Mersin’de ağustos sıcağı, nem yapış, yapış. Belediye otobüsü ile yola koyulmak bana heyecan veriyor. Her durakta biniyorlar. Düğderen, Dalakdere, de yol ayrımında sola sapıyoruz. Kerimler, Aladağ, Borçak, Yeniköy, Kızılcabağ , Hangediği, Kurudere ,Yavca, Kavaklıpınar derken 1450 rakımlı Arslanköy’e ulaşıyoruz. Otobüsten inince bir serinlik yüzüne vuruyor. Artık yürümek kolay. Sanki ayda yürüyorsun.. telefonda bir ses;
“Sağ tarafta yeşil bir ev, ben yola çıkıyorum.“ az ilerde evin önünde onu görüyorum. El sallıyor. Mutlu oluyorum. Sanki bir akrabam, ağabeyim, seviniyorum. Yıllar sonra onunla bir araya gelmek. İşte Osman Şahin, öyküleri ile bize ışık tutan yazma dürtüsü veren bir dost, bir önder, bir ağabey; sarılıyoruz. Kızı Buket bizi karşılıyor. Balkona geçiyoruz. Bahçe de ceviz ağaçları evin boyunda bize el sallıyor, yapraklar sallanıyor, bir koku geliyor bahçeden. Bolkar eteklerinden bir serinlik geliyor. Hırkamı üzerime alıyorum.
İşte birlikte olmak istediğim Osman Şahin ile karşı karşıya söyleşiye başlıyoruz. Beden Eğitimi öğretmenimiz Mehmet Kayhan’ı rahmetle anıyoruz. Birlikte okumuşlar. Sporcu, dağcı olmak var ya, işte karşımda dip diri bir Osman Şahin. Köy enstitülü yıllar. Sonra öğretmenlik. Çocukluğunda başlayan seyyar sinema ile başlayan yazarlık. Oyun yazmak, öyküler, denemeler. 40 yakın kitap. Yılmaz Güney ile sinema günleri. “Onun ile daha çok şeyler yapacaktık. Ama öfkesine yenilemedi. Onu ziyaret ettiğimde, ona kızdım.“
Arslanköy’de yiğit insanlar yaşamış. Dağların eteklerinde kahramanlar yer almışlar o işgal yılları. Sanki o yılları yaşıyoruz. Anlatıyor. “Buralara eskiden Efrenk köyü derlermiş. Köyün ilerisinde bir yerde toplanıyorlar. İçlerinde Arslanköy de can ciğer oldukları kalaycı, değirmenci var. Karar veriyorlar. Arsanköy’ü bir Cuma günü basacaklar. Köy meydanında onları öldürecekler. Sonra Mersin, Silifke işgal edilecek. Orada onları izleyen çoban, koşa, koşa köye geliyor. Herkesi uyandırıyor Başta İlyas Dedem olmak üzere eline silah alan orman içinde onların yanına gidiyorlar. Hepsi uyumuş. Etraflarını çeviriyorlar. Teslim olun. Etrafınız çevrildi. Bir iki silah sesi, hepsi tek, tek vuruluyor. Çatışma çıkınca, bir kaçı ağır yaralı kaçıyor. Ölüleri orada dereye atıyorlar. Ama köyde birlikte yaşadıkları kalaycı, değirmenci onları getiriyorlar, köy meydanında sergileniyor. Halk şaşkın, ama bir kat daha heyecan artıyor. O heyecanla eline silah alan Fransız işgaline savaşa gidiyorlar.“
İşte direniş ruhu , onda büyük bir devinim yaratıyor. Hep yazıyor. Yaşar Kemal, Ümit Kaftancıoğlu, Fakir Baykurt, Dursun Akçam. Ama Ümit Kaftancıoğlu ile TRT de tanış olması, ona TRT öykü yarışmalarının yolunu açıyor. Askerlik yaparken radyoda ödül aldığını duymak, o sevinci komutanları ile paylaşmak. Öyküler, oyunlar, sinema günleri. Kırmızı Yel artık tüm ülkenin belleğinde. Adana, Antalya film festivalleri. Oradan, oraya heyecan ile koşmak. Ödülleri aldıkça yeni oyunlar öyküler yazmak. El ile yazmaya devam ediyor. Yazdıkça duygular ortaya çıkıyor. Ne mutlu ki iki kızı Buket ve Tomris onun yazma ekibine katılıyor. Babalarına destek oluyorlar. Onlar da birer yazar olmuşlar. Babalarının mutluğunuz birlikte paylaşıyorlar. Eşini saygı , özemle anıyor. Evin baş köşesinde atalarının resimleri yanında onun resmi yerini almış. Onları birer birer tanıtıyor.
