Bozkurt – Lotus davası 97 yıllık Cumhuriyet tarihinde kazanılmış ilk uluslararası dava olması açısından önemlidir. Fransızların Lotus gemisinin 2 Ağustos 1926 gecesi Ege açıklarında (Midilli) Bozkurt Türk gemisiyle çarpışması sonucu 8 Türk boğularak ölmüştür. Olayın ardından Türk mahkemelerince Lotus gemisinin kaptanı 80 gün hapis cezasına çarptırılmıştır. Fransa, karara itiraz ederek Fransız kaptanını Türkiye’nin tutuklama yetkisi olmadığını iddia etmiştir. Lahey’deki Uluslararası Adalet Divanı‘na başvurulmuş, Mahmut Esat’ın (1934’ten sonra Bozkurt) Türkiye’yi savunduğu dava Türk tezinin kazanması (oylama eşit çıkmış ama Divan Başkanı Türkiye lehine oy vermiştir) ile sonuçlanmıştır:
Fransızlar davayı Lahey Sürekli Adalet Divanı’na (bugünkü Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi) götürmüş, Divan 7 Eylül 1927 tarihinde Türkiye’nin hukuka aykırı davranmadığına karar vererek Türk heyetine, Atatürk’e verilmek üzere tunçtan bozkurt heykeli hediye etmiştir. Bu davadan dolayı dönemin Adalet Bakanı Mahmud Esat’a Atatürk tarafından Bozkurt soyadı verilmiştir.
Lahey Adalet Divanı Fransız kaptan hakkında kovuşturma yapmakla Türkiye’nin uluslararası hukuka aykırı davranmadığını kabul etmiştir. Karar, literatüre “Lotus Davası” olarak geçmiş ve “açık denizlerin serbestliği ilkesi” adı altında 1958 tarihli “Cenevre Açık Deniz Sözleşmesi’nde sözleşmeye taraf tüm ülkeler için kural olmuştur. Lahey’in kararı milli bir zafer, davayı kazanan Mahmut Esat Bey de kahraman olmuştur. Dava ve Mahmut Esat Bey’in savunmaları, dünya hukuk literatürüne girmiş ve benzer davalarda emsal oluşturmuştur. Mahmut Esat, Lahey’de dünya hukuk literatürüne girdiği sırada 35 yaşında idi.
Bu önemli kararı hatırlattıktan sonra, Emmanuel Macron, Akdeniz’e kıyısı olan 7 AB ülkesinin liderleri ile Doğu Akdeniz gündemiyle bir araya gelmeden önce basın toplantısı düzenleyerek “Avrupa Türkiye’ye yönelik daha net olmalı ve birleşik bir pozisyon almalı” demiştir. Macron, Avrupa’nın Türkiye konusunda birleşmiş ve daha açık bir tutum içinde olması gerektiğini şöyle açıklamıştır: “Avrupa Birliği üyesi olan bir ülkenin egemenliğine saygı ve uluslararası hukuka uyulması bizim için kırmızı çizgilerdir. Türkiye, Yunanistan’ın meşru haklarını görmezden gelerek Libya hükümetiyle de kabul edilemez bir anlaşma imzaladı. Türkiye’nin Kıbrıs açıklarındaki faaliyetleri de kabul edilemez. Aynı zamanda büyük bir devlete yakışmayacak provokasyonlar söz konusu. Türk halkı büyük bir halk. Ancak biz Avrupalılar artık Erdoğan hükümetine karşı daha açık olmalıyız.”
Fransa’da derste Hz. Muhammed ile dalga geçen bir karikatür gösteren öğretmen Samuel Paty’nin başının kesilerek öldürülmesi sonrasında Macron’un İslam ile ilgili açıklamaları, Ankara-Paris hattında ilişkileri kopma noktasına getirmiştir. Bunun üzerine Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Macron denilen zatın İslam ile, Müslümanlarla derdi nedir? Macron’un zihinsel noktada bir tedaviye ihtiyacı var” demiş ve Fransız mallarına boykot çağrısında bulunmuştur: “Nasıl Fransa’da Türk markalı mal satın almayın deniyorsa ben de şimdi milletime sesleniyorum. Sakın Fransız markalarını satın almayın.”
Bu çağrıdan bir sonuç çıkmaz.
