Duayen Gazeteci, Yazar İlhan Karaçay’a övgüler..

featured
service
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

İrfan Ünver Nasrattınoğlu ve Oğuz Çetinoğlu’nun yayınları, milyonlara ulaşan haber portallarında yayınlandı.

Nasrattınoğlu biyografimi, Çetinoğlu da Lahey Adalet Divanı hakkında iki söyleşi yayınladı.

Biri çeşitli kuruluşlarda görev yapmış bir folklor araştırmacısı, diğeri de iş dünyasında, siyasi kuruluşlarda ve Ocak’larda yer almış bir yazar.

                             


İlhan KARAÇAY yazdı

Sevgili okurlarım,
Bir yazarın megalomanlaşıp kendini övmesi, görgüsüzlüğün ve bencilliğin daniskası olmalıdır.
Ne varki, naçizane şahsım, arada bir megomanlaşıp kendimi övmeye çalışırım.
Aslında bu, benim değil, başkalarının övgülerini yansıtma isteğidir. Öyle ya, başkalarının söylediklerini ve yazdıklarını her yerde göremezsiniz. Kaldı kı, Google amcada yıllar boyu kalacak ve ölümsüzleşecektir.

Her yazara tabii ki övücü ve yerici mesajlar gelir. Her yazar da haliyle, genellikle kendilerini övenlerin mesajlarına yer verir. Ben de çok defa bana gelen övücü mesajları yayınlamışımdır.
“Elllerine sağlık, çok akıcı yazıyorsun,”, “Devlet sana ödül vermeli” ve “Benden pek çok yazar söz etti ama, bir de sizin akıcı kaleminizden okunmak isterim” gibi mesajları sizlere duyurmazsam, bir eksiklik yapmış olurum. Tıpkı bana, “Siz gazeteciliğin Van Gogh’usunuz” diyerek portreleyen bir hayran okurum gibi…

Bana gelen son iki mesajdan biri, çeşitli kuruluşlarda görev yapmış bir folklor araştırmacısı olan İrfan Ünver Nasrattınoğlu’dan, (soyad aynen böyle) diğeri de, iş dünyasında, siyasi kuruluşlarda ve Ocak’larda yer almış bir yazar olan Oğuz Çetinoğlu’dan geldi.

Yazıları, Ankara’da ANKHABER, Afyonkarahisar’da KOCATEPE, Silifke’de SESİMİZ, Diyarbakır’da MÜCADELE ve Mut’ta MUTTAN HABER’de yayınlanan Nasrattınoğlu şöyle başlamış mesajına:
“Belleğimdeki İlhan Karaçay, müstesna bir insandır. Bu yüzden sizin hakkınızda kaleme alıp, yayımlamayı düşündüğüm bir yazı taslağını ekte size gönderiyorum. Ben artık 87. yaşımı idrak ediyorum. Resmi ya da özel hiç bir görevim yok,artık. Sadece yazıyor, yazıyor, yayımlıyorum.”

KOCAELİ AYDINLAR OCAĞI haber portalında yazan Oğuz Çetinoğlu ise, gönderdiği mesajında, İsrail’in Lahey Adalet Divanı’nda yargılanması ile Divan’a Türkiye tarafından hediye edilmiş olan halı hakkında birer röportaj yapmak istediğini belirtmişti.

İşte, ben de sizlere bu dostların yazmış olduklarını sunarak, megalomanlığıma perçin vuruyorum.

İRFAN ÜNVER NASRATTINOĞLU’NUN YAZISI:


Ankara    Afyonkarahisar        Diyarbakır                   Mut                      Silifke

      Hollanda’da Popüler Bir Türk Gazeteci

                    İLHAN KARAÇAY

Türkiye’den Hollanda’ya işçi göçü, resmi olarak 19 Ağustos 1964 tarihinde yapılan ikili sözleşme ile başlamıştır. Bu Ülkeye giden pek çok Türk, işçi olarak geldikleri bu ülkede başarılı işlere imza atmışlar, yurttaşlarının sorunlarının çözümü için başrollerde oynamışlar ve toplumsal faaliyetleri ile lider duruma gelmişlerdir. Hollanda’da bu gibi faaliyetlerde öne çıkmış isimlerden biri de, İlhan Karaçay’dır. Onun adı Hollanda ile özdeşleşmiştir.

Ben bu Ülkeye ilk kez 1978 yılında gittim. Sonra iki kez 2000 yılında gittiğim bu Avrupa Ülkesine, 2014 yılının Mart ve Haziran aylarında üç kez daha giderek, o süreçte önemli bir etkinliğe de imza atmıştım. Bu son Hollanda seyahatimde tanıdığım ve onu tanımaktan büyük memnuniyet duyduğum Karaçay’la aralıksız dokuz yıldır, temas halindeyiz. Onun sık sık yayımlamakta olduğu haberlerden, bu ülkede olup biten her şey hakkında bilgiler ediniyorum. Yine onun yayınladığı haberlerden, Avrupa’nın çeşitli bölgelerinde var olan Türk izlerini öğreniyorum.

23 Aralık 1942 tarihinde Mersin’de dünyaya gelen Karaçay, gençlik yıllarında, CHP İçel İl Gençlik Kolu Başkanlığı görevini sürdürürken, bu partinin yayın organı sayılan Ulus Gazetesi’nde de haber ve yorum yazmağa başlar. Aynı zamanda, genç yaşına rağmen, Mersin’de ailece sahip oldukları ve Pompeipolis adını koydukları motel, plaj, gazino ve kampingten oluşan turistik tesislerin işletmeciliği de onun omuzlarındadır.

Yirmi beş yaşında, çalıştırdığı turistik tesislere gelen bir Yunan kaptanın, hayatının rotasını değiştireceğini söyleseler kendisi de inanmazdı. Bu kaptanın gemisi ile Çin’in Şanghay kentine gideceğini öğrenince, üç arkadaşıyla birlikte, gemiye işçi olarak girmeyi başarırlar. Çin’de Mao’nun Kültür İhtilali yaşandığı yıllardır. Gazetecilik mesleğine sevdalı Karaçay için bu kaçırılmaz bir fırsattır. 1967’nin haziran ayı başlarında başlayan yolculuğun gerçek amacı gazeteciliktir…

Çin yolculuğu, geminin Süveyş Kanalı’nı geçtikten hemen sonra bombalanışı sonucu bir maceraya dönüşür. Onlar Kanalı geçerler geçmesine, fakat 7 Haziran 1967 günü Cibuti’ye ulaştıklarında İsrail ile Arap ülkeleri arasındaki savaşın tüm şiddetiyle devam ettiğini ve Süveyş Kanalı’nın kapandığını öğrenirler. Singapur üzerinden Şanghay’a varıp karaya ayak basıldığında diğer gemicilerin neler yapacağı az çok bilinir ama Karaçay, soluğu postanede alır. Süveyş Kanalı’ndan ve yolculuk boyunca uğradıkları limanlardan çektikleri fotoğrafları ve birbirinden ilginç haberleri Akşam Gazetesi’ne postalar.

Karaçay Şanghay’da, Kültür İhtilali’nin en renkli günlerini yaşar. O zamanların dünyaya kapalı ve dünyanın en kalabalık ülkesi Çin’de sarılık hastalığına yakalanır. Hastaneye yatırılır. Fakat götürüldüğü hastaneden kaçar. Karaçay bu kaçış olayını şöyle anlatır: “Kaptanın verdiği garanti belgesi ile, beni hastaneye götürmek için gelen jandarmanın elinden kurtulmayı ve kaçmayı başardım. Çünkü Şanghay’dan sonraki yolculuk Kanada’nın Vancouver kentiydi. Yatacaksam modern dünyada hastaneye yatmalıydım. Gemi giderse ben bu bilinmezde ne ederdim?”

Karaçay, Şanghaay’da bir restoranda arkadaşları ile

Modern dünyaya ayak basar basmaz hastaneye yatar, tam tamına iki buçuk ay. Bu süre içinde kendini idare edecek kadar bildiği İngilizcesini geliştirir. Hastanenin bayan doktoru, çok kısa zamanda İngilizce öğrenen Karaçay’ı tebrik eder, daha da geliştirmesi için kütüphane müdürünü ona ders vermesi için görevlendirir. Karaçay hastalığından kurtulur, öğrendiği İngilizce ise yanına kâr kalır. Kısacası, hasta olarak girdiği hastaneden sağlam ve “Bir lisan bir insan demektir” sözünden hareketle iki insan olarak çıkar.

Londra üzerinden Türkiye’ye dönerken Hollanda’ya uğrayan Karaçay, Hollanda’daki yaşamı ve insanları çok beğenir ve burada kalmaya karar verir. Avrupa’da basımına başlanan Tercüman Gazetesi’ne muhabirlik yapmak için, daha önceden tanıdığı İstihbarat Şefi Kemal Özbayraç ile anlaşır. O zamanlar Hollanda’daki yaşamı oldukça renklidir. Pek çok kız arkadaşı olmuştur ama yine de yaşamının giderek monotonlaştığını düşünmektedir. Niyeti Amerika’ya gitmektir. Fakat en beğendiği ve giderek sevdiği Jeanne hanım, Karaçay’ın Hollanda’dan ayrılacak olmasına üzülür. Nitekim daha sonra ikili arasındaki aşk, evliliğe dönüşmüştür.

Bir gün postacı kapıyı çalar ve Karaçay’ın eline bir telgraf tutuşturur. Gönderen Tercüman Gazetesi spor müdürü Necmi Tanyolaç’tır. Türk spor basınının önemli simalarından Tanyolaç gönderdiği acil telgrafta; “İlhan, Fenerbahçe Ajax ile eşleşti. Ajax’ı takip et, yazı ve fotoğrafları acele gönder.” diyordu. 10 Kasım 1968 günü Amsterdam’ın Schiphol havalimanına inen Fenerbahçe’yi Jeanne Hanım ile karşılarlar. Oysa Jeanne’yi terk edip Amerika’ya gitmeyi planlarken, Ajax-Fenerbahçe maçı Karaçay’ı Jeanne ile nikah masasına kadar götürür. Bu konu ile ilgili Karaçay, “Beşiktaşlı olmama rağmen, Jeanne ile evlenmeme ve Hollanda’da kalmama vesile olan Fenerbahçe’ye her zaman şükran duymuşumdur.” demektedir.

1969 yılında Avrupa’da yayın hayatına başlayan Hürriyet gazetesi ile anlaşarak gazetecilikte profesyonelliğe adım atan Karaçay, 1975’te TRT Haber Dairesi Başkanı Tayyar Şafak’ın Amsterdam ziyareti sırasında yaptığı muhabirlik teklifini de kabul eder. Bununla birlikte aynı yıl Hollanda Yayın Kurumu NOS televizyonunda Türkler için ‘Pasaport’ adlı programı yönetmeye başlar. 1980 yılında, İKON Televizyonu’nun ünlü rejisörü Henk Barnard ile birlikte “Ceremeyi çeken çocuklar” adlı beş bölümlük bir dizi yapan Karaçay, iki bölümün çekimlerini Türkiye’de gerçekleştirdikten sonra, Kapıkule sınır kapısına geldiğinde sabah olmaktadır. Ortalıkta, tanklar, askerler belirir birden. Tarih 12 Eylül 1980’dir ve TSK, Türkiye’nin yönetimini ele almıştır.

Bir yandan TRT’nin, öte yandan Hürriyet gibi büyük bir gazetenin ve de Hollanda televizyonlarının başarılı bir elemanı olması, birçok kapının kolayca açılmasını sağlar, Karaçay’a.

O günleri anlatırken Karaçay, unutamadığı bir acı anıyı da anlatmadan geçemez; “Her şeyi hazırlanmış, evlilik töreni için Mersin’e gidiyorduk. Yolculuğumuzun büyük bölümü geride kalmış Aksaray’a varmak üzereyken büyük bir trafik kazası geçirdik, Jeanne ile birlikte. İkimiz de ağır yaralanmıştık. Ölümden döndük diyebilirim. Nihayet 23 Mayıs 1970’te Mersin’de dünya evine girdik.”

Çiçeği burnunda İlhan ve Jeanne çiftinin mutlulukları ikiye, üçe katlanır 23 Ocak 1971’de.

Ruşen ve Vahide adını verdikleri biri erkek, diğeri kız olmak üzere ikiz çocukları olur. Fakat bu mutlulukları uzun sürmez! Vahide, kalbindeki delik nedeniyle ancak beş hafta hayata tutunabilmiştir. Kızlarını unutamazlar. Bu yüzden 17 Nisan 1974 tarihinde doğan ikinci kızlarına, beş haftalık bebek iken ölen Vahide’nin adını verirler. İlk çocukları Ruşen’den Eva, Vahide’den de Esra isminde iki torunu ile geçirdiği güzel zamanlar için Karaçay: “Hayatımın en güzel anları torunlarımla geçirdiğim anlardır. Her fırsatta torunlarımla olmak benim için dünyanın en büyük mutluluğudur.”

İlhan Karaçay 1973 yılında gazeteciliğin yanı sıra turizm işine de el atar ve 1976 yılında Bakanlar Kurulu Kararı ile THY’nin Utrecht Bölgesi Genel Satış Acentalığını üstlenir.

