“Dün Süleyman Demirel’in yani Türkiye Cumhuriyeti’nin 9.Cumhurbaşkanının 9.ölüm yıldönümüydü… Baktım şöyle bir medyaya doğru düzgün hak ettiği gibi anılmadı! Allah vefasız olanları sevmez. Biz nasıl insanlar olduk böyle? “
Ben Süleyman Demirel’i vakti zamanında hiç sevmezdim. Halbuki ailem Demokrat Partili ve sonra da Adalet Partili idiler…
Ben ise moda deyimle “Türkeşçi”ydim. Babaannemi ve dedemi bir türlü MHP’ye oy vermeye razı edemedim. Çünkü kendisi de rahmetli olan Alparslan Türkeş babaanneme göre Menderes’i asan adamdı! Bir de boğuk sesi ile 27 Mayıs darbe bildirisini o okumuştu… Ölünceye kadar onu affetmedi. Babaannem CHP’li olan ağbisi ile de 40 yıl küs kaldı. O günlerin Türkiyesi böyleydi!
Süleyman Demirel ise bana göre hem mason hem de bence ABD yandaşı anlamına gelen “Morison Süleyman”dı. Konuşması ve yaptıkları da bana göre zik zaklı idi. “Milliyetçi Türkiye” yada “Büyük Türkiye” diyordu ama işte o kadar!
Benim bu düşüncelerim ta ki, Elazığ-Malatya arasında giderken gördüğüm ve bir kaya dolgu baraj olduğunu öğrendiğim Karakaya Barajını görünceye kadar devam etti. Barajın kıyısında ağaçtan toplayarak yediğim dutların lezzetini hiç unutamam… Çevredekiler meyvelerin barajın değiştirdiği iklimden sonra daha lezzetli olduğunu söylediler…
O barajın muhteşemliği karşısında şaşırmıştım… Sonra gördüğüm Keban Barajı ile de artık kendi kafamda Demirel’i affetmiştim. Bu kadar faydalı işleri yapan bir insan için ben ne diyebilirdim ki?
Cumhurbaşkanlığı yaptıktan sonra bir vesile ile kendisini Güniz sokaktaki evinde ziyaret ettim… İki saat süren bu görüşmemizde bir saate yakın beni imtihan etti. İlk defa ellerim terliyordu. O hiç konuşmuyor sadece bana sorular soruyordu. Sonra kendisi konuşmaya başladı. Ziyaret konumuz ile şunu gördüm ki, bu konuyu Türkiye’de en iyi bilen insandı… Daha sonra bu konu ile ilgili düzenlediğimiz organizasyona bir konferans vermek üzere geldi. Sahnede kendisine eşlik ettim. İlerlemiş yaşına rağmen ayakta büyük bir zevkle iki saate yakın konuştu. Ben ayakta durmaktan yorulmuştum ama o ayakta konuşup anlatmaktan yorulmamıştı… Giderken “Pehlivanoğlu ara beni bekliyorum, ne istersen yaparız” diyordu…
Yine Süleyman Demirel’e bir soru sordum; “Siz iktidar olduğunuzda Güney Kore bizden her alanda geri idi ama şimdi bizi geçtiler ve bir refah toplumu oldular, ne diyorsunuz buna?”. Rahmetlinin bana verdiği cevap büyük dersler içeriyordu “Güney Kore ile Türkiye mukayese edilemez. Türkiye bu kadar ağır sorunla boğuşuyor Güney Kore’nin benzer hiç bir sorunu yok.” demişti. Demek elma ila armut mukayese edilmezmiş! Bizde öğrenmiş olduk…
Büyük bir zeka, bilgi küpü , tecrübe zengini ve çok çalışkan bir insandı. Ülkesi için çalıştı ve çabaladı… İnanmıyorsanız onun onlarca eserinden birine mesela 1973’ten bu yana üzerinden geçip gittiğimiz ilk boğaz köprümüze bakın yeter. Zaten halkta ona “barajlar kralı” adı takmıştı…
Dün 17 Haziran onun ölüm yıldönümüydü… Onu anmak ve hatırlamak her bir Türk için vefa içeren bir vazifedir. Allah rahmet eylesin mekanı cennet olsun…
Özcan PEHLİVANOĞLU