Çünkü bu sürecin 38 yıllık geçmişi vardır. 1982 yılında rahmetli Bülent Ulusu Başbakan iken Fransa ile ipler gerilmiş, bu ülkeye anlayacağı dilden cevap verilmesi gerektiğini dönemin DPT Müsteşarı Dr. Yıldrım Aktürk’e iletmişti. Bunun üzerine sayın Aktürk tarafımdan kurulan AET Dairesi’ne görev vermişti. O dönmede Fransa’ya misilleme yapabileceğimiz iki önemli kozumuz vardı. Renault otomobil fabrikası ile Eskişehir’deki Fransız lisansı ile üretim yapan kamu kuruluşunun ithalatına kısıtlama uygulamak. Fakat her iki kuruma uygulanacak kısıtlama, bindiğimiz dalı kesmek demekti. Fransa’dan çok bize zarar verecekti. Bundan daha sonra vazgeçildi ve AB’den ithal edilen demir çelik ürünlerine yüze 15 fon uygulamasına gidildi, bir süre sonra bundan da uluslararası hukuka aykırı (GATT-WTO) olduğundan vazgeçildi.
Benzer durum bugün de geçerlidir. Rahmi Turan 31 Kasım’daki “Düşman Macron” yazısında bir konuya açıklık getirmiştir: “Bizimkilerin Fransız mallarına boyo çağrısının pek anlamlı bulmuyoruz…Dış ticaret fazlamız olan az sayıdaki ülkelerden biri Fransa’dır. ..Fransa’ya geçen yıl 7 milyar 900 milyon dlarlık mal satmışızı. Buna mukabil Fransa’dan 6 milyar 700 milyon dolarlık mal almışız… şimdi bunu mu kaybetmek istiyoruz?”
Rahmi Turan haklıdır.
Macron Türkiye aleyhine girişimlerini son zamanlarda arttırmıştır. Kendisine aynı şekilde cevap verilmelidir. Ama Fransız mallarına boykot yaparak değil. Türkiye artık 1980’lerin Türkiye’si değil. Atalarımız çok güzel söylemiş: “Lafla peynir gemisi yürümez.” Bu sebeple lafla değil somut önlemler alınmalıdır ki, etkisi olsun. Boykot yapmak anlamlı bir misilleme değildir. AB ile imzalanan Katma Protokol’e de aykırıdır. Özellikle bunu kamu (devlet) yaparsa. Attığın taş ürküttüğün kurbağaya değmelidir.
Fransa’nın önceki Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy de sözde Ermeni soykırımını iktidarda olduğu dönemde devamlı gündeme getirmiştir: “Nicolas Sarkozy orders new Armenian genocide law: President Nicolas Sarkozy has ordered his government to draft a new law punishing denial of the Armenian genocide after France’s top court struck it down as unconstitutional.” (https://www.telegraph.co.uk/news/worldnews/europe/armenia/9112129/Nicolas-Sarkozy-orders-new-Armenian-genocide-law.html, Mr. Sarkozy was accused of pandering to an estimated 400,000 voters of Armenian origin ahead of an April-May presidential election Photo: Reuters 9:49PM GMT 28 Feb 2012) Sarkozy, Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkmış ve “Türkiye Avrupalı değildir” demişti.
Ermeni diasporasının çatı kuruluşu olan Ermeni Örgütleri Koordinasyon Konseyi’nin (Conseil de Coordination des organisations Arméniennes de France: CCAF) 5 Şubat 2019 tarihindeki toplantısında Macron, 24 Nisan’ı sözde Ermeni soykırımı anma günü ilan edeceğini açıklamıştır. Twitter’da yaptığı paylaşımda “Fransa tarihle yüzleşir. Gelecek birkaç hafta içerisinde söz verdiğim gibi 24 Nisan’ı Ermeni soykırımını anma günü ilan ediyoruz” demiştir ama Cezayir ve Ruanda da yaptıkları soykırımlar ile yüzleşmemiştir.
Şimdi, Fransız mallarına boykot yapmak yerine Macron’un canını çok sıkacak 4 önerimi açıklamak istiyorum.
İlk önerim şudur. Fransa, Türkiye ile ilişkileri tam olarak koparmamak için zaman zaman alanında başarılı kişilere nişan vererek onların Fransa’ya karşı tepki göstermelerini engellemektedir. Onlar da birkaç vatansever nişan sahibi dışında ses çıkarmamaktadır. Fransa’dan son zamanlarda nişan alanlardan birisi olan Pegasus Hava Yolları Yönetim Kurulu Başkanı sayın Ali Sabancı’dır. Sabancı’ya Fransa’nın Chevalier dans I’Ordre National de la Légion d’Honneur nişanı verilmiştir. Nişan alanlara herhalde bazı kazanımlar sunulmaktadır ki, nişanı alanlar iki istisna dışında bunu iade etmememişledir.