Bürosunda gazeteciliğin ve seyahat acentalığının yanı sıra, ihtiyaç ve istek üzerine sigorta ve kredi işleriyle de uğraşır. Gece gündüz iş derken, 1981 yılında geçirdiği ağır ameliyatlar sonucu, önce turizm bürosunu daha sonra da Hürriyet Gazetesi temsilciliğini güvendiği kişilere devreder.

Karaçay çocuklarının Türkçe eğitim görmelerini istediği için Türkiye’ye dönerek, Mersin’e yerleşir. Tabii orada da boş duramaz ve yine turistik tesislerini işletmeye başlar. O arada bir kez daha siyasette şansını dener. 1984 yerel seçimlerinde DYP Mersin Belediye Başkan adayı olarak girdiği seçimi kaybeder. Mersin’deki sosyal yaşamdan rahatsız olmaya başlar, sıkılır ve 1986 yılının başında Hollanda’ya döner.

Hollanda’ya gelişi ile birlikte Günaydın gazetesinin muhabirliğini, Türkçe ve Hollandaca yayınlanan Haber Gazetesi’nin Genel Yayın Yönetmenliğini üstlenir. Aynı yılın sonunda Avrupa’ya açılan Sabah Gazetesi’nin Benelüx ctemsilciliğini de alır. Fakat Sabah’ın ilk Avrupa serüveni uzun sürmez ve kapanır. 1988’de Asil Nadir’in Günaydın Gazetesi’ni satın alması ile birlikte, bu kez bu gazetenin Benelux temsilcisi olur. Asil Nadir krizinin ardından gazetenin Bekir Kutmangil tarafından satın alınmasından sonra da aynı görevi sürdürür. Gazetecilik yaşamında, bu sektörün her branşında görev yapmış olan Karaçay, 1994 yılında Günaydın’ın Avrupa baskılarının sahibi olmuştur. Bu nedenle de Avrupa Türk Basınının merkezi olan Frankfurt’a yerleşir.

https://encrypted-tbn2.gstatic.com/images?q=tbn:ANd9GcRH0RHbj1eLDWByXcLQXcx9TZPCJEaSRLuUUsq67SxtFLH3T1Ediw
İlhan Karaçay Oğlum Salih’le aramızda

DEVAMI GELECEK
Sayın Nasrattınoğlu, hikâyeme Frankfurt’ta son vermiş. Ne var ki, hikâye orada bitmeyecek.
Kıymetli yazar, Hollanda’daki yaşamımda, Türk toplumu için yaptığım önemli çalışmalardan örnekler sunacağı bir yazı daha hazırlayacağını belirtti.

NASRATTINOĞLU’NUN KISA ÖZGEÇMİŞİ

Afbeelding met Menselijk gezicht, kleding, pak, persoon Automatisch gegenereerde beschrijving
İRFAN ÜNVER NASRATTINOĞLU


Folklor araştırmacısı. 18 Aralık 1937, Afyonkarahisar doğumlu. Hava Astsubay Okulu (1955) mezunu. Yirmi yıl Hava Kuvvetlerinde çalıştıktan sonra kendi isteğiyle emekliye ayrıldı. 1976’dan itibaren çeşitli gazetelerde çalıştı. Sonraki yıllarında folklor araştırmalarında yoğunlaştı, bu alanda faaliyet gösteren kuruluşlarda çeşitli görevler üstlendi. 1981 yılından itibaren Folklor Araştırmaları Kurumunun başkanlığını yaptı.

İlk yazısı, 1954 yılında Türkeli gazetesinde (Afyonkarahisar) çıktı. Sonraki yıllarda makaleleri Türkeli, Afyon, Zafer, Mücadele (Diyarbakır), Anadolu, Güney, Orta Doğu gazeteleri ile Türk Folklor Araştırmaları, Sivas Folklor, Türk Folkloru, Erciyes, Hisar, Ilgaz, Gülpınar, Size, Güneyde Kültür, İçel Kültürü, Ses, Yeni Defne dergilerinde yayımlandı. Türkiye içinde ve dışında çok sayıda, ulusal ve uluslararası kongre, sempozyum ve seminerlere katılarak bildiriler sundu. Folklor araştırmalarına hizmetleri yurtiçi ve yurtdışından çok sayıda ödül aldı. Azerbaycan Mehmet Emin Resulzâde adına Devlet Üniversitesi tarafından ve Moldova-Komrat Devlet Üniversitesi tarafından İkiz fahri doktora beratı ve fahri profesör payesi (1999) verildi. Yine çeşitli ülkelerde akademi üyelikleri vardır. Hakkında üniversitelerde tezler hazırlandı. Türk Basın Konseyi, Azerbaycan Yazarlar Birliği, Afyonkarahisar Gazeteciler Cemiyeti, İLESAM, Moldova Yazarlar Birliği, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Türkiye Yazarlar Birliği gibi birçok derneğin üyesidir.

“Folklor araştırmacısı, yazar İrfan Ünver Nasrattınoğlu faydalı hizmetler veriyor. Geçen yıl “Çağdaş Kuzey Azerbaycan Şiiri” antolojisini yayınlamıştı. Bu defa elimizde, İrfan Ünver’in derlediği “Çağdaş Uygur Şiiri Antolojisi” var. Türkiye dışındaki Türk edebiyatının Türkiye’de tanınması, yayılması, Türk edebiyatının, dışardaki kardeşlerimize tanıtılması yönünde yıllar yılı yazdık, ısrarla durduk. Görüşlerimiz zaman zaman hafife alındı. Bakışlar büyük yerlerdeydi.” (Tahir Kutsi Makal)

                                   **************

        OĞUZ ÇETİNOĞLU’NUN YAZILARI

Afbeelding met persoon, person, schermopname, panorama Automatisch gegenereerde beschrijving

                      Suçlu! (İsrail) Ayağa Kalk…

Hollanda’da Yaşayan Türk Gazeteci ve İş Adamı
İLHAN KARAÇAY
 ile Milletlerarası

Adâlet Divanı’nda Görüşülmekte Olan İSRAİL’İN               SOYKIRIM DÂVÂSI HAKKINDA KONUŞTUK.

Oğuz Çetinoğlu: İsrail’in, 7 Ekim 2023 târihinden bu yana Gazze’ye yönelik saldırılarının soykırım olduğunu ileri süren Güney Afrika Cumhuriyeti, 1948 yılında yürürlüğe giren Birleşmiş Milletler Soykırımın Önlenmesi ve Cezâlandırılması Sözleşmesi’ni ihlal ettiği gerekçesiyle, 29 Aralık 2023’te İsrail aleyhinde açtığı dâvâ, gazeteci ve iş adamı hüviyeti ile bulunduğunuz Hollanda’da, Lahey’deki Barış Sarayı’nda faaliyet gösteren Birleşmiş Milletler Teşkilâtı’nın temel hukuk organı Milletlerarası Adâlet Divanı’nda birkaç gün başladı. Dâvâyı tâkip ediyorsunuz. İlk intibalarınızı anlatır mısınız?

İlhan Karaçay: Barış Sarayı’ndaki oturum, Güney Afrika’nın sözlü açıklaması ile başladı. Güney Afrika Cumhuriyeti öncelikli olarak, İsrail’in Gazze’deki bütün askerî operasyonlarının derhal askıya alınmasını istedi. Yüksek Mahkeme öncelikli olarak bu talebi ele aldı.

Çetinoğlu: Güney Afrika’nın müracaatında size göre dikkat çeken hususlar nelerdir?

Karaçay: Güney Afrika’nın başvurusunda, ‘Filistin halkının, ihlal edilmeye devam edilen soykırım sözleşmesi kapsamında haklarının korunması gerektiği’ vurgulanıyor.

Duruşma devam ederken, Filistin ve İsrail yanlısı çok sayıda gösterici, Barış Sarayı’nın önünde toplandı. Göstericiler duruşmayı, dışarıya kurulan büyük ekranlar aracılığıyla tâkip etti.

Çetinoğlu: Güney Afrika’nın Milletlerarası Adâlet Divanı’na yaptığı 84 sayfalık yazılı müracaatında yer alan cümleler hakkında bilgi lütfeder misiniz?

Karaçay: Güney Afrika’nın İsrail hakkında şikâyetçi olduğu konular, soykırım târifine giriyor. Çünkü hedef Filistin’in millî, ırkî ve etnik grubunun önemli bir bölümünü yok etmektir deniliyor.

Çetinoğlu: Neticenin ne zaman belli olacağı tahmin ediliyor?

Karaçay: Lahey’e giden soykırımla ilgili dâvâların karara bağlanması çok uzun yıllar sürebiliyor. Güney Afrika, bu yüzden Milletlerarası Adâlet Divanı’nın süreç devam ederken, İsraillilerin, Filistinlileri öldürmesini durduracak önlemler almasını istedi.

Güney Afrika ayrıca başvurusunda İsrail’in Filistinlileri bir grup olarak bilinçli şekilde ortadan kaldırılmasını hedefleyen saldırılara son vermesini ve Tel Aviv’e soykırım başlattığı için cezâ verilmesini talep etti.

Çetinoğlu: İsrail ne cevap verdi?

Karaçay: İsrail, yapılan başvurudaki iddiaların bir dayanağı olmadığını ifâde etti ve İsrail’in, ‘kanla karalanmaya çalışıldığını’ söyledi.

Çetinoğlu: Dâvâ neden Milletlerarası Adâlet Divanı’nda açıldı?

Karaçay: BM’nin en üst yargı organı olan Milletlerarası Adâlet Divanı, Milletlerarası Cezâ Mahkemesi’nin aksine, şahsî suçlar yerine sâdece devletler arasındaki ihtilafları ele alıyor. Bu sebeple dâvâ Milletlerarası Adâlet Divanı’nda açıldı.

Çetinoğlu: Delillerle alâkalı bilgi var mı?

Karaçay: Adâlet Divanı’nda görülen duruşmada, Güney Afrika’yı temsil eden avukatlardan Adila Hassim, konuşması sırasında delil olarak Anadolu Ajansı’nın fotoğraflarını da gösterdi. Foto muhabiri Fadi Alwhidi’nin çektiği fotoğrafta, Gazze’de 23 Aralık’ta Filistin Sivil Savunma ekipleri tarafından Beyt Lahya şehrinde enkaz altından çıkarılan cesetlerin, Endonezya Hastanesi’nin yakınında hazırlanan toplu mezara defnedildiği görülüyor.

Foto muhabiri Mohammed Fayk tarafından çekilen fotoğrafta da aynı şekilde 30 Ekim 2023 târihinde Gazze’de bâzı mezarlıklarda boş yer kalmaması sebebiyle Fatayer âilesinin naaşlarının topluca bir bölgede defnedildiği kameraya yansımıştı.

Çetinoğlu: Güney Afrika Cumhuriyeti Heyeti’nin iddiaları arasında yer alan diğer hususlar nelerdir?

Karaçay: Güney Afrika, 84 sayfalık yazısında İsrail’in 7 Ekim saldırılarının ardından başlattığı operasyonda Gazze’deki Filistinlilere karşı öldürerek, ciddî zihnîve bedenî zarar vererek, yerleşim yerlerini yıkarak, kuşatma ile açlık ve susuzluğa mâruz bırakarak, fizikî yıkımlarına yol açacak şartları oluşturarak soykırım yaptığını dile getirdi.

Duruşmada, Bu eylemler Güney Afrika’nın müracaatında ayrıntılı olarak belgelenmiş ve güvenilir, genellikle BM kaynakları tarafından teyit edilmiştir.’ diyen Güney Afrika’nın avukatı Adila Hassim, duruşma sırasında soykırım davranışının modelini göstermek için örnekler sıraladı.

Güney Afrika ayrıca, İsrail’in 1948 Birleşmiş Milletler Soykırım Sözleşmesi kapsamındaki diğer temel yükümlülüklerini de ihlal ettiği suçlamasında bulundu.

1948 sözleşmesi soykırımı, millî, etnik, ırkî veya dînî bir grubu tamamen veya kısmen yok etmek maksadıyla işlenen fiiller olarak tanımlıyor.

Güney Afrika’da iktidar partisi olan Afrika Millî Kongresi, İsrail’in Gazze ve Batı Şeria’daki politikalarını ‘apartheid’ rejimi altındaki kendi târihiyle karşılaştırıyor.

Çetinoğlu: ‘Apartheid rejimi nedir’ diye soracağım. Fakat önce konunun uzağında olanlar için Güney Afrika Cumhuriyeti hakkında kısa da olsa bilgi lütfeder misiniz?

Karaçay: Güney Afrika Cumhuriyeti, Afrika Kıtası’nın en güneyinde yer alır. Yüzölçümü 1.220.000 Km2, nüfusu 2017 yılı tahminlerine göre 57.000.000’dur. Nüfusun %78’i Afrika’nın yerlisi, %10 Avrupalı, %9 Melez, %3 Asyalıdır. %80 Hıristiyan, %2 Müslüman, %2 Hindu’dur. %16 Agnostiktir. (Allah’ın varlığının da yokluğunun da ispat edilemez olduğunu düşünen felsefî görüş)

Ülke altın, elmas ve değerli taşlar bakımından zengindir. Mısır, buğday, üzüm, şekerkamışı ve sebze yetiştirilir.

Ülkede Afrika yerlileri yaşamakta idi. 1488 yılında Portekizli Bartolomeo, Ümit Burnu’na ulaşınca Avrupalıların hücumuna uğradı. 1800 yılında İngiltere yönetime hâkim oldu. İngilizlerle yerli halk arasındaki savaşlar 100 yıl devam etti. 1931 yılında İngiltere yönetimden çekildi ise de ülkedeki beyazlar yönetime hâkim olup yerli halka soykırım uyguladı. Yerli halktan Nelson Mandela liderliğindeki yerliler, galip gelip Cumhuriyet rejimini seçtiler. Mandela cumhurbaşkanı oldu.

