Oyumuzu kullandık, hayırlı uğurlu olsun.
Şu saatte henüz neticelenmemiş seçim üzerine yazmak zor ama gördüğüm manzara ve hislerim bana değişime dair bir umut vermiyor.
Bu noktada vardır bu milletin de bir bildiği diyecektim ama içimden başka bir ses de bildiği bir şey olsaydı bu hallere mi düşerdik’ diyor.
Ben de bugün bu milletin bilip bilmediğine, doğru seçim yapıp yapmadığına dair bir makale aktarayım istedim.
Kriter Dergi’den Cengiz Anık’ın sezmen bilinci üzerine bir makalesidir, özet geçiyorum.
Günümüzün üstü örtülen en önemli sorunlarından birisi de seçmen nasıl seçer?
Mademki demokrasi gelmiş geçmiş en muhteşem yönetim sistemidir; mademki demokrasinin meşruiyetinin eşitlik, popüler baskı, denge ve denetim gibi saç ayakları vardır; mademki her seçilen sınırlı bir sürenin tehdidi altındadır; mademki sokaktaki her bir sıradan kişinin ziyadesiyle irade ortaya koyup inisiyatif kullandığı yegane yönetim mekanizması demokrasidir; o halde bütün bunların biricik kaynağı olan seçmenin nasıl seçtiğini apaçık bir biçimde ortaya koyabilmeliyiz.
Seçmenin doğru dürüst seçemediğine, bilinçli tercihlerde bulunmadığına dair kuşkumuz varsa, bütün bu kutsamalarımız bir anda tuz buz olur. Demokrasi dediğimiz yüceltilen yönetim sistemi de buhar olup uçar gider.
1980’lerden bu yana modern dünyadaki kişilerin kimliksizleşme, nihilizm, kayıtsızlık ve yoksunlaşma bataklığına maruz kaldığı bilinen bir gerçektir. Türkiye de çöküntüden payına düşeni almıştır. İnsani hassasiyetlerin zayıflaması maalesef Türkiye’de yaşayan insanları da belirli ölçülerde sarıp sarmalamıştır. Bu bağlamda özellikle genç dediğimiz, 18-35 yaş arası seçmenlerin çoğunluğu bu küresel etkinin altına girerek insani ilişkilerden yoksunlaşmış olduğunun farkında bile değildir. Sosyal medya mecralarının hız ve haz ikileminde şekillendirdiği sanal bir bataklığın içine sürüklenmiş durumdadır. Soluk alıp verme güçlüğünden kaynaklanan bu yoksunluğu, sanal zevkleriyle ikame etmektedir.
Benzetmek çok hazin ama sosyal medya kullanımı bakımından bakıldığında genç kitlelerimizin bir kısmı adeta, poşet içinden bali çekip nefes almayı geciktiren bağımlılar haline gelmiştir. Ne yazık ki, bu yüzden seçimlerde oy kullanan bazı kitleler, kolayca manipüle edilebilmektedir. Manipülasyon, bu kitlelere, muteberlik ve muktedirlik olarak belletilmekte ve sınırsız bir siyasal rant sağlanmaktadır. En kötüsü de, manipüle edildiklerine inanmadıkları için bulundukları durumdan onları çıkarmaya çalışanlara karşı bu kitleler amansız bir direnç göstermektedir.
Bu kitleler, günün icaplarına göre farklı biçimler almakta, her an kılık ve kimlik değiştirmektedir. Amorf bir kitle gibi kaygan ve oynak hale gelmişlerdir. İçine girdikleri veya etrafına sarıldıkları şey her neyse, onun şekline bürünüveren, muhtevasına intisap edip tabi oluveren, bu teslimiyetine uygun siyasal temayüller ortaya koyan seçmenler haline gelmişlerdir.
Bu siyasal yaklaşım biçimi, sanki iyi bir şeymiş gibi yansıtılmakta ve aktarılmaktadır. Bu yoksunlaşma, depolitizasyonla açıklanmaktadır. Halbuki Türkiye bağlamında mesela sol çevrelerin gençlerin depolitizasyonu iddiası üzerine inşa ettiği politik bir yaklaşım bulunur. Denilmektedir ki, “Genç insanlar siyasal konularla ilgilenmiyor ve de iyi ki ilgilenmiyor, aksi takdirde, yani ilgileniyor olduğu zamanlarda ideolojik bağnazlıkla birbirlerini öldürdüklerine göre, ilgilenmemeleri, ilgilenmelerinden daha iyi”. Hiçbir tez, kendi kendisinin iddialarını böylesine gülünç bir biçimde tüketemez. Yani, mademki genç kitleler depolitize oldu ve iyi ki de depolitize, o halde neden onlar, seçmen irade ve inisiyatifi ile donatılmaktadır? Bu soruya verilen cevap kimin gençlere nasıl baktığını da ortaya koyabilecektir.
