Erdoğan ile Trump’ın 6 Ekim Pazar gecesi telefon görüşmesinde vardıkları mutabakat, 5-7 Ağustos’ta askeri heyetler arasında yapılan üç günlük müzakerenin sonunda varılan “güvenli bölge” mutabakatının devamıdır.
Öyle olduğu için de Trump, 6 Ekim telefonunda, yanında Savunma Bakanı Mark Esper’i ve Genelkurmay Başkanı Org. Mark Milley’i bulundurmuş ve öyle olduğu için de kamuoyuna yapılan açıklamayı danışmanına bizzat kendisi yazdırmıştır.
7 Ağustos mutabakatı özetle Türk ordusunun 480 km. boyunca ve 5-10 km. derinliğince Suriye’ye girmesi ve bir güvenli bölge oluşturmasıydı. Türkiye bunu 30 km. derinliğe zorluyor ve denetimin Türk ordusunda olmasını şart koşuyordu. ABD ise pazarlığa açık derinliğin altındaki PKK/PYD/YPG bölgesinin güvenliğini planlıyor ve bu nedenle güvenli bölgede denetimi Türk ve Amerikan askerlerinin birlikte sağlamasını savunuyordu.
Her iki taraf da -ipleri koparmamak için- 7 Ağustos mutabakatından geri adımlar atarak, 6 Ekim mutabakatında buluştular.
6 Ekim mutabakatı
6 Ekim mutabakatından çıkan kararlar şunlar: Türkiye, Suriye’nin kuzeydoğusuna operasyon yapacak; ABD bu operasyonun içinde olmayacak ve desteklemeyecek; ABD askerleri olası operasyon bölgesinden çekilecek; ABD’ye yük olan IŞİD’li tutuklular ve ailelerinin barındırıldığı kampların sorumluluğu Türkiye’de olacak; Erdoğan 13 Kasım’da Beyaz Saray’da Trump’la buluşacak.
Tabii varılan mutabakat, Trump’ın bölgeden çekilme isteğine karşı ABD’nin çıkarlarının orada bulunmaktan geçtiğini savunan kesimleri çok rahatsız etti. Trump’ın bu hamlesine ABD’de büyük tepkiler oldu.
Azil soruşturması baskısı altındaki Trump, sonrasında birkaç açıklamayla, örneğin operasyonun bir sınırının olduğunu ve o sınırın aşılması halinde Türkiye’ye “ekonomik sopa” gösterileceği tehdidini savurarak süreci dengelemeye çalıştı.
Ortada bir mutabakat olduğu için ve Trump’ın bu tehditleri bir denge arayışı nedeniyle yaptığı düşünüldüğünden, Saray’dan o açıklamalara ciddi tepki gösterilmedi maalesef!
Yeni uzlaşma noktası
6 Ekim mutabakatı, başta da belirttiğimiz gibi, 7 Ağustos mutabakatının ardından her iki tarafın geri adımlarıyla vardıkları yeni ama kısmi bir uzlaşma noktasıdır.
Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un mutabakatın ardından Washington Post’ta yayımlanan “ABD’nin kazanımlarını korumak bizim çıkarımızadır” mesajlı, makalesi de bu yeni uzlaşma noktasıyla ilgilidir.
Somut tablo artık şudur: ABD, Türkiye’nin operasyonunu ve desteklediği YPG kuvvetlerinin biraz daha güneye inmesini kabul ederek geri adım atmıştır. Türkiye ise 480 km. boyunca olmayan, birkaç noktadan yapılacak 30 km. derinlikli operasyonlara -şimdilik- razı olmuştur.
ABD, bu geri adımına karşılık IŞİD sorumluluğunu Türkiye’ye yıkma kârı elde etmiş ve hava sahasını kapatmak gibi zorluklarla TSK’yi “sınırlı” harekâta mecbur etmeyi hesaplamıştır.
Kısacası 6 Ağustos varılan “güvenli bölge” mutabakatının yerini, şimdi “güvenli cep” mutabakatı almıştır.
Bulanık siyasi hedef
Ancak pazarlıklar ve geri adımlar, üstelik ABD’nin PYD devleti inşa etme hedefi ile AKP’nin Suriye’den toprak kazanma hedefi, Türk ordusunun harekâtının siyasi hedefini bulanık hale getiriyor!
Nedir siyasi hedef? PYD koridorunu dağıtmak mı? Yoksa sadece güvenli cepler oluşturmak mı? Hatta AKP’ye içeride siyasi bir kazanca dönüşecek bir toprak kazancı mı? Açık ve kesin değil! Üstelik IŞİD sorumluluğu gibi yeni yüklerle daha da bulanık hale geliyor.
Geçen hafta da belirtiğimiz gibi, “AKP’nin fetih niyeti, Türkiye’nin PKK koridoruna karşı haklı operasyonunu gölgeleme riski ve baltalama potansiyeli taşıyor!”
AKP’nin şu noktada bile Esad karşıtlığını sürdürüyor olması, soruna yeni sorunlar ekleme riski doğuruyor. Hem bu risk nedeniyle hem de olası operasyonun ABD’yle kısmi uzlaşma içermesinden dolayı, Ankara’ya Moskova ve Tahran’dan “toprak bütünlüğüne” dikkat çeken uyarılar ve “operasyon yerine Şam’la diyalog” çağrıları geliyor.
Sorunun en maliyetsiz çözümü hâlâ şu: Esad’la anlaşarak ve Ankara ile Şam arasındaki Adana Mutabakatı’nı yeniden uygulayarak ABD’nin PYD devletçiği hedefini ortadan kaldırmak! Bunun dışındaki çözüm girişimleri hem maliyetli hem ABD’ye “kazanımlarını koruma” şansı veriyor hem de Suriye’nin bölünmesi riskini artırıyor!
Mehmet Ali Güler yazıyor