Ülkede gelir dağılımı bozuktur. Nüfusun %10’u ülke servetinin ve gelirinin %95’ine sâhiptir.

Osmanlı Devleti, din adamları ve âlimler gönderip ülke halkını İslâmiyet’e çekmeye çalıştı.

Dünyânın diğer Müslüman ülkeleri ilgisiz kalırken, Güney Afrika Cumhuriyeti’nin Filistin’e sâhip çıkmasının sebebini, Osmanlı’nın desteğiyle açıklamak mümkündür.

Apartheidayrım, ayrıştırma’ demektir. Güney Afrika Cumhuriyeti’nde Avrupalıların oluşturduğu Millî Parti hükümetinin, 1948-1994 yılları arasında beyaz olmayanların aleyhine uyguladığı ırka dayalı ayırımcılığı ifâde etmektedir.

Çetinoğlu: Teşekkür ederim İlhan Bey. Güney Afrika Devleti’nin Cumhurbaşkanının dikkat çeken beyanını sizden dinleyebilir miyiz?

Karaçay: Güney Afrika Cumhurbaşkanı Cyril Ramaphosa, mahkeme öncesinde yaptığı açıklamada Bir zamanlar mülksüzleştirmenin, ayrımcılığın, ırkçılığın ve devlet destekli şiddetin acı meyvelerini tatmış bir millet olarak, târihin doğru tarafında duracağımız konusunda netiz.’ dedi.

Çetinoğlu: Gönülden, yürekten alkışlanacak, asıl sorumluları utandıracak bir ifâde. Peki Efendim, Türkiye’nin bakış açısı ile alâkalı olarak ne söylemek istersiniz?

Karaçay: Lahey’deki duruşmayı tâkip etmek üzere gelen Türk heyetini, Lahey Büyükelçimiz Selçuk Ünal ağırladı.

TBMM Adâlet Komisyonu Başkanı Cüneyt Yüksel, Divan’daki duruşmaları tâkip etmek ve temaslarda bulunmak üzere, Avrupa Birliği (AB) Karma Parlamento Komisyonu Başkanı ve AK Parti İstanbul Milletvekili İsmail Emrah Karayel ve Anayasa Komisyon Üyesi ve Denizli Milletvekili Cahit Özkan ile Lahey’e geldi.

Güney Afrika’nın İsrail aleyhine yaptığı başvuruyu memnuniyetle karşılıyoruz diyen Cüneyt Yüksel, İsrail’in 7 Ekim’den bu yana Filistin topraklarındaki milletlerarası hukuk ihlallerinin artarak devam ettiğini belirtti. Yüksel, Güney Afrika’nın İsrail aleyhinde dâvâ açarak ihlallerin durdurulmasına yönelik attığı adımın önemli olduğunu dile getirdi.

Cüneyt Yüksel, Milletlerarası Adâlet Divanındaki dâvâ sonucunun, Milletlerarası toplumun vicdanının ferah bulması beklentisi taşıdıklarını dile getirerek, şunları söyledi:

Biz Türkiye olarak gerek makamlarımız gerek sivil toplumumuz, bu zulme asla ortak olmayacaktır. Türkiye olarak, İsrail’in sivilleri hedef alan barbarca saldırılarının bir an önce sona ermesini talep ediyoruz ve hesap vermesi gerektiğini düşünüyoruz.

Milletlerarası Adâlet Divanı’na Güney Afrika Cumhuriyeti tarafından yapılan başvuruyu memnuniyetle karşıladık. Başlayan bu sürece olan desteğimizi Türk halkı adına bir defa daha beyan ediyoruz. Bu sürecin mümkün olan en kısa sürede tamamlanmasını ve Adâletin tecelli etmesini istiyoruz.’

Divan’ın hükmedeceği ihtiyâtî tedbirlerin her konudan önce ateşkesi garanti altına almasını gerektiğini vurgulayan Yüksel, bunun, Gazze’de çok ihtiyaç duyulan şartsız, engelsiz ve düzenli insânî yardımı mümkün kılmasını arzu ettiklerini kaydetti.

Yüksel, şöyle devam etti: ‘Filistin meselesi âdil bir siyâsî çözüme kavuşturulmadan, bölgemizde kalıcı barış ve istikrarın tesisinin mümkün olamayacağı, bir kere daha görülmüştür. Dolayısıyla, Milletlerarası toplumun, barışı tesis etmeye yönelik âcil ve somut adımlar atması temel beklentimizdir. Türkiye, varılacak bir çözüme giden yolda bütün çabalara aktif katkı sağlayacağı gibi, varılacak bir nihâi anlaşmanın uygulanması aşamasında garantör olarak sorumluluk almaya da hazırdır.’

Yüksel, Güney Afrika’nın ihtiyâti tedbir taleplerine ilişkin dâvâyı, tâkip edecek hükümet yetkilileri, diplomatlar, insan hakları kurumlarından temsilciler ve hukukçularla da temaslarda bulunduklarını söyledi.

Anayasa Komisyon Üyesi ve Denizli Milletvekili Cahit Özkan, duruşma sırasındaki beyanların çok etkili olduğunu dile getirerek, Güney Afrika tarafının sunduğu deliller arasında Anadolu Ajansı’nın çektiği fotoğrafların da yer aldığını söyledi.

Anadolu Ajansı’nın Gazze’deki soykırımın delillendirilmesinde ve bu dâvâ sürecinde çok etkili ve önemli bir rol oynadığının altını çizen Özkan, bu delillerle birlikte Güney Afrika’nın iddialarını fotoğraf ve belge şeklinde çok zengin malzemelerle duruşmada yansıttığını kaydetti.

Özkan, Gazze’deki soykırımın, Gazze halkının cep telefonlarıyla canlı aktardığı, bir şeyler yapabileceği umuduyla kendi yıkımlarını gerçek zamanlı olarak yayımladıkları târihteki ilk soykırım olduğuna dikkati çekti.

Avrupa Birliği (AB) Karma Parlamento Komisyonu Başkanı ve İstanbul Milletvekili İsmail Emrah Karayel, Türkiye’nin, Milletlerarası hukukun uygulanması ve Milletlerarası mahkemelerin uyuşmazlıkları çözmesi noktasında destekleyici olduğunun altını çizerek, Türkiye’nin tavrının, uyuşmazlıkların Milletlerarası hukuk kurallarına uygun olarak çözülmesi gerektiği şeklinde olduğunu belirtti.

İsrail’in işlediği suçların soruşturulmaması ve cezâsız kalmasının kabul edilemez bir durum olduğunu kaydeden Karayel, Türkiye’nin bu tür dâvâlarda her zaman Adâletin sağlanması, suçluların cezâlandırılması ve sorumlular hakkında gereğinin yapılması için sürecin tâkipçisi olacağını aktardı.

Öte yandan, Gazze’de yaşanan dramın azalması için Divan’ın tedbir kararı vermesi gerektiğine işâret eden Karayel, bu tedbir kararlarının da nasıl uygulanacağını tâkip edeceklerini dile getirdi.

Duruşmanın ilk günü, Güney Afrika’nın Amsterdam Büyükelçisi Vusimuzi Madonsela’nın ülkesinin Divan’dan, İsrail aleyhine talep ettiği 9 ihtiyâtî tedbiri okumasının ardından sona erdi.

Çetinoğlu: Konu ile ilgilenenler tarafından merak edilen üç husus var:

1-Ateş kes kararı verilir mi?
2-Netanyahu’ya; Sırp kasabı Mladiç’e verildiği gibi cezâ verilir mi?
3-İsrail’e müeyyide uygulanır mı?
Bu konulardaki (temennilerinizi değil) kanaatlerinizi okuyucularımız için açıklar mısınız?

Karaçay:
1-Adalet Divanı’nın sadece haklıyı ve haksızı saptayacağını sanıyorum. Bir uygulama kararı beklemiyorum. Zira Dıvan, yaptırım yetkisine sahip değildir.
2- Adalet Divanı, Netanyahu davasına karışmaz. Bu Divan milletlerarası davalara bakar. Netanyahu’yu Lahey’de yargılayabilecek mercinin adı: “Milletlerarası Ceza Mahkemeleri Rezidüel Mekanizması (IRMCT)
3- Yukarıda belirttiğim gibi, Adalet Divanı, bağlayıcı bir karar vermez. Sadece haklıyı ve haksızı saptar. Bundan sonraki durum, Birleşmiş Milletler, devletler ve kamuoyu tarafından değerlendirilebilir.

Çetinoğlu: Çok teşekkür ederim İlhan Bey.

Karaçay: Rica ederim, ben teşekkür ederim.

                               ********************

ÇETİNOĞLU’NUN ADALET DİVANI’NDAKİ
TÜRK HALISI İLE İLGİLİ RÖPORTAJI

Afbeelding met persoon, person, schermopname, panorama Automatisch gegenereerde beschrijving

Hollanda’da Yaşayan Türk Gazeteci ve İş Adamı
İLHAN KARAÇAY
 ile Milletlerarası Adâlet Divanı’ndaki TÜRK HALISI Hakkında Konuştuk.

Oğuz Çetinoğlu: Sizin Lahey Yüksek Adâlet Divanı’ndaki halı ilgili haberiniz, İstanbul gazetelerinde yer almıştı. Konu hakkında neler söylemek istersiniz?

İlhan Karaçay: Bizim, Lahey Yüksek Adâlet Divanı olarak söz ettiğimiz ‘Barış Sarayı’na, Hollandalılar VredesPleis diyor. Bu yeri ilk gördüğüm an, 50 yıl kadar öncesine dayanıyor.
O yıl, Türkiye ile Yunanistan arasındaki deniz sahanlığı ihtilafı, ‘Yüksek Adâlet Divanı’na taşınmıştı.
Güvenlik Konseyi, uyuşmazlığa taraf olan Türkiye ve Yunanistan arasında bir tercih yapmaktan kaçınmış, bir yandan tarafların uyuşmazlığı doğrudan görüşmeler yoluyla çözmeleri önerilirken, diğer taraftan da, uyuşmazlığın giderilebilmesinde, Milletlerarası Adâlet Divanı’nın olası katkılarını dikkate almaya dâvet etmişti.
O zamanlar bütün dünyâda sitayişle söz edilen ‘Barış Sarayı’nda, görenlerin gözlerini kamaştıran kocaman bir halı dikkat çekiyordu. İşte orada, bu halının Osmanlılar tarafından hediye edilmiş olduğunu öğrenmiştim. Türk-Yunan dâvâsının önemi yanında, böylesi dünyâca ünlü bir yerdeki Türk halısının mevcudiyeti benim için çok önemliydi.
Malûmdur, o zamanlar Haber atlatma yarışı revaçtaydı. O halının fotoğrafını çektikten sonra Hollanda’nın ANP Ajansına gitmiş ve fotoğrafımın Hürriyet gazetesine telefoto ile gönderilmesini sağlamıştım. Ertesi günkü Hürriyet’in manşet başlığı Türk-Yunan dâvâsı değil, Barış Sarayı’ndaki Türk halısı idi.

Çetinoğlu: Günümüzdeki durum nedir?

Karaçay: İşte o halının hikâyesi, bu defa 50 yıl sonra yeniden gündeme geldi.
Halının hikâyesi aslında daha eskiye, yâni 113 yıl öncesine dayanıyor.

Çetinoğlu: Anlatır mısınız?

Karaçay: 113 yıl öncenin yılı 1911 idi.
Lahey’deki Barış Sarayı inşa edilirken, 1907 yılında devletlere yapılan katkı çağrısı üzerine, 1911’de Osmanlı Devleti tarafından, kocaman bir Hereke halısı hediye edilmişti.
Şimdi, tâmirat ve tâdilât için Türkiye’ye gönderilen halı hakkında, Lahey Büyükelçimiz Selçuk Ünal şunları söyledi:
Hollanda Krallığı’na armağan edilen ve 113 yıldır Barış Sarayı’nı süsleyen Hereke Halısı, restorasyon amacıyla geçici bir süre için ülkemize gidiyor. Barış Sarayı’nın yönetimini deruhte eden Carnegie Vakfı ile Kültür ve Turizm Bakanlığımız arasında imzalanan Protokol uyarınca, Türkiye dışındaki en büyük olduğu düşünülen, 160 m2 boyutunda ve 700 kg ağırlığındaki Hereke halısı, restorasyon işlemlerine başlanması için Barış Sarayı’ndan çıkarıldı.’

Halının, Barış Sarayı’nda sayısız müzâkerelerin devam ettiği Japon Odası’ndan çıkarılması töreninde, Büyükelçi Selçuk Ünal, Hollanda Dışişleri Bakanlığı’nın Türkiye’den de sorumlu Avrupa Direktörü Erik Weststrate ve Carnegie Vakfı Direktörü J.P.H. Donner de hazır bulundu.

Büyükelçi Selçuk Ünal, Hereke halısının Barış Sarayı’ndan çıkarılarak kamyona yüklenmesi sırasında düzenlenen film çekimine de, Hollanda Dışişleri Bakanlığı Avrupa Direktörü Erik Weststrate ve Carnegie Vakfı Direktörü J.P.H. Donner ile katıldı.

