• 1964-1965 Döneminde İsviçre Bern Üniversitesinde ekonomi doktoramı tamamlıyordum. Ekonomi politikası okutan hocam aynı zamanda da üniversitenin rektörü idi. Hep hatırlarım , üniversiteye çok kez şehir otobüsü ile giderdim. Aynı otobüste çok kez rektör hocama rastlar ve onu ‘GruessGott Herr Rektor’ veya ‘Herr Professor’ diyerek selamlardım. O da bana cevap verirdi. Genellikle ayakta durur; bir eli çantasını , öbür eli ise otobüsün üst tutanak yerini tutardı. Koskoca tam 12 fakülteli üniversitenin rektörü işine işte böyle gidip geliyordu.
• Ankara’da o devrin Başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatında uzman olarak çalışırken bir toplantı için bir meslekdaşım ile birlikte Pakistan’a, Karaşi’ye gidiyorduk. Tarih Temmuz 1970 idi. Aynı uçakla aynı toplantıya Dış işleri bakanlığından bir diplomat ta gidiyordu. Üçümüz de aynı sırada oturuyorduk. Bu genç diplomat çok havalı bir ‘Mon Cher’ idi, kendini pek beğendiği her halinden ve tavrından belli idi. Bütün yolculuk boyunca bize devamlı olarak uçak tecrübelerini ve seyahatlerini, bildiği uçak modellerini ve uçuş tekniklerini anlatıp durdu. Karaşi’ye inince havaalanının özel VİP salonuna alındık ve pasaport işlemlerimizin tamamlanmasını beklemeye başladık. O dakikalarda, ben bu genç ve çok bilmiş diplomatımıza dönüp ‘ …….Bey, yanımızdaki iş arkadaşım Ahmet Bey uçak yüksek mühendisidir , Amerika’nın en tanınmış teknoloji akademisi MIT’te ihtisas yapmıştır ‘ dedim. Bu gencin ne kadar büyük bir şaşkınlığa uğradığını tarif edemem
• 1974 Haziran ayında resmi bir iş seyahatim nedeni ile Finlandiya’nın başkenti Helsinki ‘de idim. Finlandiyalı bir uzman ile birlikte küçük bir meydana bakan, gene küçük bir café ’de kahvelerimizi içiyorduk. Bir ara önümüzden orta yaşlı sportif bir bey bisikleti ile geçti, bisikletinden indi ve kahvenin yanındaki bisiklet park etme yerine bisikletini bıraktı. Bizim oturduğumuz masaya yakın bir masaya oturdu ve garsona kahve ısmarladı. Finlandiyalı arkadaşım bana eğildi ‘Biliyor musun kim bu adam ?’ diye sordu. Ben ‘ Hayır’ diye cevap verince, bana ‘Bizim Ticaret Bakanımız ‘ dedi.
• 1978-1980 Yıllarında Bangladesh Planlama Bakanlığında Dünya Bankası uzmanı olarak çalıştım. Planlama BakanıOxford mezunu bir ekonomist idi. Hep yamalı, fakat tertemiz bir gömlek ve koyu renkli bir pantalon giydiğini hatırlarım. Makamındaki her görüşmemizde hep ayağa kalkar , benim oturmamı bekler ve sonra makam koltuğuna değil , benim oturduğum koltuğun yanındaki veya karşısındaki yere otururdu. Görüşmemiz bitince beni kapıya kadar uğurlardı.
• 1981 Eylül ayında Kuzey Yemen başkenti Sana’a da idim. Resmi görüşmeler arasında Birleşmiş Milletler Kalkınma Teşkilatı ( UNDP) bürosunu da ziyaret ettim. Büroda beni, tam bir hippie gibi giyinmiş , bakımsız saçları ve gene çok bakımsız genel durumu hemen göze çarpan orta yaşta bir bayan karşıladı. Kendisini bana , tam bir İngilizce ‘cockney’ aksanı ile ‘ UNDP Temsilciliği Sekreteriyim ‘ diye tanıttı ve beni karşıladı. Oldukça şaşırmıştım. Bir iki gün sonra öğrendim ki bu bayan Yemen Dışişleri bakanının İngiliz asıllı eşi imiş !
