Mahallemizin çocuğu. İyi mahalle çocuğu. İyi mahallelerin çocuğu. Her mahallenin çocuğu.
Bizim değil sadece, hepinizin hepimizin mahallesinin çocuğu. Seksen bir şehir, dokuz yüz otuz altı kasabadaki on iki bin beş yüz mahallenin özbeöz çocuğu. O kadar bizden, o kadar sizden. Her mahalleli, her kasabalı, her şehirlimiz o bizim.
Türkiyeli. Türkçeli.
Türkçeyi yaşayan, Türkçeyi yaşatan adam.
Günümüzde onlarca televizyon kanalı yüzlerce sunucu / spiker var ekranlarda. Bana, ne beni, yoldan çevirdiğiniz herhangi yüz kişiye, ekranlarda Türkçeyi en iyi kullanan üç kişinin adını sayar mısınız? Diye bir soru sorsanız, en az doksan kişi onun adını da sayacaktır. Hiç kuşkum yok bundan. Adım gibi eminim.
Mithat Cemal Kuntay, merhum Âkif için büyük bir şair olduğunu bilmeden yaşadı der. Bizim Erdoğan’ımız da öyledir: Her programını Türkçe dersi verdiğini bilmeden yapıyor. Yaşıyor.
Biliyor elbette. Bilmez mi? Edebinden tevazuundan yüzü kızarır onun. Bu yazıyı okurken de kimbilir kaç kez mahcup olacak. Çok abartmışsın Fahri Ağbi diyecek içinden. Ama inanın ki abartmadım. Samimiyim. Sen hakem ol ey okur. Haksızsam söyle. Dayısının oğlu Umut Sezer iyi denetçidir, terazisi hassastır, onun gibi tarafsızdır; hak hukuk gözetir, usul erkân bilir. İyi romancıdır da. O da hakem olabilir. Hükmü o versin. Yanılıyorsun Fahri Ağbi derse Umut, söz, ıslama köfte ile kabak tatlısı benden. Ama haklıysam Erdoğancığım, ki hiç kuşkum yok bundan, Sultanahmet Köftecisi’nde leziz köftelerle irmik tatlısı senden, kardeşlik.
Islama köfte ile kabak tatlısını demem boşuna değil. Erdoğan Arıkan doğma büyüme Adapazarlıdır. Ona çocukluğundan, doyamadığın üç lezzet nedir diye sorulacak olsa, – hiç düşünmeden – ben cevap vereyim onun yerine: Neşe Gazozu, Mahmut’un ekmeği, Alikoka Bozası. Sonra da her İstanbul-Ankara yolculuğunda komşu kapısı yaptığı Köfteci İsmail’den şahane ıslama köfte ile cennet taamı olmayı külliyen hak etmiş kabak tatlısını ilave edecektir.
çocuğu demiştik ona. Çeşme meydanlıdır. Adapazarı Çeşme Meydanı çocuğudur. Babası Sümerbank şube müdürü Mustafa Bey, annesi Behiye Abla ise bizim Ozanlar’dan Abdurrahman Üçkardeşler’in kız kardeşidir. İlkokulu Karaosman’da Yıldız Mutlu Hoca’da bitirir. Vefalı yürektir; yılda birkaç kez gelip sınıf arkadaşlarıyla buluşur, hasret giderir, birlikte Yıldız Hoca’nın elini öpmeye giderler. Unutmadan: İlkokul yıllarında, 1970’lerin ortasında doğru, baba Mustafa Arıkan bir akşam eve televizyonla çıkagelir; bunu gören küçük Erdoğan sevinçten kendini yerden yere atacaktır, merdivenlerden yuvarlanacaktır; zira o güne kadar en sevdiği şey, radyodaki usta spikerlerden dinlediği üzere hayalî maçlar anlatmaktır. Artık futbol maçlarını canlı görerek anlatabilecektir mahalle arkadaşlarına. Hayatındaki dönüm noktalarından birisidir o gün.
O zamanlar adettir, bir zenaat edinsin, ileride rahat eder diye yazları çocuklar, bir dükkâna boğaz tokluğuna çırak verilir. Pek bilinmez; şehirlerin nabzı en çok çarşılarda atar, Adapazarı’nın nabzı da Uzunçarşı ve Ayakkabılar Çarşısı’nda. Küçük Erdoğan’ın nasibi o yaz Ayakkabıcılar Çarşısı’nda Hamza Usta’nın yanıdır. Babası tarafından oraya çırak verilen bir çocuk daha vardır. O dükkân, kırk yıldır büyüyerek devam eden bir dost, bir kardeş Köfteci İsmail’in büyük oğlu Yavuz Köprülüoğlu’nu kazandırır ona.
Baba Mustafa Arıkan’ın tayini Sümerbank şube müdürü olarak bu kez Kocaeli Gölcük’e çıkar. Annesi, ablası, Erdoğan ve kız kardeşi o tarihten itibaren Kocaelili olurlar. Orta ve liseyi Gölcük’te bitirip delikanlılığa adım atar. O yıllardan geriye yeşil siyah sevdası kalır Erdoğan Arıkan’da: Sakaryaspor ve Kocaelispor müşterek sevgisi. Aynı bu satırların yazarı gibi.