Çetinoğlu: İlgi çekici… Demek tören yapıldı. Neler konuşuldu?

Karaçay: Büyükelçi Selçuk Ünal şöyle devam etti: Ecdadımızın 1907’deki dâvete icabetle 1911’de armağan ettiği târihî Hereke halısı 113 yıldır, sayısız önemli barış antlaşması, müzâkere ve görüşmeye şâhitlik etti. Aslında, tek başına, yalnız ve hüzünlü, 113 yıl târihe şâhit oldu. Ecdadımızın Milletlerarası barışa desteğini o târihte uzun vadeli bir öngörüyle ve bu şekilde göstermiş olması, bugün hepimiz için önemli bir mesajdır. Hereke halısı, bir cihan devletinden Avrupa’nın saygın bir devletine hediye edilirken düşünüldüğü gibi, bugün de yarın da Türk-Hollanda dostluğunun ölümsüz nişanelerinden birini teşkil edecektir. İnsanlar yaşadıkça ve insanlık yaşadıkça, buradan sonsuzluğa kadar Milletlerarası dostluk ve barış mesajını verecektir.’
İşte, hepimize gurur veren ve bundan sonraki gelişmeler ile âlicenaplığımızı dünyâya ilân edecek olan ‘Hereke Halısı’nın hikâyesi böyle.

Çetinoğlu: ‘Hereke halısı’ deyip geçebilir miyiz?

Karaçay: Aslâ. Târihî olaydır. Yeni nesiller tarafından da bilinmesi gerekir.

Çetinoğlu: Sizden öğrenebilir miyiz?

Karaçay: İntihal (aşırma) yapmayacağım ama Google Amca’da yaptığım araştırmada bakınız bu konuda ne buldum.

Çetinoğlu. Ne buldunuz?

Karaçay: Hollanda’nın Lahey şehrindeki Milletlerarası Adâlet Divanı olarak hizmet veren Barış Sarayı’na, Sultan İkinci Abdülhâmid Han’ın fermanı üzerine 1905’te hediye edilen, yaklaşık 162 metrekarelik Hereke halısı Aksaray’ın Sultanhanı ilçesinde restore ediliyor.
Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı Nadir Alpaslan, Aksaray’daki halı tâmir atölyesinde düzenlenen basın toplantısında, Türkiye târihi için önemli yeri olan Sultanhanı Kervansarayı’nda olmaktan mutluluk duyduğunu söyledi.
Nadir Alpaslan, Barış Sarayı yapıldığı dönemde 40’tan fazla ülkenin yardımda bulunduğunu hatırlatarak, şöyle devam etti:
Osmanlı Devleti Sultan İkinci Abdülhâmid Han döneminde Barış Sarayı’na, biraz sonra restorasyonuna başlanacak, Hereke halısını hediye etmiş. Bu halı ülkemizin kültürel ögeleriyle bezenmiş, ilmek ilmek dokunmuş çok özel bir halı. Halı restorasyon sürecinde yapıldığı dönemin teknik özelliklerine göre her bir ilmeği yenilenerek tekrar evine gönderilecek. Hereke halısı 100 yılı aşkın süredir Barış Sarayı’nda Japon Salonu’nda târihe tanıklık etmektedir. Halımız, 1 yıl sonra bu çalışma bitip evine döndüğünde târihe şâhitlik etmeye devam edecek.’

Alpaslan, bu eşsiz halının Türkiye’nin kültürel zenginliğini yansıtan önemli örneklerden biri olduğunu aktardı. Restorasyonun Türkiye’de yapılmasının önemli olduğuna dikkati çeken Alpaslan, Halı, 400 yılı aşan Hollanda ve Türkiye ilişkilerinin de somut bir göstergesidir. Halımızın restorasyonu uzman ekip ve geleneğe dayalı teknikler kullanılarak gerçekleştirilecek, her aşamada halının orijinal dokusu ve estetiğinin korunması için büyük hassasiyet gösterilecektir. Bu proje, halının restorasyonundan öte kültürel bir mirasın korunmasını da temsil etmektedir.’ diye konuştu.

Alpaslan, halının restorasyonuyla dünyâ kültürel mirasına da katkı sunulduğunu vurguladı.
İçinde yaşanılan dünyâda, barışa ve Adâlete ihtiyaç olduğunu anlatan Alpaslan, bütün dünyâya barış ve Adâlet gelmesi temennisinde bulundu.

Çetinoğlu: Bilenler elbette biliyor da… İnsanlarımızın çoğunluğu makine halısı kullanıyor. Onlara Hereke halısını nasıl tanıtırsınız?

Karaçay: Hereke halısı, dünyânın en kaliteli ve en iyi halısıdır. Restorasyondan sonra dokunduğu dönemdeki kıymetine kavuşacaktır.

Çetinoğlu: Hollanda’dan restorasyon için gönderilirken tören yapıldı. Türkiye’de karşılamak maksadıyla da tören yapıldı mı?

Karaçay: Evet: Hollanda’nın Ankara Büyükelçisi Joep Wijnands ise bir asırdan sonra halının Hollanda’dan tekrar Türkiye’ye restorasyon için geldiğini söyledi.
Halının hikâyesinin Türkiye ile Hollanda arasındaki güçlü bağların sembolü olduğunu belirten Wijnands, sözlerini şöyle devam etti:
Hereke halısı, dünyânın en kaliteli ve en iyi halısıdır. Uzun süreli olması ve târihî öneme sahip olması da ayrı bir güzel yanı. İki ülke arasındaki ilişkiler ve aramızdaki dostluk halıdaki ilmekler kadar sağlam ve güçlüdür. İki ülke arasındaki dostluk çok uzun yıllar öncesine dayanıyor. Seneye dostluk anlaşmasının 100. yılının kutlamasını yapacağız. Diplomatik ilişkiler de 400 yıl kadar geriye gidiyor. İki ülke arasında bu halıdan daha da fazla güzellikler var. Hollanda’nın Milletlerarası sembolü olan lâleyi, Türklerin getirdiği bilinir.’
Wijnands, 500 yıl önce Hollanda’nın bağımsızlığı için Türkiye’nin yardım ettiğini de vurguladı.
Konuşmaların ardından Bakan Yardımcısı Alpaslan ve beraberindekiler, halıyı inceledi.

Çetinoğlu: Konu açılmışken, biraz da Hereke Halı Fabrikası’ndan bahseder misiniz?

Karaçay: Kocaeli’de 1843 yılında kurulan Osmanlı emâneti olan ‘Hereke Fabrika-i Hümayunu’ dokuma fabrikası, 181 yıldır adından söz ettiriyor. Özel olarak millî saraylar için dokunan ipek halılar, metrekaresindeki 1.000.000 düğümü ve Osmanlı dönemindeki desenleriyle göz kamaştırıyor. El emeği göz nuru halıları dokuyan kadınlar, bir halıyı en az bir yılda bitiriyor.
Körfez ilçesine bağlı Hereke bölgesinde, 1843 yılında iki kardeş tarafından geniş bir atölye olarak kurulan fabrika, 1845 yılında Osmanlı Devleti‘nin sanayi atılımları ile saraya bağlandı. 1845 yılından sonra, ‘Hereke Fabrika-i Hümayunu’ ismiyle faaliyetini devam ettiren fabrikada, ilk olarak sarayların perdelik ile döşemelik talebi karşılanırken, daha sonra halı da dokunmaya başlandı.
Osmanlı’nın değerli kurumları arasında yer alan ve imparatorluk hayatını renklendiren Hereke Fabrika-i Hümayunu, 19. yüzyılın sonlarına doğru Avrupa’da bir markaya dönüştü. Prestijli bir marka hâline gelen fabrikanın ürünleri, çeşitli ülkelerde de armağanlara lâyık görüldü.

Çetinoğlu: Bu konuda hayli bilgi sâhibisiniz. Herekede üretilen halıları nerelerde görmek mümkün?

Karaçay: Hereke Fabrika-i Hümayun da birçok halı dokundu. Bunlardan en devasa olan Sultan İkinci Abdülhâmid döneminde Alman İmparatoru Kaiser İkinci Wilhelm’in ziyâreti vesilesiyle 1897 yılında Yıldız Şale Köşkü Muayede (Bayramlaşma) Salonu için yaptırılan 468 metrekare boyutunda, 3 ton ağırlığındaki halıydı. Ayrıca Beylerbeyi Sarayı Mavi Salonu, Dolmabahçe Sarayı Muayede Salonu, Lahey Yüksek Adâlet Divanı ve Beyaz Saray’ında bulunan halılarda Hereke Fabrika-i Hümayun’da dokundu. 181 yıldır faaliyetini devam ettiren, şu anki ismiyle Hereke İpekli Dokuma ve Halı Fabrikası’nda hâlâ millî saraylara halı dokumaya devam ediyor.

Çetinoğlu. Hereke halısının özelliklerinden de söz eder misiniz?

Karaçay: Hereke halısının özelliği: ilmeği, çift düğüm olması, iplik özelliği ve sağlamlığıdır.
Türk halı sanatının Osmanlı dönemi, Altaylardan Anadolu’ya uzanan târihî süreci ve kültürel birikimi yansıtır. Bu bağlamda devletin ilk dört yüz yıl boyunca devam eden yükselişine paralel olarak, hah sanatı gelişme göstermiş ve çeşitliliği artmıştır. Ancak Batı dünyâsında bilim ve tekniğe dayalı olarak gelişen yeni medeniyet, her alanda olduğu gibi Osmanlı sanatlarını da zor durumda bıraktı. Bilhassa sanayi devrimi ile dokumacılık sektörü yeni bir sürece girdiği için, Osmanlı halıcılığı derinden etkilendi. Bu sebeple, 19. yüzyılda devam ettirilen modernleşme çabalarına dokumacılık da dâhil edildi. 1843’de Hereke’de açılan fabrika ile dokuma ve halı sanayi teşekkül ettiği gibi, zamanla sektör açısından bir eğitim merkezi hâline geldi. Gayretli çalışmalar neticesinde taşrada birçok halıcılık merkezi ortaya çıktı. Verimliliğini yitiren bazı eski merkezler ihya edildi. Kız Sanayi Mektepleri ile Kız Rüştiyelerinde yapılan halıcılık eğitimi desteklendi. Ayrıca halıcılık sanatında başarılı ve üstün hizmetleri olan kimselere, hükümet tarafından Sanayi Madalyası verildi. Böylece Hereke Fabrika-i Hümayunu merkeze alınarak, öğrencilere, erişkinlere, özel teşebbüs personeline halıcılık eğitimi veren, kaliteyi artıran ve istihdam imkânı yaratan bir model oluştu.

Çetinoğlu: Çok teşekkür ederim İlhan Bey.

Karaçay: Rica ederim, ben teşekkür ederim.

ÇETİNOĞLU’NUN KISACA ÖZGEÇMİŞİ

Afbeelding met Menselijk gezicht, persoon, glimlach, person Automatisch gegenereerde beschrijving
28 Kasım 1938 târihinde Bafra’da doğdu. İlk ve Orta Okulu doğduğu şehirde bitirdikten sonra Ankara Ticaret Lisesi ve Ankara İktisâdî ve Ticârî İlimler Akademisi’nde okudu.

İş hayatına Ankara’da muhasebeci olarak başladı. Ankara ve Karabük’te; muhasebeci, mâlî müşâvir ve profesyonel yönetici olarak devam etti. İstanbul’da, demir ticareti ile meşgul oldu.

SSCB’nin dağılmasından Türk Cumhuriyetleri’nde sanayi yatırımları gerçekleştirmek üzere çok ortaklı şirket kurdu. Şirketin murahhas âzâsı olarak Azerbaycan’da ve Kırım’da; tesis kurup çalıştırdı. 2000 yılında işlerini tasfiye etti.

İş hayatı ile birlikte yazı hayatı da devam etti. İlk yazısı 1954 yılında Bafra’da yayımlanmakta olan Bafra Haber Gazetesi’nde başmakale olarak yer aldı. Sonraki yıllarda İlhan Egemen Darendelioğlu’nun Toprak Dergisi’nde, Son Havadis ve Tercüman gazetelerinde yazıları yayımlandı.

Türk Ocakları Genel Merkezinin yayımladığı Türk Yurdu, dergisinde yazdı. İslam, Kadın ve Aile, Yörünge, Ufuk, Emelimiz Kırım, Papatya, Tarih ve Düşünce, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Sağduyu, Orkun, Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyası Tarih ve Kültür, Antalya’da yayımlanan Nevzuhur, Kayseri’de yayımlanan Erciyes ve Yeniden Diriliş, Tokat’ta yayımlanan Kümbet dergilerinde, Dünya ve Kırım’da yayımlanan Kırım Sadâsı gibi gazetelerde de imzasına rastlanmaktadır. Akra FM radyosunda haftanın olayları üzerine yorumları oldu.

10 yıl boyunca (haftada bir gün) Zaman Gazetesi’nde köşe yazıları yazdı. Hâlen; Önce Vatan ve İstanbul gazetelerinde, Dil ve Edebiyat ile Yesevi ve Adana’da yayınlanan Töre dergilerinde yazmaktadır.

