İstanbul Erenköy’de yaşıyorum.
1999 depreminden sonra bu hükümet döneminde başlayan kentsel dönüşüm projesi ile eski binalar yıkılıp, yeniden yapılmaya başlandı.
Niçin dünyanın dört bir tarafında 200-300 yıllık binalar ayakta dururken bizim 30 yıllık binalarımız eski statüsüne sokulup, yıkılır?
Sebebi basit.
Hırsızlıktan ve görgüsüzlükten.
Biz Türkler geçmişte de, günümüzde de sanatsal değeri olan sağlam binalar yapamadık.
İstanbul’ da ayakta kalanlar ise, Ermeni ve Rumların yaptığı binalardır.
Türk halkının Araplaşmaya başlaması ile karakteri bozulmaya başlamış, tembelleşmiş, üretmeden para kazanma moduna girmiştir.
Yaptıkları ile de yüksek kar hırsı ile malzemeden çalmıştır.
Yeni veya eski olsun, hiç kimse oturduğu binaya güvenmemektedir.
Çünkü deprem olmadan bile yıkılan bina örnekleri çoktur.
Gelelim kentsel dönüşüme.
Örneğin benim sokakta 20 dairelik bir bina yıkıldı.
Eski bina da daireler 120 m2 idi.
İşi alan müteahhit kendine 10 daire daha çıkarmak için daireleri 70 m2 ye düşürdü. Ve binadaki daire sayısı otuza çıktı.
Bu binada 20 aile otururken, 30 aileye yükseldi.
Yani 10 aile daha sadece bu binaya ilave geldi.
Düşünün tüm cadde ve sokak genişliği aynı kalıyor, fakat nüfus % 35 oranında artıyor. Aynı zamanda mahallenin sosyo-kültürel yapısı yeni gelenlerle bozuluyor. Birbirini tanımayan insanların oturduğu bir semt haline geliyor.
Tabi Arab’ı, Suriye’lisi de doluyor.
Aynı zamanda zaten bozuk olan trafik akışı yeni taşınanlarla daha da berbat hale geliyor.
Ve bunun adı kentsel dönüşüm oluyor.
Daire fiyatlarına bakınca bunun adının rantsal dönüşüm olduğu hemen anlaşılıyor. Birbirne yapışmış koca koca binalar.
Güneş, rüzgar almaz.
Pencereden bakınca diğer betonu gören, insan psikolojisini rahatsız eden binalar. Park, şehir meydanı yok.
Fiyatlar uçuk.
Sokaklar araba ile dolmuş.
Kımıldayacak yer yok.
Hesapsız, kitapsız rant uğruna büyütülen şehir.
Büyütülen değil, yok edilen şehir.
Bizim şehirler yaşam için dağ köylerinden kötüdür.
Şehir demek; her türlü olanağın olduğu yerleşim birimi demektir.
Ama bizim şehirler dünyanın en kötü yerleşim yerlerdir.
Böyle şehirlere turist de gelmez. Zaten biz evimizin etrafından uzaklaşamaz olduk. Gittiğimiz yere gidemez, şayet gidersek dönemez olduk. Alt geçit, köprü, viyadük vs çözüm olmamıştır.
Şimdi bakıyorum, şehirden ve şehirleşmeden habersiz yetkililer, deprem için halkı ikna etmeye çalışıyorlar.
Depreme hazırmışız.
Bırakın depremi yaşama hazır değiliz.
Betonların arasında ölüyoruz.
Son olan depremde gördük.
İletişim kesildi.
Trafik durdu.
Olmayan toplanma alanlarına dahi ulaşamaz olduk.
Zaten kimse yerlerini bilmediği için gitmeye kalkmadı.
Deprem konusunda, halkı ve okulda çocukları eğitmedik. Tv ler depremden depreme açık oturum düzenleyip, bundan rant sağlamaya çalıştı. Aynı tipte bilim adamları birbirinden farklı görüşlerle bizleri yıllarca uyuttu.
Sonuç; bilgiye değil hurafeye inanan toplum olduk.
Çözümü rantta aradık. Güzel evler, arabalara sahip olunca kendimizi gelişiyor sandık. Ama yerin dibine giriyoruz farkına varamadık.
Erdal Bıçakcı/İstanbul