Sevgili okurlar,
Yine bir Ekim ayı, sarı, sarı yapraklar dökülüyor.. Yaz sıcakları yerine,”pastırma yaz” dediğimiz günler ve beklenen “Sonbahar yağmurları” ardından görmeyi merakla beklediğimiz zirvelerdeki beyazlıklar..
İşte böyle bir ayda, Akyazı’da son hazırlıklarımı yaptım ve merhum eniştem Hasan Şimşek ile birlikte uzun bir yolculuk için hazırlıklara başladık..
Ablam Hatice Şimşek’in tüm titizliği üzerinde, yola çıktıktan sonra evdeki son temizlik üzerine kafa yoruyor, en alt kattaki bakkalı işleten gence tembihlerde bulunuyor..
Eniştem ise,” Kayınço, sabah erken yola çıkacağız.. Zira bu İstanbul’un hali belli olmaz.. Trafik bastırmadan karşıya geçmemiz gerekir” diye hatırlatmada bulundu..
İstanbul’dan öteye gitmişliğim bir iki kere ile sınırlı.. O da rahmetli Akyazılı pehlivanlardan Zülküf Karabulut, Alpay Kardeş, Sezai Kanmaz ve diğerlerini izlemek için Edirne Sarayiçi’ne gitmişliğimi unutamam..
Gerçekten erken yattık, erken kalktık ve midibüs tabiri edilen Mercedes marka bir otomobil ile yola koyulduk.. Uykulu gözler ile İstanbul’dan ayrılıyoruz.. Boğazın üzerindeki “Atatürk Köprüsü” bize geçit sağlıyor.. Eniştem Hasan Şimşek, neşeli mi neşeli.. Buraya kadar sorunsuz geldi ya, bütün mesele bu!
Ve artık yol açık, ver elini Edirne!
1985 Yılının Ekim ayında İstanbul-Brüksel arasında yolculuğumuz sürüyor.. Bizim ile birlikte Büyük oğul, Cengiz Şimşek, küçük oğul Mustafa Şimşek’te yolculuk yapıyor.. Ailenin iki numarası, kızları Nurgül Şimşek ise Brüksel’deki marketi işletmek üzere Brüksel’de kalmış..
Harika, neşeli ve uzun bir yolculuktan sonra Belçika topraklarına girdik.. Belçika ile Almanya arasında Avrupa Birliği anlaşmalarından ötürü sınır tamamen kalkmış.. Gümrük levhası yerli yerinde duruyor.. Ortada ne gümrük memurları, ne polisler var..Eniştem Hasan Şimşek gaza bastı, “hurraaaa” bir diye seslendi..Şaşkınlığım bir kat daha arttı..”Kayınço Belçika’ya hoş geldin!..Yaşasın Belçika!” diye nara attı..
Onu iyi anlıyordum..Yıllarını, gençliğini burada geçirmiş, burada aile olmuş, burada ekmek parası kazanmış birisi uzun bir yolculuktan sonra başka ne yapabilirdi ki?
Bulgaristan, eski Yugoslavya, Avusturya, Almanya geride kaldı ve Belçika’ya geldik..
Benim için Belçikalı günleri, bugünden itibaren başlıyor..
***
Sevgili okurlar,
Belçika’da şüphesiz çok arkadaşım, çok tanıdığım ve çok dostum oldu..Ama bunlardan birkaçı benim için müstesnadır..
Bu “müstesna” insanların başında Azerbaycanlı Rahimi Eskander gelir.. İlginç bir yaşam öyküsü ile Rahimi Eskander, aramızdaki yaş farkına rağmen, her gün buluştuğumuz, uzun, uzun sohbetler ettiğimiz bir bilge insan olarak, ben de derin izler bıraktı..
Eniştemin dostlarından olduğu kadar, müşterilerinden biri Rahimi Eskander..
”Ailesi okusun, adam olsun” diye Onu Moskava’ya göndermiş..Moskava günleri Rahimi Eskander’in, ailesini ve Azerbaycan’ı özlemlerle geçmiş..
Derken 2.Dünya Savaşı patlak vermiş, Almanlara esir günler ardından, Avrupa’ya esir olarak getirilişi, esir kamp günleri, Amerikalıları satıldıkları yıllar ve o muhteşem kaçış öyküsü…
Kaçış, bu kaçış ya, korku var, para yok, üst baş yok, sokaklarda dolaşacak hal yok.. Her yer ajan dolu.. Hele de Rus Gizli Servis(KGB) ajanlarına yakalanmamak gerek.. İşte bu zor durumda Türkiye Cumhuriyeti Paris Büyükelçiliği’ne sığınıyorlar..
Büyükelçi Hasan Esat Işık, onları kabul ediyor..