Üstlendiği sosyal görevler:

*Ankara Ticaret Lisesi Kültür ve Edebiyat Kolu Başkanlığı *Ankara Meslek Okulları Öğrenci Kültür Birliği Kültür Kolu Başkanlığı
*Ankara İktisadî ve Ticarî İlimler Akademisi Talebe Cemiyeti Başkanlığı
*Millî Türk Talebe Birliği’nde; Mayıs 1961’den Şubat 1963’e kadar Yönetim Kurulu üyeliği
*Millî Türk Talebe Birliği Ankara Şubesi Kültürel Hizmetler Grup Başkanlığı *Türk Ocakları Ankara Şubesi İkinci Başkanlığı *Karabük İşadamları Derneği Kurucu Başkanlığı *Karabük Serbest Meslek Mensupları Yapı Kooperatifi Kurucu Başkanlığı
*Türk Ocakları İstanbul Şubesi Kurucu Üyeliği *Anavatan Partisi Sarıyer İlçe Başkanlığı
*Türkiye Millî Kültür Vakfı Kurucular Kurulu Üyeliği
*Aydınlar Ocağı Genel Merkezi ve İlim İstişare Kurulu Üyeliği
*Türk 2000’ler Vakfı Yönetim Kurulu Üyeliği
*AVRASYA-BİR / Avrupa Asya Birliği Türk Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Araştırmalar Vakfı Yönetim Kurulu Üyeliği

Oğuz Çetinoğlu; ESKADER / Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmacıları Derneği, İLESAM / Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliği, Aydınlar Ocağı İstanbul Merkezi ve Türk Ocakları İstanbul Şubesi Üyesidir.

                                                       ************************

EERVOLLE PUBLICATIES VAN TWEE BEROEMDE SCHRIJVERS OVER MIJ…

De publicaties van İrfan Ünver Nasrattınoğlu en Oğuz Çetinoğlu zijn gepubliceerd op nieuwsportalen die miljoenen mensen bereiken.

Nasrattınoğlu publiceerde mijn biografie en Çetinoğlu publiceerde twee interviews over het Gerechtshof in Den Haag.

Een van hen is een folkloreonderzoeker die in verschillende organisaties heeft gewerkt en de ander is een schrijver die betrokken is geweest bij het bedrijfsleven, politieke organisaties en verenigingen.

Afbeelding met tekst, Menselijk gezicht, person, kleding Automatisch gegenereerde beschrijving
İlhan KARAÇAY schreef:

Beste lezers,

Het moet het toppunt van vulgariteit en egoïsme zijn voor een schrijver om een megalomaan te worden en zichzelf te prijzen.
Echter, naar mijn bescheiden mening, probeer ik zo nu en dan een megalomaan te zijn en mezelf te prijzen.
In feite is dit niet mijn eigen lof, maar het verlangen om de lof van anderen te weerspiegelen. Je kunt dus niet overal zien wat anderen zeggen en schrijven. Bovendien blijft het jarenlang op Uncle Google staan en wordt het vereeuwigd.

Natuurlijk ontvangt elke schrijver berichten van lof en kritiek. Natuurlijk neemt elke schrijver meestal de berichten op van degenen die hem prijzen. Ook ik heb vaak lovende berichten gepubliceerd.
Ik zou nalatig zijn als ik geen berichten zou publiceren als “Gezondheid, je schrijft erg vloeiend”, “De staat zou je een prijs moeten geven” en “Veel schrijvers hebben mij genoemd, maar ik zou graag door jouw vloeiende pen gelezen willen worden”. Net als een van mijn bewonderende lezers die mij afschilderde als “U bent de Van Gogh van de journalistiek”…

Een van de laatste twee berichten die ik ontving was van İrfan Ünver Nasrattınoğlu, een folklore onderzoeker die in verschillende organisaties heeft gewerkt, en de andere was van Oğuz Çetinoğlu, een schrijver die betrokken is geweest bij het bedrijfsleven, politieke organisaties en januari.

Nasrattınoğlu, wiens artikelen zijn gepubliceerd in ANKHABER in Ankara, KOCATEPE in Afyonkarahisar, SESİMİZ in Silifke, MÜCADELE in Diyarbaır en MUTTAN HABER in Mut, begon zijn bericht als volgt:
“İlhan Karaçay is in mijn herinnering een uitzonderlijk persoon. Om deze reden voeg ik een ontwerp bij van een artikel dat ik van plan ben te schrijven en te publiceren over jou.
Ik ben nu in mijn 87e jaar en heb geen officiële of privé functie meer. Ik schrijf, schrijf en publiceer alleen nog maar.”

Oğuz Çetinoğlu, die schrijft voor het nieuwsportaal KOCAELİ OCAĞI VAN DE LICHTEN, in zijn bericht.
Hij had de wens geuit om geïnterviewd te worden over het proces tegen Israël bij het Gerechtshof in Den Haag en het tapijt dat Turkije aan het Hof heeft gepresenteerd.

ARTIKEL DOOR IRFAN ÜNVER NASRATTINOĞLU:


        Ankara     Afyonkarahisar      Diyarbakır                   Mut                     Silifke

Een populaire Turkse journalist in Nederland

                       İLHAN KARAÇAY

De arbeidsmigratie van Turkije naar Nederland begon officieel met de bilaterale overeenkomst die op 19 augustus 1964 werd ondertekend. Veel Turken die naar dit land gingen, waar ze als arbeiders kwamen, hebben succesvol werk verricht in dit land, speelden een leidende rol bij het oplossen van de problemen van hun landgenoten en werden leiders met hun sociale activiteiten. Een van de prominente namen in dergelijke activiteiten in Nederland is İlhan Karaçay. Zijn naam wordt geïdentificeerd met Nederland.

Ik reisde voor de eerste keer naar dit land in 1978. Daarna bezocht ik dit Europese land twee keer in 2000, en daarna nog drie keer in maart en juni 2014, waarin ik ook een belangrijke gebeurtenis heb uitgevoerd. Ik heb al negen jaar op rij contact met Karaçay, die ik tijdens mijn laatste reis naar Nederland heb ontmoet en die ik met veel plezier ken. Uit het nieuws dat hij regelmatig publiceert, haal ik informatie over alles wat er in dit land gebeurt en uit het nieuws dat hij publiceert, leer ik weer over de Turkse sporen die in verschillende delen van Europa bestaan.

Geboren op 23 december 1942 in Mersin, begon Karaçay met het schrijven van nieuws en commentaren voor de Ulus krant, die werd beschouwd als het orgaan van deze partij, terwijl hij tijdens zijn jeugd voorzitter was van de CHP İçel Provinciale Jeugdafdeling. Op hetzelfde moment, ondanks zijn jonge leeftijd, was hij ook verantwoordelijk voor het beheer van de toeristische faciliteiten in Mersin, die eigendom waren van zijn familie en Pompeipolis genaamd, bestaande uit een motel, strand, casino en camping.

Als ze hem hadden verteld dat een Griekse kapitein die op vijfentwintigjarige leeftijd naar de toeristische faciliteiten kwam die hij beheerde, de loop van zijn leven zou veranderen, zou hij het ook niet hebben geloofd. Toen hij hoorde dat deze kapitein met zijn schip naar Shanghai, China zou gaan, slaagden hij en zijn drie vrienden erin om als arbeiders aan boord van het schip te komen. Dit waren de jaren van Mao’s Culturele Revolutie in China. Dit was een niet te missen kans voor Karaçay, die hield van het vak van journalist. Het echte doel van de reis, die begin juni 1967 begon, is journalistiek…

De reis naar China verandert in een avontuur wanneer het schip net na het oversteken van het Suezkanaal wordt gebombardeerd. Ze staken het kanaal over, maar toen ze Djibouti bereikten op 7 juni 1967, hoorden ze dat de oorlog tussen Israël en de Arabische landen in volle gang was en dat het Suezkanaal gesloten was. Het is min of meer bekend wat de andere matrozen gaan doen als ze via Singapore Shanghai bereiken en voet aan land zetten, maar Karaçay belandt op het postkantoor. Hij mailt de foto’s en interessante nieuwtjes die ze van het Suezkanaal hebben meegenomen en de havens die ze tijdens de reis hebben aangedaan naar de krant Akşam.

Afbeelding met tekst, krant, Nieuws, Publicatie Automatisch gegenereerde beschrijving

Karaçay beleeft de kleurrijkste dagen van de Culturele Revolutie in Shanghai. In China, het dichtstbevolkte land ter wereld en op dat moment gesloten voor de wereld, krijgt hij geelzucht. Hij wordt opgenomen in het ziekenhuis. Maar hij ontsnapt uit het ziekenhuis. Karaçay beschrijft dit ontsnappingsincident als volgt: “Met het garantiedocument dat de kapitein me gaf, kon ik ontsnappen uit de handen van de gendarmerie die me naar het ziekenhuis kwam brengen en ontsnappen. Want de volgende reis na Shanghai was naar Vancouver, Canada. Als ik in het ziekenhuis zou worden opgenomen, moest dat in de moderne wereld gebeuren. Wat zou ik in deze onbekende wereld doen als het schip zou vertrekken?”

Zodra hij voet zette in de moderne wereld, werd hij voor precies tweeënhalve maand opgenomen in het ziekenhuis. Gedurende deze tijd verbetert hij zijn Engels, dat hij voldoende beheerst om zichzelf te redden. De vrouwelijke arts van het ziekenhuis feliciteert Karaçay met het feit dat hij in zo’n korte tijd Engels heeft geleerd en geeft de directeur van de bibliotheek opdracht hem lessen te geven om zijn Engels verder te verbeteren. Karaçay herstelt van zijn ziekte en komt weg met het Engels dat hij heeft geleerd. Kortom, hij komt het ziekenhuis binnen als een patiënt en vertrekt als een gezond persoon en als twee mensen, zoals het gezegde luidt: “Eén taal betekent één persoon”.

Op de terugweg via Londen naar Turkije stopt Karaçay in Nederland, bewondert het leven en de mensen in Nederland en besluit hier te blijven. Om als correspondent te gaan werken voor de krant Tercüman, die in Europa begon te verschijnen, sluit hij een overeenkomst met Kemal Özbayraç, het hoofd van de inlichtingendienst, die hij al eerder had gekend. In die tijd was zijn leven in Nederland behoorlijk kleurrijk. Hij had veel vriendinnen, maar toch vond hij dat zijn leven eentonig werd. Hij is van plan om naar Amerika te gaan. Jeanne, zijn favoriet en groeiende favoriet, is echter verdrietig dat Karaçay Nederland zal verlaten. De liefde tussen de twee mondt later uit in een huwelijk.

Op een dag klopt de postbode op de deur en overhandigt Karaçay een telegram. De afzender was Necmi Tanyolaç, de sportmanager van de krant Tercüman. Tanyolaç, een van de belangrijkste figuren van de Turkse sportpers, stuurde een dringend telegram: “İlhan, Fenerbahçe is gekoppeld aan Ajax. Volg Ajax en stuur de artikelen en foto’s in een haast.” Op 10 november 1968, landde Fenerbahçe op Amsterdam’s Schiphol luchthaven en werd begroet door mevrouw Jeanne. Terwijl hij van plan was om Jeanne te verlaten en naar Amerika te gaan, bracht de wedstrijd Ajax-Fenerbahçe Karaçay naar de trouwtafel met Jeanne. Karaçay zegt, “Hoewel ik een Beşiktaş fan ben, ben ik altijd dankbaar geweest naar Fenerbahçe, die instrumentaal was in mijn huwelijk met Jeanne en mijn verblijf in Nederland.”

In 1969 werd Karaçay professioneel journalist door een overeenkomst te tekenen met de krant Hürriyet, die in Europa begon te publiceren, en in 1975 accepteerde hij het aanbod om verslaggever te worden van Tayyar Şafak, het hoofd van de TRT Nieuwsafdeling, tijdens zijn bezoek aan Amsterdam. In hetzelfde jaar begon hij het programma ‘Paspoort’ voor Turken op de NOS televisie te regisseren. In 1980 filmde Karaçay, die samen met Henk Barnard, de beroemde regisseur van IKON Televisie, een vijfdelige serie met de titel “De kinderen die lijden” maakte, twee afleveringen in Turkije en kwam ‘s ochtends aan bij de grenspoort van Kapıkule. Tanks en soldaten verschenen plotseling in het centrum. Het was 12 september 1980 en de Turkse strijdkrachten hadden de regering van Turkije overgenomen.

Een succesvolle medewerker van TRT aan de ene kant, van een grote krant als Hürriyet aan de andere kant en van de Nederlandse televisie aan de andere kant, opende veel deuren voor Karaçay.

Terwijl hij over die tijd sprak, kon Karaçay het niet laten om een pijnlijke herinnering te vertellen die hij niet kon vergeten: “We hadden alles voorbereid en waren op weg naar Mersin voor de huwelijksceremonie. Toen we op het punt stonden om in Aksaray aan te komen met het grootste deel van onze reis achter de rug, waren Jeanne en ik betrokken bij een zwaar verkeersongeval. We raakten allebei ernstig gewond, ik kan wel zeggen dat we terugkwamen uit de dood. Uiteindelijk trouwden we op 23 mei 1970 in Mersin.”

Het geluk van het opbloeiende koppel İlhan en Jeanne verdubbelde en verdrievoudigde op 23 januari 1971.