Köy enstitüsüne gidiş öyküsü diğerler yazarlardan farklı değil. Yayan yapıldak kamyon sırtında Mersin‘e inmek. Fotoğrafçı parasını zor bulmak. Çırpınan bir baba. Köy de fakirlik, yoksulluk. Orada aldığı eğitim, çalışma , imece ruhu. Gazi Eğitim Spor Bölümü yılları. Dağlarda yürümek, Bolkar Dağlarında Medetsize, sonra diğer dağlara tırmanmak. İşte Osman Şahin in hayal dünyasını koskocaman yapmış. Karşımda konuşurken onu gördüm. Hala heyecanlı, “Daha işim çok. Üç öykü kitabı. Bir deneme.. 84 yaşındayım. Bana bir altı yıl daha lazım. İçimde heyecan devam ettikçe bunu başaracağıma inanıyorum. Ama bir şeye mutluyum. Mersin Yenişehir Belediyesi adıma bir kültür merkezi yapıyor. Sunay Akın ile birlikte yer alacak kültür merkezinde evimde bulunan 27 bin kitap artık Mersinlilerin emrinde olacak. Bunları ben okudum. Dileriz okuyan toplum, onlarda okur. Ama tek üzüntüm köyümde okuyan yok. Bol , bol dedikodu yapıyorlar. Yıllar önce köyüme gazete gelirdi, kahvelerde gazete okunurdu, onları tartışırdık. Ama şimdiler de okuyan yok. Onun bunun dedikodusunu yapmak. İnanın kahveye çıkmak ,çimden gelmiyor. Kendime görev kıldım. Barbar Avrupa’nın ortaya çıkardığı Sırp katliamlarında ölen kadınları öyküleştireceğim. Şimdi ona odaklandım.”
Güneşli hava birden bire kararıyor. Bolkar dağlarından bir bulut geldi. Bahçede ceviz ağaçları sallanmaya başladı. üstünde tüneyen kuşlar sesler verdi. Kuytu köşelere kaçtılar. Yağmur yağmaya başladı. İçeri giriyoruz. Yaşamını özetleyen bir küçük müze, harman sürülen döven, cep cebi, uzakları yakın eden telefon, yaşam içinde kullanılan ev eşyaları. Onları gördükçe, onun renkli yaşamının nedenlerini görür gibi oluyorum.
Mersin de üç ayda bir çıkan MERSİN EDEBİYAT VE SANAT DERGİSİNİ veriyorum. Sevinçle eline alıyor. “Ali İhsan Bilir‘e selam söyle, artık ben de orada yazacağım.”
Üç saatlik bir söyleşi, artık ayrılma vakti geliyor. Yağmur yağarken vedalaşıyoruz. Sevgi ile el sallıyor. Az ilerde otobüs durağına gidiyorum. Yağan yağmur hızlanıyor. Bir levha görüyorum. 1450 rakım yazısı. Az ilerde köy meydanı. Dükkanlar, kahveler. Bahçelerde çalışmalar devam ediyor. Durakta Naile Gürbüz ile tanış oluyoruz. Emekli olmuş. Köyünde atasından kalan bahçede, üretmeye devam ediyor .Yüksek okulu bitiren oğluna alternatif turizm konusunda yayla da tarlasında pansiyon yapmak. Köyde başlayan yayla turizmini büyütmek istiyor. O da yaşama sıkı sıkıya sarılmış.
Haber Giriş: Rümeysa Şahin