Birol yatağında uykunun kollarına kendisini bıraksa da bir türlü uykuya dalamadı. Gözlerini açtıktan biraz sonra yatış şeklini değiştirdi. Gözlerini yummasıyla açması bir oldu. Sırtüstü uzandığında tavandaki elektrik kablosunun karartısına baktı.
Saatin kaç olduğunu bahane ederek yatağından kalkıp biraz dar ve uzunca koridordan karanlıkta geçti. Mutfağa girdi, sokaktan yansıyan elektrik direğindeki ışığın aydınlığında çeşmeden bardağa doldurduğu suyu bir dikişte içti.
Pencere kenarındaki tabureye oturdu. Perdeyi var gücüyle çekip dışarıyı izlemeye başladı. Başını sokağın köşesine çevirdiğinde, loş ışığın yansımasına bakakaldı.
Zaman zaman geçmişte yaşadığı olaylar ziyaretine gelip, yolculuğa çıkıyordu. Bu gecede eşi Mehtap ile şubeye çekilişi, düşüncesine ağır bir yük olarak geldi.
Pencereyi açtı, masanın üzerinden bir sigara alıp çakmak ile yaktı. Geçmişini silmek istercesine dumanı içine çekti. Gözleri bir anda doldu. Birkaç damla aktı. Sigarasını kül tabağına bıraktığının farkında değildi.
Hipnotizma edilmişçesine geçmişi yaşıyordu. Mehtap ile çalıştıkları ayrı işyerlerinden alınmışlardı. Birol gerildiğinin farkında değildi:
“Eşimi, beni neden alıyorsunuz?” diye bağırdı.
Sivil polislerden ses yoktu.
Arabada dört kişi vardı, Birol arka koltukta iki kişinin ortasındaydı. Şoförün yanındaki koltukta oturan yoktu. Şoför dikiz aynasından bir ara arkaya baktığında göz göze geldiklerinde:
“Sen ve karın suçunuzu biliyorsunuz?”
“Hayır hayır…” diye bağırdı Birol.
Kendine geldiğinde mutfakta olduğunu anladı. Sigara almak istedi. Masanın üzerinde aradıklarını bulamadı. Sağına soluna baktığında aradıkları farklı yerdeydi:
“Hangi ara bunlar aşağıya düştü?” dedi.
Tekrardan kaldığı yerdeydi. Polisler her ikisini son kata çıkarmıştı. Bir daha üzerleri aranmıştı. Eşiyle yüz yüze gelmişlerdi. Mehtap ne oluyor diye el işareti yapmış, Birol anlamadım dercesine omuzlarını yukarıya kaldırıp indirmişti.
Sivil polislerden birinin sesi duyuldu:
“Kadını bana verin…”
Birol eşine doğru gelen sivil polisin üzerine saldırmak istedi. Hafiften döndüğünde ayakuçlarından havaya kalkıyormuşçasına, göğüslerin ileriye doğru gittiğini, birileri başını mengeneyle sıkıştırdığını sandığı anda “Birol Birol” sesleriyle yere yıkılmıştı. Birol bir sigara daha yaktı. Mutfak kapısından küçük balkona çıktı. Balkondan etrafa bakıyordu. Mehtap’la bu evde evlendiklerinden beri oturmuşlardı. İki çocukları vardı. Çocuklar evlenip, çoluk çocuğa karışmışlardı. Mehtap ise dört yıl önce kanser hastalığından yaşamı sonlanmıştı.
Birol Mehtap’ı kurtarmak için polise bildiri dağıtımını, afişleme yaptığını anlatmıştı. İki arkadaşının adını soyadını vermişti. Mahkeme beş yıla yakın sürmüş ve ceza almıştı. Mehtap ise delil yetersizliğinden beraat etmişti.
Birol cezaevinde iki yıl altı ay yatmıştı. Ne de olsa örgüt üyesiydi. Yargılandığı davada yoldaşlarının ağır eleştirileriyle karşı karşıya kalmıştı. Hareketinden dışlanmamış, gözetim altındaydı.
Cezaevinde asker, gardiyan saldırılarında kaldığı koğuşta direnişte yer aldı. Hücreye kapatıldığı aylarda olmuştu. Cezaevinde baskı ve şiddetin dozu artmaya başladığında direniş her koğuşta yaşanıyordu.
Birol’un direnişli günlerinde bile poliste vermiş olduğu ifade aklına geldikçe kendisinden utanıyordu. Adını soyadını söylediği mücadele arkadaşlarıyla aynı koğuşu paylaşıyorlardı. Kendisine vermiş olduğu ifade için ilk ve son kez eleştirilmişti. Bir daha yaptığı hata yüzüne vurulmamıştı.
Aynı ilçede cezaevinde birlikte yattığı mücadele arkadaşlarıyla basın açıklamalarına katılıyor, bildiriler dağıtıyorlardı. Geçmişi kendisiyle birlikte var olmaya devam ediyordu.
Birol olduğu yerde neredeyse uyuyacaktı. Son bir hamle yapıp, yatak odasına geldi. Kendisini yatağın üzerine bırakmasıyla uykuya dalması bir oldu.
Hüseyin Habip Taşkın yazıyor/06.07.2021