Ze kregen een tweeling, een jongen en een meisje, die ze Ruşen en Vahide noemden. Maar hun geluk duurde niet lang! Vahide kon maar vijf weken overleven door een gat in haar hart. Ze kunnen hun dochter niet vergeten. Daarom noemden ze hun tweede dochter, geboren op 17 april 1974, naar Vahide, die stierf toen ze nog maar vijf weken oud was. Karaçay zei over de goede momenten die hij doorbracht met zijn twee kleinkinderen, Eva van hun eerste kind Ruşen en Esra van Vahide: “De mooiste momenten van mijn leven zijn de momenten die ik doorbreng met mijn kleinkinderen. Bij elke gelegenheid bij mijn kleinkinderen zijn is voor mij het grootste geluk ter wereld.”

In 1973 ging İlhan Karaçay zich naast de journalistiek ook bezighouden met toerisme en in 1976, met het besluit van de Raad van Ministers, nam hij het algemene verkoopagentschap van de THY in de regio Utrecht op zich.

Naast journalistiek en reisbureau in zijn kantoor, houdt hij zich ook bezig met verzekeringen en kredietzaken op verzoek en op behoefte. Na zware operaties in 1981 gaf hij eerst zijn bureau voor toerisme en daarna de vertegenwoordiging van Hürriyet Newspaper over aan mensen die hij vertrouwde.

Karaçay wilde dat zijn kinderen Turks onderwijs zouden krijgen, dus keerde hij terug naar Turkije en vestigde zich in Mersin. Natuurlijk kon hij ook daar niet stil blijven zitten en begon hij weer met het exploiteren van toeristische faciliteiten. Ondertussen probeerde hij zijn geluk opnieuw in de politiek. Bij de lokale verkiezingen van 1984 stelde hij zich kandidaat als DYP voor het burgemeesterschap van Mersin en verloor de verkiezing. Hij begint zich ongemakkelijk te voelen bij het sociale leven in Mersin, verveelt zich en keert begin 1986 terug naar Nederland.

Na zijn aankomst in Nederland werkt hij als correspondent voor de krant Günaydın en als hoofdredacteur van de krant Haber, die in het Turks en Nederlands wordt uitgegeven. Aan het eind van datzelfde jaar nam hij ook de Benelux-vertegenwoordiging van Sabah Newspaper over, dat zich op Europa richtte. Het eerste Europese avontuur van Sabah duurde echter niet lang en het werd gesloten. In 1988, toen Asil Nadir de Günaydın krant kocht, werd hij de Benelux vertegenwoordiger van deze krant. Na de crisis van Asil Nadir en de aankoop van de krant door Bekir Kutmangil, bleef hij in dezelfde functie. Karaçay, die in zijn journalistieke leven in elke tak van deze sector heeft gewerkt, werd in 1994 eigenaar van de Europese edities van Günaydın. Daarom vestigde hij zich in Frankfurt, het centrum van de Europese Turkse pers.

https://encrypted-tbn2.gstatic.com/images?q=tbn:ANd9GcRH0RHbj1eLDWByXcLQXcx9TZPCJEaSRLuUUsq67SxtFLH3T1Ediw                                                  İlhan Karaçay met mijn zoon Salih

MEER KOMT NOG
Meneer Nasrattınoğlu eindigde mijn verhaal in Frankfurt. Het verhaal zal hier echter niet eindigen.
De gewaardeerde auteur verklaarde dat hij nog een artikel zal voorbereiden waarin hij voorbeelden zal geven van het belangrijke werk dat ik heb gedaan voor de Turkse gemeenschap tijdens mijn leven in Nederland.

KORTE BIOGRAFIE VAN NASRATTINOĞLU

Afbeelding met Menselijk gezicht, kleding, pak, persoon Automatisch gegenereerde beschrijving
İRFAN ÜNVER NASRATTINOĞLU

Folklore onderzoeker. Geboren op 18 december 1937 in Afyonkarahisar. Afgestudeerd aan de Air Non-Commissioned Officer School (1955). Na twintig jaar bij de luchtmacht te hebben gewerkt, ging hij vrijwillig met pensioen. Vanaf 1976 werkte hij voor verschillende kranten. In zijn latere jaren legde hij zich toe op folkloreonderzoek en bekleedde hij verschillende functies in organisaties die op dit gebied actief zijn. Sinds 1981 was hij voorzitter van het Folklore Onderzoeksinstituut.

Zijn eerste artikel verscheen in de krant Türkeli (Afyonkarahisar) in 1954. In de jaren daarna werden zijn artikelen gepubliceerd in Türkeli, Afyon, Zafer, Mücadele (Diyarbakır), Anadolu, Güney, Orta Doğu kranten en Turkish Folklore Research, Sivas Folklore, Turkish Folklore, Erciyes, Hisar, Ilgaz, Gülpınar, Size, Güneyde Kültür, İçel Kültürü, Ses, Yeni Defne tijdschriften. Hij nam deel aan vele nationale en internationale congressen, symposia en seminars in en buiten Turkije en presenteerde papers. Zijn diensten aan het folkloreonderzoek werden vele malen bekroond in binnen- en buitenland. Twee eredoctoraten en ereprofessoraten (1999) werden uitgereikt door de Staatsuniversiteit van Azerbeidzjan namens Mehmet Emin Resulzâde en door de Staatsuniversiteit van Moldavië-Komrat. Hij heeft ook academielidmaatschappen in verschillende landen. Er zijn scripties over hem geschreven aan universiteiten. Hij is lid van vele verenigingen zoals de Turkse Persraad, Azerbeidzjaanse Schrijversbond, Afyonkarahisar Journalistenbond, İLESAM, Moldavië Schrijversbond, Turkije Journalistenbond, Turkije Schrijversbond.

“Folklore onderzoeker, schrijver İrfan Ünver Nasrattınoğlu levert nuttige diensten. Vorig jaar publiceerde hij de anthologie “Hedendaagse Noord-Azerbeidzjaanse Poëzie”. Deze keer hebben we de “Bloemlezing van hedendaagse Oeigoerse poëzie” samengesteld door Irfan Ünver. Jarenlang hebben we geschreven en aangedrongen op de erkenning en verspreiding van Turkse literatuur buiten Turkije in Turkije, en de introductie van Turkse literatuur aan onze broeders en zusters in het buitenland. Onze standpunten werden soms onderschat. De blik was op grote plaatsen” (Tahir Kutsi Makal).

ARTIEKEL VAN OĞUZ ÇETİNOĞLU

Afbeelding met persoon, person, schermopname, panorama Automatisch gegenereerde beschrijving

                           Schuldig (Israël) Sta op…

We spraken over ISRAEL’S GENOCIDE CASE, met de Turkse Journalist   woonachtig in Nederland ILHAN KARAÇAY 

Oğuz Çetinoğlu: De Republiek Zuid-Afrika, die beweert dat de aanvallen van Israël op Gaza sinds 7 oktober 2023 genocide waren, heeft op 29 december 2023 een rechtszaak tegen Israël aangespannen wegens schending van het Verdrag van de Verenigde Naties inzake de voorkoming en bestraffing van genocide, dat in 1948 in werking is getreden. De rechtszaak is een paar dagen geleden begonnen bij het Internationaal Gerechtshof, het belangrijkste juridische orgaan van de Organisatie van de Verenigde Naties, dat opereert in het Vredespaleis in Den Haag in Nederland, waar u zich als journalist en zakenman bevindt. U volgt de zaak. Kunt u ons vertellen over uw eerste indrukken?

İlhan Karaçay: De sessie in het Vredespaleis begon met de mondelinge verklaring van Zuid-Afrika. De Republiek Zuid-Afrika eiste eerst de onmiddellijke opschorting van alle Israëlische militaire operaties in Gaza. Het Hooggerechtshof ging eerst in op dit verzoek.

Cetinoglu: Wat zijn volgens u de saillante punten in het verzoek van Zuid-Afrika?

Karaçay: Zuid-Afrika’s aanvraag benadrukt dat ‘de rechten van het Palestijnse volk onder het genocideverdrag, die nog steeds geschonden worden, beschermd moeten worden’.

Terwijl de hoorzitting voortduurde, verzamelde een groot aantal pro-Palestijnse en pro-Israëlische demonstranten zich buiten het Vredespaleis. De demonstranten volgden de hoorzitting op grote schermen die buiten waren opgesteld.

Cetinoglu: Kunt u ons informatie geven over de vonnissen in de 84 pagina’s tellende schriftelijke aanvraag van Zuid-Afrika bij het Internationaal Gerechtshof?

Karaçay: De zaken waarover Zuid-Afrika klaagt over Israël vallen onder de definitie van genocide. Want er staat dat “het doel is om een aanzienlijk deel van de nationale, raciale en etnische groep van Palestina te vernietigen”.

Cetinoglu: Wanneer wordt de uitkomst verwacht?

Karaçay: Genocidezaken die naar Den Haag gaan kunnen vele jaren duren voordat er een uitspraak is. Zuid-Afrika heeft daarom verzocht dat het Internationaal Gerechtshof maatregelen neemt om “Israëli’s te stoppen met het doden van Palestijnen” terwijl het proces nog loopt.

Zuid-Afrika eiste in zijn verzoek ook dat Israël de aanvallen zou staken die gericht zijn op de opzettelijke eliminatie van de Palestijnen als groep en dat Tel Aviv zou worden gestraft voor het plegen van genocide.

Çetinoğlu: Hoe reageerde Israël?

Karaçay: Israël verklaarde dat de beschuldigingen in de aanvraag “geen basis hebben” en dat Israël “probeert Israël met bloed te belasteren”.

Cetinoglu: Waarom werd de zaak voor het Internationaal Gerechtshof gebracht?

Karaçay: In tegenstelling tot het Internationaal Strafhof behandelt het Internationaal Gerechtshof, het hoogste gerechtelijke orgaan van de VN, alleen geschillen tussen staten in plaats van persoonlijke misdaden. Daarom werd de zaak bij het Internationaal Gerechtshof aanhangig gemaakt.

Cetinoglu: Heeft u informatie over het bewijs?

Karaçay: Tijdens de hoorzitting bij het Hof van Justitie liet Adila Hassim, een van de advocaten die Zuid-Afrika vertegenwoordigde, tijdens haar toespraak de foto’s van Anadolu Agency zien als bewijsmateriaal. De foto’s, genomen door fotojournalist Fadi Alwhidi, tonen de lichamen die op 23 december door Palestijnse civiele verdedigingsteams van onder het puin in Beit Lahya in Gaza zijn gehaald en begraven in een massagraf dat vlakbij het Indonesische ziekenhuis is aangelegd.

Op de foto, genomen door fotojournalist Mohammed Fayk, was op de camera te zien dat de lichamen van de familie Fatayer op 30 oktober 2023 werden begraven in een massagraf in Gaza vanwege ruimtegebrek op sommige begraafplaatsen in Gaza.

Cetinoglu: Wat zijn de andere punten onder de beweringen van de delegatie van de Republiek Zuid-Afrika?

Karaçay: In haar 84 pagina’s tellende verklaring stelt Zuid-Afrika dat Israël genocide heeft gepleegd op de Palestijnen in Gaza door hen te doden, ernstig geestelijk en lichamelijk letsel toe te brengen, nederzettingen te vernietigen, te belegeren, uit te hongeren en uit te drogen, en omstandigheden te creëren die zouden leiden tot hun fysieke vernietiging in de operatie die werd gestart na de aanvallen van 7 oktober.

Deze daden zijn gedetailleerd gedocumenteerd in de aanvraag van Zuid-Afrika en bevestigd door betrouwbare, vaak VN-bronnen,’ zei Zuid-Afrika’s advocaat Adila Hassim tijdens de hoorzitting, waarbij ze voorbeelden noemde om het patroon van genocidaal gedrag te illustreren.

Zuid-Afrika beschuldigde Israël ook van het schenden van andere fundamentele verplichtingen onder de Genocide Conventie van de Verenigde Naties uit 1948.

De conventie van 1948 definieert genocide als ‘daden gepleegd met de bedoeling een nationale, etnische, raciale of religieuze groep geheel of gedeeltelijk te vernietigen’.

Het African National Congress, de regerende partij in Zuid-Afrika, vergelijkt het beleid van Israël in Gaza en de Westelijke Jordaanoever met haar eigen geschiedenis onder het apartheidsregime.

Çetinoğlu: Ik zal vragen ‘wat is het apartheidsregime’. Maar eerst, voor degenen die niet bekend zijn met het onderwerp, kunt u ons een korte informatie geven over de Republiek Zuid-Afrika?

Karaçay: De Republiek Zuid-Afrika ligt in het zuidelijkste deel van het Afrikaanse continent. De oppervlakte bedraagt 1.220.000 Km2 en de bevolking 57.000.000 volgens schattingen uit 2017. 78% van de bevolking is inheems in Afrika, 10% Europees, 9% van gemengd ras, 3% Aziatisch. 80% christen, 2% moslim, 2% hindoe. 16% is agnostisch (filosofische opvatting dat het bestaan of niet bestaan van God niet bewezen kan worden).

Het land is rijk aan goud, diamanten en edelstenen. Er wordt maïs, tarwe, druiven, suikerriet en groenten verbouwd.

Er woonden Afrikaanse inboorlingen in het land. In 1488 werd de Portugees Bartolomeo aangevallen door Europeanen toen hij Kaap de Goede Hoop bereikte. In 1800 domineerde Engeland het bestuur. De oorlogen tussen de Britten en de inboorlingen duurden 100 jaar. In 1931 trokken de Britten zich terug uit het bestuur, maar de blanken in het land domineerden het bestuur en pleegden genocide op de inheemse bevolking. De inheemse bevolking, geleid door Nelson Mandela, zegevierde en koos het Republikeinse regime. Mandela werd president.