Tam 14 Azerbaycanlı genci karşısında gören Büyükelçi Hasan Esat Işık, şaşırıyor..
Sohbet, bilgi ve sonra karar veriliyor..
“Paris’te kalmanız zor!..Burası çok tehlikeli!..Bir kaçınız Brüksel’e, bir kaçınız Londra ve Strasburg ile diğer kentlere dağılmanız gerekiyor.. Adreslerinizi bize gönderin.. Biz de sizleri takip edelim” diyor..
Rahimi Eskander, Moskova’yı, savaşları, esaret hayatını, zorlukları görmüş bir bilge insan olarak bana yaşam kesitlerini anlatıyor..” Yusuf bunları, yazarsan, sen yazarsın.. Ben not alamıyorum..Vaktim de olmadı” demekten kendini alamıyor..
Daha ilk buluşmamızda gözlerime baktı..Uzun, uzun gözlerini benden ayırmadı..
“Gence aklıma geldi.. Gence..Annem, babam, kardaşlarım”demeyi ihmal etmedi!..
Aramızda öyle bir sıcak ilişki başladı..Bir baba oğul buluşması gibiydi bu an.. Gözlerim yaşardı..Elini öptürmeyi sevmeyen, pekte öyle kucaklaşmaktan haz almayan Rahimi Eskander ile buluşmalarımız, gezilerimiz, çalışmalarımız başladı..
Bana ilk hediyesi Samet Vurgun’un Kiril alfabesi ile yazılmış bir kitabı oldu..
Sonra Odlar Yurdu gazetelerinden verdi..
İşte benim Azerbaycan ile temas kurmamın ilk adımları, ilk ateşi bunlar oldu..
Artık Azerbaycan’da Odlar Yurdu adlı bir gazete ve o gazeteyi hazırlayan dostlarım vardı..
Daha çok Azerbaycan’ı anlamaya, tanımaya, öğrenmeye özen gösterdim..Rahimi Eskander’in anlattıkları ile benim öğrendiklerimi birleştiriyordum..
En açıklı hikaye ise 1918’li yıllarda yaşanılanlardı..
Ermenistan’ın Türkleri arkadan vurmasının aynısı Azerbaycan topraklarında gerçekleştiriliyordu.. Yaşlı, genç demeden insanlar camilere dolduruluyor ve ateşe veriliyordu..
İşte o yıllar Osmanlı Paşası Nuri Paşa güçlerinin Azerbaycanlı kardeşlerimizin “imdadına yetişmesi, onlara can suyu, hayat suyu vermesini” Rahimi Eskander’den dinleme imkanım oldu..O da bunları büyüklerinden dinlemiş, dünyası kararmıştı..
Brüksel’de Azerbaycanlı bir ekselans Rahimi Eskander..
Brüksel-Namur, Brüksel Ostende gezilerimiz ve bir hoş sohbet Brüksel günlerinde bana Azerbaycan’ı, Moskova’yı, doğup, büyüdüğü yer Gence’yi ve torununun yaşadığı Bakü’yü anlatıyor..
Brüksel’de attığımız bu dostluk köprüsü, aynı zamanda torun ile Rahimi Eskander’in de buluşmasına vesile oluyordu..
Sadece bu kadar mı?
Elbette hayır!
Artık Brüksel’de Azerbaycan kültürü, bayrağının dalgalandığı yıllar gelip çatmıştı..
O günlerden sonra Brüksel’e, Azerbaycan’dan gelip-gidişler daha da hızlandı.. Brüksel’de Azerbaycan Büyükelçiliği açıldı.. Birbirinden güzel kutlamalar, buluşmalarda artık Azerbaycan Bayrağı’nı, Türk Bayrağı’nın yanına koymuştuk bile!
Bizi “İki devlet, bir millet” olarak Brüksel’de el, ele vererek, acımasız, hain Ermeni öfkesine karşı eylemlerde saf tutmaya devam ediyorduk..
Unutamadığım çok şey vardı ki, bunlardan birisi Azerbaycan’ın fakirliği karşısında Rahimi Eskander’in söylediği, “Yusuf merak etme, Azerbaycan uşağı bir dizlerine üzerine kalkmaya görsün, o zaman her şey başka olacak.. Hele de bir yürüyüşe geçerse, onu kim, kimler durdurabilir” sesleri hala kulaklarımda..
İşte o gün, bugünlerdir..
İşte Azerbaycan’ın ayağa kalktığı, topları, tüfekleri ateşlediği, uçaklarını uçurttuğu gündür..
Türk’e durmak yakışmaz artık..
Kazan mübarek olsun! Savaşın kutlu olsun! Can Azerbaycan!
Yusuf Cinal yazıyor/ 30 Eylül 2020 Brüksel