1947 yılında Kuma Çukur’u köyünde dünyaya geliyor. Köy de yeteri kadar su yok. Tarlalar ekiliyor. Ormandan odun yüklemek 15 km ötede mahallelere kaçak götürüp satmak. Aman ormancı görmesin. Gece katırlara odun sarılıyor, sabah erkenden evlere yıkılıyor.
Ama esas iş, ormandan kesilen tomruk, dallar işe yarıyor. Senit, oklava, şiş yapılıyor, onlar kenar mahallelerden içeriye doğru satılıyor. Yukarıda Söğüt Özü‘de katran, iledin ormanından DERİM EVİ yapılıyor. Ustalar el emeği, el hüneri gösteriyor. Yörüklere satılıyor, karşılığında tereyağı, buğday, nohut, bal alınıyor… Para geçmiyor. Dostluk var.
Ali Demir bu yaşamın içinde kendini Kanimini Musa‘nın yanında buluyor. Onun yanında keser elinde, onun taklidini yapıyor. O derim evini el yordamı ile yaparken, o gizlice geçiş noktalarını işaretliyor, onun yokluğunda yapıveriyor. Kanimini soruyor: “ Nasıl yaptın ben sana öğretmedim ki?” “ İyice baktım, sen gidince işaretledim, yaptım işte..” o günden sonra marangozluk işinde çalışıyor. Ondan çok şey öğreniyor. Bahçede dut, ceviz , armut ağacı budanan dallar atılmıyor. Kaşık yapılıyor. Yemek kaşığı, çomca, ellik, orak sapı.. sonra ağaç kütüğü bulunca döven yapılıyor, boyunduruk , katır semeri. Andız çekirdeğinden tespih diziliyor. Bir tek demircilik yok. Onu da Kel köy de Abit Keya yapıyor.
Elma bahçeleri susuzluktan kurumaya başlayınca Mut’a göç başlıyor. Aspıt (kelceköy) yaz alanı, kimileri Meydan mahallesine göçüyor. Orada suyu bulan kaysı, zeytin ekiyor. Üretime devam ediyorlar. Artık ormancı korkusu yok. Kentli oluyorlar.
Gün geliyorlar. Fransa’da orman kesecek adam arıyorlar. Orada bulunan Öğretmen Celal Taşkıran Mut’ta tahtacıları tek, tek götürüyor. Artık Fransa’da tahtacılar orman kesimi yapıyorlar. İşte Ali Demir ‘de bu kervana katılıp Fransa’ya gidiyor.
Yaşam orada anlam buluyor. Dünyası, hayalleri yeni şekil alıyor. Eşi Durdu ile birlikte orada çalışmaya devam ediyorlar. Çocukları oluyor. Mutlu yaşam onları yeni hayal dünyalarına götürüyor.
Bir gün akşam vakti ormandan pikabı ile dönerken, bakıyor yola ağaç devrilmiş, trafik durmuş. Hemen kendine görev seçiyor. Aracından stil motorunu alıyor, ağacı doğruyor, bir kısmını yolun kenarına yığıyor, işine yarayan kısımları da aracına alıyor. Trafik akışına devam ediyor. Fransa Sosyal Güvenlik kurumundan bir bayan müfettiş onu takip ediyor. Gidecekken onu kenara çekiyor. “Seni kim gönderdi?” “Ben ormanda çalışan bir işçiyim, baktım yol tıkanmış, kendi kendime görev verdim. Bu işi yaptım. Bir kusur mu işledik ?” “Yok güzel bir şey yaptın. Trafiği açtın. Şu kartımı al, bir işin düşerse gel.”
Aradan bir süre geçer, bir gün ormanda iş kazası olur. Düşen ağaç gözlerine büyük zarar verir, hastanede bir göz kayıp diğeri görür diye rapor verirler. İtiraz eder, ben gözlerim görmüyor ısrar ettiklerinde de: “Bu göz benim, siz ben den iyi mi bileceksiniz.” der. Aklına gelir, o kartını veren müfettişe ulaşır. O da raporunu almasına yardımcı olur. Malulen emekli olarak Türkiye ye döner. Türk doktorları uzun uğraşlar sonucu gözünün birini kurtarırlar.
İşte onun, o günlerde tanış oldum. Biz Kumaçukur’u köyünde rahmetli Gürcü teyzemi ziyaret ettiğimizde tanıştık. Bizi köyden Mut garajlara götürecekken, Silifke ‘de evimize kadar getirmişti.
Onu dostum Yunus Bilgiç ile 14 Temmuz günü Gerit yaylasında evinde ziyaret ettik. Akşam geç vakitlere kadar sohbet ettik. Derim evinden, yaptığı Çocuk parkından, tahta oymalar, kaşıklar, senit, oklavadan söz edildi. Ama bizim esas dikkatimizi çeken, yok olan Topak evin iskeleti olan Derim Evi ustası olduğu idi. Onun ile sözleştik. Bir topak çadır yapacak, yeni bir tahtacı müzesi ortaya çıkaracaktık.
Ama olmadı. Kısa bir süre sonra , hep sakladığı kalp rahatsızlığı onu yakaladı. Konya da umutlu bekleyişler sonuç vermedi. Hakka yürüdü. Devri daim olsun. Başta çocukları olmak üzere tüm hısımlarının acılarını paylaşıyoruz.
Şimdi eşi Durdu, Kızları Sarıkız/ Teslime, Gürcü, Döndü ve oğlu Zeyne‘yi geride bıraktı. Her birine bahçe, bağ bıraktı. Tek düşüncesi vardı. Atanamayan öğretmenler listesinde o da vardı. Ona iş bulmak , onu evlendirmek.
Tarih boyunca Mut’ta bir eksiklik vardı. Müze açılmamıştı. Bütün ören yerlerinden çıkan tarihi eserler, Silifke ve Adana müzelerine gitmişti. Oysa kale içine yapılan okul yerine müze yapılsa, tarihi ve kültürü yerini alabilirdi.
Ali Demir gibi tarihin içinden gelen halk sanatçılarının el sanatları, bölgedeki etnografya zenginliklerinin yer alacağı bir el sanatları, etnografya müzesi açılabilir. Hacı Ahmetli köyü gibi hala el sanatlarının devam ettiği bir yerde, Çukurbağda evlerin depolarında duran Torosların tepesinde 4. Zamandan kalan amfora malzemeleri ile bir müze yapılabilir.
Mut Kalesi içindeki binaların boşaltılarak, müzeye uygun elden geçirebilir. O zaman Taşeli Yöresi tarihi kültürel varlıkları burada yer alır. Burası uygun olmazsa, Taşhan da değerlendirilebilir.
İşte o zaman Koca Musa, Kanimini Musa, Hacı Ahmetli’de ala çul dokuyan, o çulların renklerin doğadan bulan Yörüklerin ruhları şad olur. Hüseyin Cılız’ın köyünde açtığı el sanatları müzesi birer ilham olur.
Not: Fotoğraflar için Döndü Demir ve Ali Yıldız ‘a teşekkür ediyoruz.
Celal Üçyıldız
Haber Giriş: Rümeysa Şahin