldürüyorum, ben de gülüyorum. (Kendimden böyle intikam alıyorum belki de.)
İşiniz ve aileniz arasında kaldığınız oldu mu? Böyle durumlarda ne yaparsınız? (Nazlı Yıldırım – Biyoloji öğretmeni / İstanbul)
Oldu. Çok oldu hem de. İşim ve arkadaşlarım, her zaman ailemden önce geldi. Eşim de yakınıyor bundan zaten. Ama aileme karşı da görevlerimi yerine getirmeye çalıştım. (Siz benim gibi yapmayın lütfen.)
Fahri Tuna için Anadolu? (Sertaç Polat – Din ve Ahlâk bilgisi öğrencisi / Denizli)
Bir ayağım, bir elim, bir gözüm. Diğeri de Rumeli ama.
Üsküp’e gömülmeyi neden vasiyet ettiniz? Balkanları neden bu kadar önemsiyorsunuz? (Mehmed Arif – Dergi editörü / Üsküp-K.Makedonya)
Balkanlar’da ben özümü geçmişi kendimi buluyorum. Her Balkan seferi dönüşümde kendimi daha Türk, daha Müslüman hissediyorum. 61 kere gitmiş olmam bundan. Akıncı dedelerimin ruhu var bende. Bir lakabım da ‘Çağdaş Malkoçoglu’dur benim. Üsküp de, bana göre, Balkanların kalbi, başkenti. Üsküp’e gömülme vasiyetim, Balkanların yeniden fethi yolunda bir aşama, bir ilerleme benim için.
Sizce; hikâye, roman, biyografi, portre… – tür ayırmadan sormak istiyorum -, yazar, konunun içerisinde ne kadar yer almalıdır, okuyucu yazarı hissetmeli midir. Ya da yazar kendini soyutlamalı mıdır?.. (Fatma Betül Duran – Bankacı/ Sakarya)
Bu konu çok tartışılan bir konudur edebiyatımızda. Farkında olarak veya olmayarak yazar, her an eserinin içindedir zaten. Kendini eserden soyutlanmasını da doğru bulmam. Çünkü biz okur olarak, yazarı her şeyiyle merak edip okuyoruz. Açıkça yüzde on-yirmi arası, derinden ise hep olmalıdır eserinin içerisinde.
Yazı Atölyesi hocalığı sizin için neler ifade ediyor? (Elif Nur Yıldırım – İslâmî ilimler uzmanı /Ankara) Genç yazarlarla olmayı, deneyimlerimi paylaşmayı, onlarla yazı ve yol arkadaşlığı yapmayı çok seviyorum; onlara katkım olabiliyorsa mutlu olurum.
Bir söyleşinizde Asmaaltı Akademisi dikkatimi çekti, sizin için önemi neydi ve nasıl bir işleyişi vardı bu akademinin? (Nursultan Taş – Din ve Ahlâk bilgisi öğretmeni / Ankara)
Beni ve birçok genç yeteneği, Adapazarı Yenicami semtinde Asmaaltı Kıraathanesi’nde eğitti rahmetli özdeyiş yazarı Selahaddin Şimşek. O kıraathaneden alıyor o kurum adını. Her birimizi yeteneği ve ilgisi doğrultusunda eğitiyordu merhum ağabeyimiz. Ben de sizlere yazarlık eğitimi verirken, aslında Selahaddin Şimşek ustama borç ödemiş oluyorum.
132 sayı Irmak, 4 sayı Abbara, 8 sayı Balkan Türküsü dergilerinin genel yayın yönetmenliğini üstlenmişsiniz. Dergi editörlüğü ve yayın yönetmenliği hayatınıza nasıl bir soluk kattı? (Fatma Nur Şeyda – Yüksek lisans öğrencisi / Bolu)
Renk ve zenginlik kattı. Yazarlığımı da geliştirdi üstelik. Edebiyata ve türlerine, daha farklı ve geniş açıdan bakmamı ve tanımamı sağladı. Dergicilik yorucu bir uğraş olsa da memnunum ben bundan.
Atölyede kızınız Yazar Ayşenur Gülsüm’ü konuk ettik geçen hafta. Çok güzel yetiştirmişsiniz; gıpta ettim. Ben de üç evlat yetiştirmeye çalışan bir anne olarak şunu sormak isterim: Geriye dönüp baktığınızda çocuk yetiştirirken şunu iyi ki yapmışım ve de şunu yapmamak gerekirdi dediğiniz neler var? Tecrübelerinizden faydalanmak isteriz. (Safiye Önal – Türk dili ve edebiyatı öğretmeni / İstanbul)
Çok teşekkür ederim. Ama inanın bilerek bir şey yapmadık. Kendimiz olduk. Sevgimizi verdik. Kendisi olmasını, kendine güvenmesini sağlamaya çalıştık. Özgür bıraktık olabildiğince, doğal ortamında büyümesini sağladık, olabildiğince. Okullarını, bölümünü, mesleğini, eşini kendisine seçtirttik. Gıpta edilecek bir durum varsa kendisinden. Biz özellikle şöyle olsun diye uğraşmadık.
Portresini yazmış olduğunuz aynı zamanda da vali danışmanı olarak 22 ay görev yaptığınız Edirne, sizin için ne ifade ediyor? (Sevgül Zümre – Türk dili ve edebiyatı yüksek lisans öğrencisi / İskeçe – Batı Trakya (Yunanistan))
Gönlümün bir diğer başkenti. Gül şehir, güller şehri. Merhamet peygamberinin rüyayı sadıka ile bizzat yerini işaret buyurduğu Selimiye, Dar’ül-hadis ve Üç Şerefeli camileri var orada. Edirne muhacir yüzlü, hüzün bakışlı, hicranlı sesli insanların şehri… Altı aydan fazla uzak duramadığım şehir. Hele de geceleri Hıdırlık’ta, Hasan Sezai’de, Muradiye’de kendimden geçtiğim şehir. (Şair ve yazarlar arasında, Fahri Tuna’nın Edirne âlemleri meşhurdur.)
Dünden bugüne kişi ve mekânları ile Adapazarı? (Yasin Andaç – Türk dili ve edebiyatı yüksek lisans öğrencisi / İstanbul)
Huzurun başkenti. Kardeşliğin başkenti. Küçük Osmanlı. On yedi ırkı potasında eritip Adapazarlı yapan şehir. On yedi dilin sokaklarında kardeşçe konuşulan şehir. Kişi olarak da Selahaddin Şimşek, Sadık Canlı, Hamza Tekin, Değişim Kitabevi, Ada Fikir Kulübü, Rahmi Baba Tekkesi (Rahmi Sak ve dostları), Mahşerin Dört Atlısı demek benim için. Ailem, dostlarım, hatıralarım demek. Fahri Tuna’nın ilk elli yılı demek. Islama köfte, tirit döner, kıvırma adlı kabak tatlısı demek. Kısacası gönlümün başkenti demek.