“Okulumun ve kaldığım öğrenci yurdunun, karşı tarafta olmasından, Anadolu yakasını pek bilmiyordum İstanbul’un…
*Aşkım ve tutkum olan Fenerbahçe’yi bile, Dolmabahçe’deki Mithat paşa stadında görüyordum her zaman…
*Pandemi öncesi, Fener-Galatasaray maçı için bilet aldığını söyleyen oğlumla, Kadıköy’deki maç öncesi, gel biraz seni dolaştırayım, hiç gitmediğin Bağdat Caddesini gezdireyim dediğinde, ne yalan söyleyeyim, içimi tatlı bir heyecan sarmıştı…
*Sakarya gibi (fazlasıyla) muhafazakâr bir yerde yaşayıp da, yüzleri pırıl pırıl bakımlı, kendilerine olan özgüvenleri, yürürken, konuşurken belli olan bu insanları ve çok mütevazi olduğu kadar, çağdaş işyerleri ve konutlarını görmem karşısında, burası sanki bir İsveç, bir Avusturya gibi, diyordum oğluma …*Türkiye’nin, demek ki, karanlık AKEPE zihniyetine yenik düşmeyen, aydınlık kalmış yöre ve insanları varmış diye heyecanım ve sevincim tavan yapıyordu…
*Yaşamımın heyecan veren bir bölümü de, Liseyi okuduğum İskenderun’da, 3 yıl birlikte iç içe yaşadığım, Deniz Eğitim Alayındaki subaylar ve aileleriyle geçti…Tıpkı “Bağdat Caddesi” gibi, yaşamlarıyla, çağdaş ilişkileriyle samimi, candan ve mütevaziydi yaşamları bu ailelerin…
*Görevleri sırasında, askeri disiplinlerinden ödün vermeyen, başta alay komutanı olmak üzere,bu subayların, biz sivillere davranışları, o kadar sıcak ve samimiydi ki, tıpkı bir ağabey kardeş havasındaydı…
*Birlikte yaşadığım bu ailelerden, piyano, gitar çalmak, dans etmek, gazino ve sinemaya giderken, çok özel kıyafetlerimizi giyerek gitmek gibi, modern yaşama dair, çok şeyler öğrenmiştim…
*O çağlardan aklımda kalan, bu vatanın bölünmez bütünlüğü,bağımsızlığı için, ödün vermeden, Atatürk ilke ve devrimlerinin, bu topluluğun kırmızı çizgisi olduğunu hissettim hep içimde…
*Türkiye’de siyasetçilerin, demokratik düzenin devam etmesinde, zaman zaman gösterdikleri (Cumhurbaşkanını mecliste bilmem kaçıncı turda dahi seçememe, koalisyonların buhran sebebi olması, milletvekili pazarlıklarının yapılması, ülkenin 70 sente muhtaç durumda olduğunun en tepedeki yetkililerce ikrar edilmesi, sağcı solcu diye bölünen gençlerin, birbirlerini öldürmeye varan kutuplaşmaları) gibi beceriksizlikler, zaman zaman TSK’yı rahatsız etse de, (12 eylül faşist askeri darbesi gibi darbeler istisna) kanunla kurulan MGK gibi kurumlarda, askerin görüşleri, hükümete (baskı) olmadan, ancak tavsiye kararlarıyla alınabiliyordu…Tıpkı, Irak savaşında, ABD tarafından üs olarak kullanılmak istenen Türkiye’ye, o zaman ki siyasi irade olan Özal’ın ; “biz bu savaşın tarafı olamayız” diyen Genelkurmay Başkanı Necip Torumtay’a, o zaman görevinden istifa et* demesiyle Genelkurmay Başkanının da istifa etmesi gibi*İşte, 28 Şubat kararları da, demokratik düzen içerisinde kalma koşuluyla, MGK, TSK içine sızmaya ve hükümete yön vermeye çalışan irticai faaliyetleri ve 19 sene sonra devleti ele geçirmeye çalışan FETÖ belasını, o günlerde işaret ediyordu…
*Başta (zamanın) Cumhurbaşkanı olmak üzere, Başbakan ve Bakanlar da, bu tavsiyeleri uygun gördüklerini söyleyerek, tüm devlet kurumlarını uyarıyorlardı…*Kin ve intikam hisleriyle hükümet olan AKEPE zihniyeti, bugün, yaşları 80 ile 90 arasındaki 14 generali, adil olmayan bir yargılama sonunda, 28 Şubat suçlusu diye, ömür boyu hapse mahkum ettirerek cezaevine koyduruyordu…Hem de Fetöcü savcının hazırladığı iddianameye dayanarak…
*Bu generallerden, Sincan Cezaevindeki 82 yaşındaki Hakkı Kılınç’ın eşi ile, cam arkasından telefonlaşarak yaptığı görüşme sırasında, fenalaşarak yere düşmesini basından öğrenmem, bir haftadır uykularımı kaçırıyor ve yüreğim alev alev yanıyordu…
*Oğlu Mehmet Koray’ın, Cumhurbaşkanına ve Savunma Bakanı Hulusi Akar’a (basından gizli) yazdığı mektupta, babası ve arkadaşlarının darbeci olmadıklarını, bu vatana ihanet etmediklerini okudukça, İskenderun’daki ve asteğmen olarak görev yaptığım Keşan’daki tanıdığım, o yurtsever askerler aklıma geliyordu…
*Hele de, “Ergenekon Balyoz kumpasları” stresiyle kanser hastalığı azan, Karasu’nun medarı İftiharı Birinci Ordu Komutanı, Orgeneral İsmail Koçmar’ın ölümü ile, Selimiye kışlasında yapılan cenaze merasiminde, taziyeleri kabul eden ailesinin yüzüne (Utancından) bakamayan, Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’i gördüğüm o manzara ile, Hulusi Bey’in ömrünün 43 yılını 43 yılını Türk Milletininbekasına adayan, varlıklarıyla onur duyduğumuzHakkı Kılınç,Çetin Doğan ve diğer şerefli generallerine karşı sessiz kayıtsız kalması, gün gelecek, Necdet Özel’in yüzünün kızardığı duruma düşeceğini hatırlattı bana…
*Bağdat Caddesindeki çağdaş modern(sivil) toplum görüntüsü yanı sıra, (Liseli yıllarımda) İskenderun’da ve (Asteğmenlik döneminde Keşan’da) yaşayarak gördüğüm bu Atatürk’ün Askerlerine ve ailelerine yaşatılan sıkıntılar, benim de yüreğimi acıtıyor, benim de “Helalleşme” çağrılarına karşı, “Hakkımı Helal Etmiyorum” diyen Çetin Doğan’ın eşine olan saygımı arttırıyordu…
*Velhasıl…Vatansever yurtsever Generaller, çok zorlu ve fedakârca vatan nöbeti için geçirdikleri zaman diliminden sonra, ömürlerinin son günlerinde, ailelerine zaman ayırma, torun bakma dönemlerini, cezaevlerinde acı çekerek geçirmeleri karşısında, “Yüreğimi Yanıyor Be Dostlar!…”
Muzaffer Tatlı yazıyor