• Kasım ayında eşimle birlikte Viyana’dan Washington’a gidiyorduk. Havaalanında bagajlarımızı transit için beklerken yanımıza gayet elegan ve çok zarif bir yaşlı hanım bulunduğu uzun kuyruğu bırakıp bize yaklaştı ve bizlere sordu : ‘Çok bagajınız var mı ?’ diye. Ben daha cevap vermeden baktım bu hanımın yanına ince uzun boylu, çok asil bir görünüşte bir bey geldi. O da uzun bekleme kuyruğundan çıkmıştı. Birbirlerine ‘Kurt’ ve ‘Liz’ diye hitap ediyorlardı. Onu hemen tanıdım : Birleşmiş Milletler eski Genel Sekreteri ve gene eski Avusturya Cumhurbaşkanı Kurt Waldheim. Onlara ‘Sadece iki valizimiz var’ demeye kalmadı, yanımıza koşa koşa gelen iki genç adam dikkatimizi çekti. Soluk soluğa Waldheim çiftine ‘ Ekselans buyurun lütfen VIP salonuna ‘ diyorlardı.
• Yıllardan 2000, aylardan Mayıs. Saat 13 civarı. Yer Washington. Beyaz Saraya yakın, Connecticut Avenue’deki bir pizza lokantasındayım. Bir ara ortalık karıştı. İçeriye üç tane simsiyah elbiseli iri yarı adam girdi ve hemen lokantanın sorumlusu olduğu anlaşılan genç bir adamla lokantanın en arkasındaki masaya yöneldiler ve bu masayı kuşattılar. Biraz sonra o masaya o zamanların ABD Başkanı olan Bill Clinton’ın yönelip oturduğunu gördüm. Üzerinde kolları sıvanmış çok renkli bir gömlek vardı.
• 2011 Yılı yazında Roma’da idim. Kentin merkezinde Via Veneto’daki bir otelde kalıyorum. Lobby’e inmek için bindiğim asansörde o devrin İtalyan Çalışma Bakanı ile karşılaştım. Kendisini İtalyan asıllı eşimin ailesi tarafından gayet iyi ve yakından tanıyordum. Benden en az 20 yaş kadar daha büyüktü. Hemen selamlaştık ve konuşmaya başladık. Asansör lobby katında durunca ona yol vermeme kesinlikle itiraz etmeye başladı, devamlı olarak ‘Sen Roma’nın misafirisin’ deyip duruyordu. Sonunda beni bekleyip benden sonra asansörden çıktı. Bu israrlı tevazuunu hep hatırlarım.
• Bütün bu tanıdığım alçak gönüllüler (mütevaziler) arasında en fiyakalısı ve devamlısı Hollandalı bir sınıf arkadaşım oldu.
1958-1962 yılları arasında İsviçre’de St.Gallen Üniversitesinde ekonomi okumuştuım. Üniversiteye girmeden önce aynı şehirdeki özel bir okulda ( Institut auf dem Rosenberg) Almanca öğrenimi gördüm. Bu okul çok tanınmış ve dünya çapında önemli olan ailelerin çocukları ile dolu idi. Sınıf arkadaşlarımdan birisi çok sempatik ve çok sarışın bir Hollandalı idi. Sık sık bir araya gelirdik. Laf arasında bana babasının Amsterdam’da kraliyet nezdinde çalıştığını söylemişti. Okuldaki herkes onun bir saray görevlisinin oğlu olduğunu bilirdi. Günlerden bir gün, bir yanında Hollanda bayrağını, diğer tarafında portakal renkli bir forsu taşıyan koskocaman bir limusin otomobil okulunparkına girdi , ana binanın önüne geldi ve durdu. İçinden siyah elbiseli iki görevlinin eşlik ettiği tayyörlü ve başında kocaman bir şapkası ile zarif bir hanım indi. Hollandalı arkadaşımın bu hanıma koşup onu kucakladığını uzaktan gördüm. Bu küçük grup, onları karşılayan okul müdürü tarafından içeri alındı ve kayboldu. Akşama doğru limusin araba artık okulun parkında veya otopark yerinde yoktu. Okuldaki herkes anlamıştı ; bu Hollandalı arkadaş Hollanda Kroonprins’i idi. Yani, Veliaht Prensi ! Almanca öğrenimimiz bitince bu prensle üniversitede de beraber oldum. Bu üniversite de tanınmış ailelerin çocukları ile dolu idi. Ancak, ve artık, aynı dersleri ve seminerleri izlemiyorduk. Buna rağmen her karşılaşmamızda ve birlikte olmamızda Hollandalı arkadaşım bana -ve herkese- babasının kraliyet sarayında görevli olduğunu tekrar edip söylerdi.
Tunay Akoğlu. 7 / 2021