De inkomensverdeling in het land is verstoord. Tien procent van de bevolking bezit 95 procent van de rijkdom en het inkomen van het land.

Het Ottomaanse Rijk probeerde de mensen van het land tot de Islam te bewegen door geestelijken en geleerden te sturen.

Terwijl andere moslimlanden in de wereld onverschillig bleven, is het mogelijk om de reden te verklaren waarom de Republiek Zuid-Afrika Palestina in eigen handen nam met de steun van het Ottomaanse Rijk.

Apartheid betekent ‘scheiding, afzondering’. Het verwijst naar de rassendiscriminatie die de door Europeanen gevormde regering van de Nationale Partij in de Republiek Zuid-Afrika tussen 1948 en 1994 toepaste tegen niet-blanken.

Cetinoglu: Dank u mijnheer İlhan. Kunnen we luisteren naar de opmerkelijke verklaring van de president van Zuid-Afrika?

Karaçay: De Zuid-Afrikaanse president Cyril Ramaphosa zei in een verklaring voor het proces: “Als een natie die ooit de bittere vruchten heeft geproefd van onteigening, discriminatie, racisme en door de staat gesponsord geweld, zijn we er duidelijk over dat we aan de goede kant van de geschiedenis zullen staan.

Cetinoglu Een verklaring die van harte moet worden toegejuicht en om de verantwoordelijken te schande te maken. Welnu, meneer, wat wilt u zeggen over het standpunt van Turkije?

Karaçay: De Turkse delegatie die het proces in Den Haag kwam volgen werd ontvangen door Selçuk Ünal, onze ambassadeur in Den Haag.

Cüneyt Yüksel, voorzitter van de Justitiecommissie van de Grote Nationale Assemblee van Turkije, reisde naar Den Haag met İsmail Emrah Karayel, voorzitter van de Gemengde Parlementaire Commissie van de Europese Unie (EU) en AK-partijparlementslid voor Istanboel, en Cahit Özkan, lid van de Constitutionele Commissie en parlementslid voor Denizli, om de hoorzittingen bij het Hof te volgen en contacten te leggen.

Cüneyt Yüksel zei: “We verwelkomen het verzoek van Zuid-Afrika tegen Israël” en verklaarde dat de schendingen van het internationaal recht door Israël in de Palestijnse gebieden sinds 7 oktober zijn toegenomen. Yüksel verklaarde dat de stap van Zuid-Afrika om de schendingen te stoppen door een rechtszaak tegen Israël aan te spannen belangrijk is.

Cüneyt Yüksel sprak de verwachting uit dat de uitkomst van de zaak voor het Internationaal Gerechtshof een opluchting zou zijn voor het geweten van de internationale gemeenschap en zei:

‘Als Turkije zullen zowel onze autoriteiten als ons maatschappelijk middenveld nooit een partner zijn van deze vervolging. Als Turkije eisen we dat er onmiddellijk een einde komt aan de barbaarse aanvallen van Israël op burgers en we vinden dat Israël ter verantwoording moet worden geroepen.

Wij hebben de aanvraag van de Republiek Zuid-Afrika bij het Internationaal Gerechtshof verwelkomd. Namens het Turkse volk spreken wij nogmaals onze steun uit voor dit proces. Wij willen dat dit proces zo snel mogelijk wordt afgerond en dat het recht zegeviert.

Yüksel benadrukte dat de discretionaire maatregelen waarover het Hof zal oordelen in de eerste plaats een staakt-het-vuren moeten garanderen en zei dat ze graag zouden zien dat dit de broodnodige onvoorwaardelijke, ongehinderde en regelmatige humanitaire hulp in Gaza mogelijk maakt.

Yüksel vervolgde als volgt: “Het is opnieuw duidelijk geworden dat zonder een rechtvaardige politieke oplossing voor de Palestijnse kwestie, de vestiging van duurzame vrede en stabiliteit in onze regio niet mogelijk zal zijn. Daarom verwachten wij vooral dat de internationale gemeenschap dringende en concrete stappen zet om vrede tot stand te brengen. Turkije zal actief bijdragen aan alle inspanningen om tot een oplossing te komen en is bereid de verantwoordelijkheid op zich te nemen als garant in de implementatiefase van een te bereiken definitieve overeenkomst.

Yüksel zei dat ze ook contact hadden gehad met regeringsambtenaren, diplomaten, vertegenwoordigers van mensenrechtenorganisaties en advocaten die de zaak zouden volgen in verband met het Zuid-Afrikaanse verzoek om een gerechtelijk bevel.

Cahit Özkan, lid van de constitutionele commissie en parlementslid uit Denizli, zei dat de verklaringen die tijdens de hoorzitting werden afgelegd zeer doeltreffend waren en dat de foto’s die door het Anadolu Agency werden genomen deel uitmaakten van het bewijsmateriaal dat door Zuid-Afrika werd gepresenteerd.

Özkan benadrukte dat het Anadolu Agency een zeer effectieve en belangrijke rol heeft gespeeld in het proces en in het bewijzen van de genocide in Gaza, en merkte op dat Zuid-Afrika met dit bewijs zijn beweringen in het proces heeft weergegeven met zeer rijk materiaal in de vorm van foto’s en documenten.

Özkan wees erop dat de genocide in Gaza de eerste genocide in de geschiedenis was die de inwoners van Gaza live uitzonden op hun mobiele telefoons, waarbij ze hun eigen vernietiging in realtime uitzonden in de hoop dat er iets zou kunnen worden gedaan.

İsmail Emrah Karayel, parlementslid uit Istanbul en voorzitter van de Gemengde Parlementaire Commissie van de Europese Unie (EU), benadrukte dat Turkije voorstander is van de toepassing van het internationaal recht en de beslechting van geschillen door internationale rechtbanken en verklaarde dat Turkije van mening is dat geschillen moeten worden opgelost in overeenstemming met de regels van het internationaal recht.

Karayel merkte op dat het onaanvaardbaar is dat de door Israël gepleegde misdaden niet worden onderzocht en onbestraft blijven, en verklaarde dat Turkije in dergelijke gevallen altijd het proces zal volgen om gerechtigheid te garanderen, de misdadigers te straffen en te doen wat nodig is voor de verantwoordelijken.

Aan de andere kant wees Karayel erop dat het Hof een gerechtelijk bevel moet uitvaardigen om de tragedie in Gaza te verminderen en zei dat ze zullen volgen hoe deze bevelen zullen worden uitgevoerd.

De eerste dag van de hoorzitting eindigde nadat Vusimuzi Madonsela, ambassadeur van Zuid-Afrika in Amsterdam, de 9 voorlopige maatregelen voorlas die zijn land had gevraagd aan het Hof tegen Israël.

Cetinoglu: Er zijn drie kwesties die van belang zijn voor degenen die geïnteresseerd zijn in het onderwerp:

1-Zal er een staakt-het-vuren worden uitgevaardigd?

2-Wordt Netanyahu gestraft zoals de Servische slager Mladic?

3-Worden er sancties opgelegd aan Israël?

Kunt u uw mening (niet uw wensen) over deze kwesties uitleggen voor onze lezers?

Karaçay:

1-Ik denk dat het Hof van Justitie alleen zal bepalen wat goed en fout is. Ik verwacht geen dwangbesluit, omdat het Hof niet de bevoegdheid heeft om sancties op te leggen.

2- Het Hof van Justitie zal zich niet mengen in de zaak Netanyahu. Dit Hof behandelt internationale zaken. De naam van de instantie die Netanyahu in Den Haag kan berechten is: “International Residual Mechanism of Criminal Tribunals (IRMCT)”.

3- Zoals ik hierboven al zei, geeft het Hof van Justitie geen bindende uitspraak. Het stelt alleen vast wie gelijk heeft en wie niet. Daarna kan de situatie worden beoordeeld door de Verenigde Naties, staten en de publieke opinie.

Cetinoglu: Dank u zeer mijnheer İlhan.

Karaçay: Graag gedaan, dank u.

                      ****************************

Afbeelding met persoon, person, schermopname, panorama Automatisch gegenereerde beschrijving

Wij spraken met Turks journalist İLHAN KARAÇAY,
over Turkse tapijt bij Internationaal Gerechtshof

Oğuz Çetinoğlu: Uw nieuws over het tapijt bij het Haagse Hooggerechtshof werd gepubliceerd in Istanbul kranten. Wat wilt u over dit onderwerp zeggen?

İlhan Karaçay: Het ‘Vredespaleis’, dat wij het ‘Haagse Hooggerechtshof’ noemen, wordt door de Nederlanders ‘VredesPleis’ genoemd. De eerste keer dat ik deze plek zag was ongeveer 50 jaar geleden.

Dat jaar werd het geschil over het zeeschiereiland tussen Turkije en Griekenland aan het ‘Hooggerechtshof’ voorgelegd.

De Veiligheidsraad maakte geen keuze tussen Turkije en Griekenland, de partijen in het geschil, en stelde de partijen enerzijds voor om het geschil op te lossen door middel van rechtstreekse onderhandelingen, en nodigde hen anderzijds uit om de mogelijke bijdrage van het Internationaal Gerechtshof aan de beslechting van het geschil in overweging te nemen.

Op dat moment verblindde een enorm tapijt de ogen van degenen die het zagen in het ‘Vredespaleis’, dat over de hele wereld werd geprezen. Daar hoorde ik dat dit tapijt een geschenk was van de Ottomanen. Naast het belang van de Turks-Griekse vete, was de aanwezigheid van een Turks tapijt op zo’n wereldberoemde plaats heel belangrijk voor mij.

Zoals je weet, was in die tijd de ‘nieuwsontwijkingsrace’ in zwang. Nadat ik een foto van dat tapijt had gemaakt, ben ik naar het ANP in Nederland gegaan en heb mijn foto per telefoto naar de krant Hürriyet laten sturen. De kop van de Hürriyet van de volgende dag was niet de ‘Turks-Griekse’ zaak, maar het Turkse tapijt in het Vredespaleis.

Çetinoğlu: Hoe is de situatie vandaag?

Karaçay: Het verhaal van dat tapijt is opnieuw op de agenda gekomen, dit keer 50 jaar later.

Het verhaal van het tapijt gaat eigenlijk veel verder terug, 113 jaar geleden.

Çetinoğlu: Kunt u het ons vertellen?

Karaçay: 113 jaar geleden, het jaar was 1911.

Tijdens de bouw van het Vredespaleis in Den Haag werd in 1911 een enorm Hereke tapijt als geschenk aangeboden door het Ottomaanse Rijk, in antwoord op de oproep tot bijdragen aan de staten in 1907.

Over het tapijt dat voor reparatie en renovatie naar Turkije is gestuurd, zei onze ambassadeur in Den Haag, Selçuk Ünal, het volgende:

‘Het Hereke Tapijt, dat geschonken werd aan het Koninkrijk der Nederlanden en 113 jaar lang het Vredespaleis heeft gesierd, gaat tijdelijk naar ons land voor restauratiedoeleinden. In overeenstemming met het protocol dat is ondertekend door de Carnegie-stichting, die het Vredespaleis beheert, en het ministerie van Cultuur en Toerisme, is het Hereke-tapijt, waarvan wordt aangenomen dat het het grootste buiten Turkije is, 160 m2 meet en 700 kg weegt, uit het Vredespaleis verwijderd om het restauratieproces te starten.

Ambassadeur Selçuk Ünal, Erik Weststrate, Europees Directeur van het Nederlandse Ministerie van Buitenlandse Zaken, die ook verantwoordelijk is voor Turkije, en J.P.H. Donner, directeur van de Carnegie-Stichting, waren ook aanwezig bij de ceremonie van de verwijdering van het tapijt uit de Japanse Kamer in het Vredespaleis, waar tal van onderhandelingen gaande waren.

Ambassadeur Selçuk Ünal nam ook deel aan de filmopname die werd georganiseerd tijdens het laden van het Hereke tapijt uit het Vredespaleis in de vrachtwagen met Erik Weststrate, directeur Europa van het Nederlandse ministerie van Buitenlandse Zaken, en J.P.H. Donner, directeur van de Carnegie-Stichting.

Çetinoğlu: Interessant… Dus er was een ceremonie. Wat is er besproken?

Karaçay: Ambassadeur Selçuk Ünal vervolgde: ‘Het historische Hereke tapijt, dat onze voorouders in 1911 presenteerden als antwoord op een uitnodiging in 1907, is gedurende 113 jaar getuige geweest van talloze belangrijke vredesverdragen, onderhandelingen en bijeenkomsten. In feite is het, alleen, eenzaam en verdrietig, al 113 jaar getuige van de geschiedenis. Het feit dat onze voorouders destijds met een langetermijnvisie en op deze manier hun steun aan de internationale vrede toonden, is een belangrijke boodschap voor ons allemaal vandaag. Het Hereke tapijt zal vandaag en morgen een van de onsterfelijke tekens van de Turks-Nederlandse vriendschap zijn, net zoals het werd gedacht toen het werd gepresenteerd als een geschenk van een staat van de wereld aan een gerespecteerde staat van Europa. Zolang mensen leven en de mensheid leeft, zal het van hier tot in de eeuwigheid de boodschap van internationale vriendschap en vrede uitdragen.

Dit is het verhaal van het ‘Hereke Tapijt’, dat ons allemaal trots maakt en onze vriendelijkheid aan de wereld zal aankondigen met verdere ontwikkelingen.