Üniversiteyi de işletme okuyarak İzmit’te bitirir. Mezuniyetinin ardından ekmeğini taştan çıkartır adeta bizim genç Erdoğan: O günlerin moda mesleği; sokak sokak, ev ev, kapı kapı dolaşır, kendi dediğine göre boya, bazı rivayetlere göre tencere tava nevresim pazarlar. Ekmeğini kutsal emeğiyle çıkarttığı o günlerin birinde, Gölcük sahilinde, dostlarıyla çay kahve muhabbetinde, bir arkadaşı ona bir uyarıda bulunur: Erdoğancığım, sen aramızda Türkçeyi en iyi kullanan adamsın. Bak TRT Radyo spikerliği imtihanı açmış, Katılmayı düşünmez misin?
Yıl 1989’dur. Kader, yanına Erdoğan’ı da alıp önce Ankara’ya sınava götürecek, kazandıracak, ardından da Diyarbakır Radyosu’nda spikerliğe başlatacak, yetmeyecek üç yıl da orada ona arkadaşlık edecektir. Terörün sokakta kol gezdiği o zor günlerde Ülkemin her vilayeti, benim için birbirinden değerlidir diyen genç Erdoğan da oradaki üç yıl içerisinde çok ama çok güzel dostluklar edinecek, Hasanpaşa Hanı’nda kırk çeşitli kahvaltılar yapacak, Ulucami’de Cumalar eda edecek, Cahit Sıtkı Müzesi’nde Ahmet Arif’ten Hasretinden prangalar eskittimi seslendirecektir, hem de kaç defa. Hemen her röportajında kendisine sorulan nerelisiniz? Sorusuna hep aynı cevabı verecektir: Üç şehirliyim ben: Adapazarı, İzmit, Diyarbakır.
Üç senelik Diyarbakır döneminden sonra – yine sınav kazanarak – TRT’de spor spikerliğine başlayacaktır Ankara’da. Yaklaşık otuz yıldır yarı Ankaralıdır artık, yarı da İstanbullu. Radyoda yüzlerce maç anlatımı, ekranda yüzlerce kez spor yorumculuğu. Bu dönemden geriye kalan en güzel miras, Bilkent Üniversitesi öğrencisi oğlu Efe ve spor camiasından yüzlerce güzel arkadaş ve leziz hatıralar.
Bir futbol spikeri ve yorumcusu olarak tarafsız adamdır o. Hangi takımı tutuyorsun? sorusuna cevabı hep aynıdır: Sakaryaspor ve Kocaelispor. Ey okur, şöyle bir soru sorduğunu duyar gibiyim: Üç büyüklerden hangisinin taraftarıdır peki? Biri var elbette gönlünde. Çocukluk aşkı hem de. Söylemeyelim ama onu. Ülkemizdeki linç kampanyalarına meze etmeyelim bu güzel kalpli adamı. Sadece Türkiye’nin en büyüğü diyelim geçelim. (Herkes benim takımımı tutuyormuş desin böylece. Anlayan anladı onu zaten.)
Sabır küpü spiker yorumcumuz o bizim. Her eleştiriyi göğüs stopuyla yumuşatır, önüne alır ve yumuşacık bir plaseyle sahibine iade eder. Zarifçe, nazikçe, öğreterek. Çok yaptı bunu. Çok gördüm. Çok takdir ettim.
Sümerbank dedik de; Erdoğan Arıkan tam bir Sümerbank çocuğudur. Sümerbank kadar yerli, Sümerbank kadar sağlam, Sümerbank kadar mütevazı. Gösterişsiz, güvenilir, vefalı. Mert, yiğit, bu toprakların ürünü. Bakışıyla yüzüyle sesiyle.
Edep saygı hoşgörü: Üç kelimeyle tam da, en çok, en doğru budur Erdoğan. Eksiksiz, fazlasız, kitabın ortasından da bu üç kelimedir. Muhteşem Türkçesi başındaki tacıdır. Çünkü Türkçeyi taç olarak başında taşımaktadır. Başında dilinde kalbinde.
Babadan Balkan Muhaciri, anadan Manav’dır; yani iki tarafı da özbeöz Türk’tür. Şahane Türkçesi ona atalarından, ecdadından yüce bir mirastır biraz da.
Ortaca, bir yetmiş beş civarı bir boy, geniş bir alın, az belirgin yayvan kaşlar, iyilik dolu kalbinin nakşıymışçasına tatlı tatlı bakan bal rengi bir çift göz, alnı, gözleri ve kaşlarıyla kafiyeli ve uyumlu hafif kalınca bir burun, entelektüel bir ağız ve alnıyla simetrik belirgin bir çene. Gülmek ona çok yakışıyor, diyeyim size.
Bay tebessüm. Her daim güler yüzlü. Her daim olumlu. Her daim ümitvar bir yüz ifadesi.
Türkçeyi doğru telaffuz etmek istenler TRT’yi seyretsin. Türkçeyi kalpten hissederek yaşamak isteyenler Erdoğan Arıkan’ı izlesin. Nokta net. O kadar.
Sesi huzur kokuyor. Huzur güven ve edep. İçe huzur veren bir sesle konuşuyor daima.
Bay Türkçe. Haza Türkçe. Güler yüzlü Türkçe.
Erdoğan Arıkan: Bay Tebessüm ve haza Türkçe.
Fahri Tuna yazıyor