Oysaki bu durum omurgasız bir canlının halinden başka bir şey değildir. Nasıl ki omurgasız canlıların ayakta durması mümkün değilse, amipleşmiş siyasal eğilimleriyle tercihte bulunan amorf seçmen kitlelerinin de iradelerinden, inisiyatiflerinden söz edilemez. Zira ne tür bir söylem veya manipülasyonun etkisiyle seçim sandığının başına gönderilmiş ise kullandığı oyun, ortaya koyduğu siyasal kanaatin rengi de bu manipülasyondan ibarettir. Hadi, bana birisi çıkıp desin ki, “İşte bizim demokratik meşruiyetimiz de tam olarak budur”. Bu yüzden Türkiye pratiğine bakıldığında belirli çevreler propagandalarını yoğun şekilde gerçek yerine algılar üzerinden kurmayı tercih etmektedir.
“Tampon Mekanizma” Paradigması Mübeccel Kıray’ın 1960’ların başında önerdiği bir kavramdır, Büyülü bir kavram. Büyülü çünkü; kurduğu devlete vaziyet eden ve kendi emrine amade olmadığında devleti topyekun yıkıp yeniden kuracağına inanan bürokrat siyasi kadroların can havliyle yapıştığı bir kavramdır. Neden can havliyle, şundan: Bu kadrolar, 1960’lardan itibaren siyasal iktidarı kaybetti. 1960’tan itibaren “ayağında çarığı” ile oy kullanan seçmen kitleleri siyasal iktidarları teşkil etti ve devlet kadrolarına git gide daha fazla nüfuz ettiler. Ayağında “kundura” değil de, “çarık” olanların siyasal kanaatlerinin şaibeli olduğuna inanmak, en şişkin anda balondaki havanın boşaltılması gibi rahatlatıcıydı. Çünkü darbelerin, müdahalelerin mutluluk ve umut yayan gerekçesiydi.
Tampon mekanizma ile anlatılmak istenen şudur: Kırda, köyde yaşayanlar demokrasi bilmez. Oy kullanmaktan bihaberdir. Siyasal kanaat beyan etmeyi zinhar beceremez. Kasabalardaki uyanık esnaflar, siyasal irade ve inisiyatif yoksunu bu “çarık”lı köylünün siyasal tercihlerini manipüle eder. Kasabalardaki “zübükvari” lümpen burjuvanın bu uyanıklığı, gözü açıklığı yüzünden her vakit sağ partiler iktidara geliyor. Böyle bir demokrasi olmaz. Bu yolla teşekkül eden siyasal iktidarın meşruiyeti de kabul edilemez. Öyle ya; neden “göbeğini kaşıyan adam” ile “manken”in oyu eşit olsun ki?
Kıray bana göre, bu hazineden bihaber olduğu için dönemindeki hazımsız bürokrasinin zanlarına uygun bir paradigmatik vehim sundu ve bu vehim; 60 yıl boyunca, “çarıklı”nın oyu ile “manken”in oyu eşitse, ben bu iktidarın meşruiyetini kabul etmem itirazlarına mama yapıldı. Bugünkü hazımsızlık da bunun devamı.
Demokratik kutsiyetin kaynağı kamusal rıza ama bu rızanın imal edildiği, inşa edildiği, organize edildiği, önceden tayin ve takdir edildiği öteden beri biliniyor. Bunun bir gerçek olduğunu inkar eden yok. Bugüne kader sayısız örnek ortaya çıkartıldı. Enformasyonla organize edilen algılar sayesinde, kime oy vermesi gerekiyorsa, seçmenin siyasal tercihlerinin ağırlıklı olarak bu yönde tezahür ettiği de artık genel kabul görüyor.
Erol Afşar yazıyor
BİZİM SAKARYA GAZETESİ