Çetinoğlu: Kunnen we gewoon ‘Hereke tapijt’ zeggen?

Karaçay: Nooit. Het is een historische gebeurtenis. Het moet bekend zijn bij nieuwe generaties.

Çetinoğlu: Kunnen we van jou leren?

Karaçay: Ik zal geen plagiaat plegen, maar kijk eens wat ik vond in mijn zoektocht op Uncle Google.

Çetinoğlu. Wat heb je gevonden?

Karaçay: Het ongeveer 162 vierkante meter grote Hereke tapijt, dat in 1905 werd geschonken aan het Vredespaleis, dat dienst doet als Internationaal Gerechtshof in Den Haag, Nederland, op besluit van sultan Abdülhâmid II, wordt gerestaureerd in de wijk Sultanhanı in Aksaray.

Vice-minister van Cultuur en Toerisme Nadir Alpaslan zei op de persconferentie die werd georganiseerd bij de tapijtrestauratie workshop in Aksaray dat hij blij was om in Sultanhanı Caravanserai te zijn, die een belangrijke plaats inneemt in de geschiedenis van Turkije.

Nadir Alpaslan herinnerde eraan dat meer dan 40 landen hulp verleenden toen het Vredespaleis werd gebouwd en vervolgde als volgt:

‘Het Ottomaanse Rijk schonk een Hereke tapijt aan het Vredespaleis tijdens het bewind van sultan Abdülhâmid II, waarvan de restauratie binnenkort wordt gestart. Dit tapijt is een heel bijzonder tapijt versierd met de culturele elementen van ons land en geweven in lussen. Tijdens de restauratie van het tapijt wordt elke lus vernieuwd volgens de technische specificaties van de periode waarin het werd gemaakt, en wordt het weer naar huis gestuurd. Het Hereke tapijt getuigt al meer dan 100 jaar van de geschiedenis in de Japanse zaal van het Vredespaleis. Ons tapijt zal na 1 jaar, wanneer dit werk voltooid is en het naar huis terugkeert, van de geschiedenis blijven getuigen.

Alpaslan verklaarde dat dit unieke tapijt een van de belangrijke voorbeelden is van de culturele rijkdom van Turkije. Alpaslan wees erop dat het belangrijk is dat de restauratie in Turkije wordt uitgevoerd en zei: “Het tapijt is een concrete indicator van de betrekkingen tussen Nederland en Turkije gedurende meer dan 400 jaar. De restauratie van ons tapijt zal worden uitgevoerd met behulp van een deskundig team en technieken die gebaseerd zijn op traditie, en er zal grote gevoeligheid aan de dag worden gelegd om de oorspronkelijke textuur en esthetiek van het tapijt in elke fase te behouden. Dit project staat voor de bescherming van een cultureel erfgoed dat verder gaat dan de restauratie van het tapijt.

Alpaslan benadrukte dat de restauratie van het tapijt ook bijdraagt aan het cultureel werelderfgoed.

Alpaslan legde uit dat vrede en gerechtigheid nodig zijn in de wereld waarin we leven en wenste vrede en gerechtigheid voor de hele wereld.

Çetinoğlu: Degenen die het weten, weten natuurlijk… De meerderheid van onze mensen gebruikt machinaal vervaardigde tapijten. Hoe zou jij Hereke tapijt aan hen voorstellen?

Karaçay: Hereke tapijt is het beste en beste tapijt ter wereld. Na restauratie krijgt het de waarde terug die het had toen het werd geweven.

Çetinoğlu: Er werd een ceremonie gehouden toen het vanuit Nederland werd opgestuurd voor restauratie. Was er ook een ceremonie om het in Turkije te verwelkomen?

Karaçay: Ja: Joep Wijnands, de ambassadeur van Nederland in Ankara, zei dat het tapijt na een eeuw uit Nederland was teruggekomen naar Turkije voor restauratie.

Hij zei dat het verhaal van het tapijt een symbool is van de sterke banden tussen Turkije en Nederland en vervolgde zijn woorden als volgt:

‘Hereke tapijt is de beste kwaliteit en het beste tapijt ter wereld. Het feit dat het lang meegaat en een historische betekenis heeft is een ander mooi aspect. De relaties tussen de twee landen en de vriendschap tussen ons zijn net zo sterk en hecht als de lussen in het tapijt. De vriendschap tussen de twee landen gaat vele jaren terug. Volgend jaar vieren we de 100e verjaardag van het vriendschapsverdrag. Ook de diplomatieke betrekkingen gaan 400 jaar terug. Er is nog meer moois tussen de twee landen dan dit tapijt. Het is bekend dat de Turken de tulp meebrachten, het internationale symbool van Nederland.

Wijnands benadrukte ook dat Turkije Nederland 500 jaar geleden heeft geholpen onafhankelijk te worden.

Na de toespraken bekeken staatssecretaris Alpaslan en zijn gevolg het tapijt.

Çetinoğlu: Nu we het er toch over hebben, kunt u ons iets vertellen over de Hereke Tapijtfabriek?

Karaçay: De ‘Hereke Factory-i Hümayunu’ weeffabriek, een Ottomaans relikwie dat in 1843 in Kocaeli werd opgericht, maakt al 181 jaar naam. Zijden tapijten die speciaal voor nationale paleizen zijn geweven, schitteren met hun 1.000.000 knopen per vierkante meter en patronen uit de Ottomaanse tijd. De vrouwen die de handgemaakte tapijten weven doen er minstens een jaar over om een tapijt te voltooien.

De fabriek, die in 1843 door twee broers werd opgericht als een grote werkplaats in de Hereke regio van het Körfez district, werd in 1845 verbonden met het paleis met de industriële doorbraken van het Ottomaanse Rijk. Na 1845 voldeed de fabriek, die haar activiteiten voortzette onder de naam ‘Hereke Fabrika-i Hümayunu’, eerst aan de vraag naar gordijnen en stoffering van de paleizen en begon daarna tapijten te weven.

Hereke Fabrika-i Hümayunu, dat tot de waardevolle instellingen van het Ottomaanse Rijk behoorde en het keizerlijke leven kleur gaf, werd tegen het einde van de 19e eeuw een merk in Europa. De producten van de fabriek, die een prestigieus merk werden, werden in verschillende landen geëerd met geschenken.

Çetinoğlu: Je hebt veel informatie over dit onderwerp. Waar kun je de in Hereke geproduceerde tapijten zien?

Karaçay: In Hereke Fabrika-i Hümayun werden veel tapijten geweven. De meest gigantische was een tapijt van 468 vierkante meter met een gewicht van 3 ton, dat in 1897 werd gemaakt tijdens het bewind van sultan Abdülhâmid II ter gelegenheid van het bezoek van de Duitse keizer keizer Wilhelm II aan Yıldız Şale Mansion. Daarnaast werden de tapijten in de Blauwe Zaal van het Beylerbeyi Paleis, de Onderzoekszaal van het Dolmabahçe Paleis, het Hoge Gerechtshof in Den Haag en het Witte Huis geweven in Hereke Fabrika-i Hümayun. Al 181 jaar weeft de Hereke Zijdeweverij en Tapijtfabriek, met haar huidige naam, tapijten voor nationale paleizen.

Çetinoğlu. Kunt u ons ook iets vertellen over de kenmerken van het Hereke-tapijt?

Karaçay: Hereke tapijten worden gekenmerkt door hun lussen, dubbele knopen, gareneigenschappen en duurzaamheid.

De Ottomaanse periode van de Turkse tapijtkunst weerspiegelt het historische proces en de culturele accumulatie die zich uitstrekt van Altai tot Anatolië. In deze context, parallel met de opkomst van de staat tijdens de eerste vierhonderd jaar, ontwikkelde de tapijtkunst zich en nam haar diversiteit toe. De nieuwe beschaving die zich in de Westerse wereld ontwikkelde, gebaseerd op wetenschap en techniek, bracht de Ottomaanse kunst echter in een moeilijke situatie, zoals op elk gebied. Vooral toen de weefsector een nieuw proces inging met de industriële revolutie, werd de Ottomaanse tapijtweverij diep getroffen. Daarom werd de weverij opgenomen in de moderniseringsinspanningen van de 19e eeuw. Met de opening van de fabriek in Hereke in 1843 werd de weef- en tapijtindustrie opgericht en na verloop van tijd werd het een opleidingscentrum voor de sector. Dankzij de ijverige inspanningen ontstonden er veel tapijtweverijen in de provincies. Sommige oude centra die hun efficiëntie verloren hadden, werden nieuw leven ingeblazen. Onderwijs in tapijten maken op industriële meisjesscholen en middelbare meisjesscholen werd ondersteund. Bovendien reikte de regering de Medaille van de Industrie uit aan diegenen die succesvol waren en uitstekende diensten leverden in de tapijtproductiekunst. Op deze manier werd een model gecreëerd dat zich concentreerde op de Hereke Fabriek en tapijtmaakopleidingen bood aan studenten, volwassenen en personeel van privébedrijven, waardoor de kwaliteit werd verhoogd en werkgelegenheid werd gecreëerd.

Çetinoğlu: Hartelijk dank, mijnheer İlhan.

Karaçay: Graag gedaan, dank u.

KORTE BIOGRAFIE VAN ÇETİNOĞLU

Afbeelding met Menselijk gezicht, persoon, glimlach, person Automatisch gegenereerde beschrijving
OĞUZ ÇETİNOĞLU

Hij werd geboren op 28 november 1938 in Bafra. Na de lagere en middelbare school in zijn geboortestad, studeerde hij aan de Ankara Trade High School en Ankara Academy of Economic and Commercial Sciences.

Hij begon zijn zakelijke leven als accountant in Ankara. Hij ging verder als accountant, financieel adviseur en professioneel manager in Ankara en Karabük. In Istanbul hield hij zich bezig met ijzerhandel.

Na het uiteenvallen van de USSR richtte hij een bedrijf op met meerdere partners om industriële investeringen in de Turkse republieken te realiseren. Als directeur van het bedrijf vestigde en exploiteerde hij faciliteiten in Azerbeidzjan en de Krim. In 2000 liquideerde hij zijn bedrijf.

Zijn schrijversleven ging verder naast zijn zakenleven. Zijn eerste artikel werd gepubliceerd als een hoofdartikel in de Bafra News krant die in 1954 in Bafra werd gepubliceerd. In de daaropvolgende jaren werden de artikelen van İlhan Egemen Darendelioğlu gepubliceerd in Toprak Magazine, Son Havadis en Tercüman kranten.

Hij schreef in Türk Yurdu, een tijdschrift dat werd uitgegeven door het Algemeen Centrum van Turkse Horen. Zijn handtekening is ook te vinden in de tijdschriften Islam, Kadın ve Aile, Yörünge, Ufuk, Emelimiz Krim, Papatya, Tarih ve Düşünce, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Sağduyu, Orkun, Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyası Tarih ve Kültür, Nevzuhur gepubliceerd in Antalya, Erciyes en Yeniden Diriliş gepubliceerd in Kayseri, Kümbet gepubliceerd in Tokat, en kranten zoals Dünya en Kırım Sadâsı gepubliceerd in de Krim. Hij becommentarieerde de gebeurtenissen van de week op Akra FM radio.

Gedurende 10 jaar (één dag per week) schreef hij columns in de Zaman krant. Hij schrijft nog steeds in Önce Vatan en Istanbul kranten, Taal en Literatuur, Yesevi en Töre tijdschriften gepubliceerd in Adana.

Maatschappelijke taken die hij op zich nam:

*Voorzitterschap van de afdeling Cultuur en Literatuur van de Handelshogeschool in Ankara *Voorzitterschap van de afdeling Cultuur van de Studentencultuurbond van de Beroepsscholen in Ankara

*Voorzitter van de studentenvereniging van de Academie voor Economische en Handelswetenschappen in Ankara

*Lid van de raad van bestuur van de nationale unie van Turkse studenten van mei 1961 tot februari 1963

*Voorzitterschap van de culturele dienstengroep van de Millî Türk Talebe Birliği Ankara-afdeling *Turkish Hearths Ankara-afdeling Tweede voorzitterschap *Oprichtingsvoorzitterschap van de Vereniging van Zakenlieden van Karabük *Oprichtingsvoorzitterschap van de Coöperatieve Bouwcoöperatie van Vrije Beroepsbeoefenaren van Karabük

*Oprichtend lid van de afdeling Istanbul van Turkish Hearths *Anavatan Partij Sarıyer Districtsvoorzitterschap

*Lid van de oprichtingsraad van de Nationale Culturele Stichting van Turkije

*Lid van het Algemeen Centrum en de Wetenschappelijke Adviesraad van de Hearth of Intellectuals

*Bestuurslid van de Stichting Turkse jaren 2000

*Bestuurslid van de Stichting Turks Economisch, Sociaal en Cultureel Onderzoek van de Europese Aziatische Unie.

Oğuz Çetinoğlu is lid van ESKADER / Vereniging van Literatuur-, Kunst- en Cultuuronderzoekers, İLESAM / Turkse Beroepsvereniging van Eigenaren van Wetenschappelijke en Literaire Werken, Istanbul Centrum van de Hearth of Intellectuals en Istanbul Branch of Turkish Hearths.

0
mutlu
Mutlu
0
_zg_n
Üzgün
0
sinirli
Sinirli
0
_a_rm_
Şaşırmış
0
vir_sl_
Virüslü
Duayen Gazeteci, Yazar İlhan Karaçay’a övgüler..