Fransa’nın 2006’da Ermeni iddialarının inkarını suç sayan yasa tasarısını kabul etmesinin ardından, Legion d’Honneur sahibi, geçmişte birlikte görev yaptığımız rahmetli eski Devlet Bakanı Kamran İnan ve eski YÖK Başkanı Prof. Dr. Erdoğan Teziç nişanlarını iade etmişlerdi. Ehess / Paris ve Inserm araştırma merkezi profesörlerinden sosyolog Annie Thébaud-Mony de 12 Ağustos 2012 tarihinde Légion d’Honneur nişanını kabul etmemiştir. Mony’nin reddetme gerekçesi şöyledir: “Çalışma koşullarındaki kötüleşmeyi, iş kazası ve meslek hastalıklarının yarattığı dramları, asbest, tarım ilaçları, nükleer ve kimyasal atıkların doğal çevremizi nasıl tahrip ettiğini görünür kılmaya çalıştığımız zaman, kamusal otoriteler tarafından ciddiye alınmak istiyoruz.” (Tout en ayant conscience de la portée politique de son choix qui témoigne de l’importance qu’elle accorde à mes engagements scientifiques et citoyens, c’est aussi au nom de ces derniers que je suis amenée à refuser d’être décorée de la Légion d’Honneur. Vous en trouverez les raisons dans la lettre jointe à ce message, lettre adressée à Madame Cécile Duflot. https://www.asso-henri-pezerat.org/annie-thebaud-mony-explique-son-refus-de-la-legion-dhonneur/)
Fransa’dan son zamanlarda Legion d’Honneur nişanı alan Türk vatandaşları şunlardır: Ali Sabancı, Leyla Alaton, Zülfü Livaneli, Yaşar Kemal, Tarık Zafer Tunaya, Sakıp Sabancı, İnan Kıraç, Yaşar Kemal, Sani Şener, Kamran İnan, Erdoğan Teziç,(iade ettiler) Hikmet Çetin, Ayşe Gülsün Bilgehan, Lucien Arkas, Gökşin Sipahioğlu, Nebahat Akkoç, Mehmet Erbak, Tunay İnce. Fransız muhafazakar eğilimli Le Figaro gazetesinde “Fransa Dostları Türklerin Düş Kırıklığı” başlıklı yazıda Fransız kadın gazeteci Marie Michele Martinet, Zeynep Göğüş’ün Tempo’da yayınlanan “17 Aralık’ta Fransa Türkiye’yi engellerse Yaşar Kemal Fransızların en yüksek devlet nişanı olan Legion d’Honneur’ü geri versin” sözlerine yer vermiştir. Fakat 18 Aralık 2011 tarihinde Legion d’Honneur nişanı alan Yaşar Kemal nişanı iade etmemiştir.
Fransa’dan ödül alanlar nişanları iade etmezken, Güney Afrika’nın eski Devlet Başkanı Nelson Mandela 1992 yılında kendisine verilecek olan Atatürk Uluslararası Barış Ödülü’nü reddetmiştir. Pek bilinmez ama 93 yaşındaki Mandela, ABD’nin Houston Üniversitesi bünyesinde faaliyet gösteren Gülen Enstitüsü’nün 2010 Barış Ödülünü 24 Ocak 2011 tarihinde almıştır. (https://www.risalehaber.com/gulen-enstitusu-baris-odulu-mandelaya-verildi-96530h.htm)
Sayın Ali Sabancı’nın 14 Şubat 2018 tarihindeki nişan töreninde konuşma yapan Büyükelçi Charles Fries, “Bu akşam Fransa Cumhuriyeti, Napoleon Bonaparte tarafından ihdas edilen ve Fransa’nın en eski ve saygın nişanı olan Legion d’Honneur nişanı ile size taltif ederek, liyakatlarınızı onurlandırmak istemiştir. Sayın Ali Sabancı, Cumhurbaşkanı adına, sizi Legion d’Honneur şövalyelik nişanıyla taltif ediyoruz” demiştir. Törene katılanlar arasında Türkiye’nin önde gelen iş insanları, eski bakanlar, gazeteciler vardır: Vuslat Doğan Sabancı, Şevket Sabancı, Erhan Kamışlı, Aydın Doğan, Rahmi Koç, Ali Koç, İnan Kıraç, Hüsnü Özyeğin, Ömer Sabancı, Demet Sabancı, Begümhan Doğan Faralyalı, Ahmet Faralyalı, Hanzade Doğan Boyner, ABD İstanbul Başkonsolosu Jennifer Davis, Hüsamettin Özkan, Namık Kemal Zeybek, Murat Özyeğin, Özcan Tahincioğlu, Sani Şener, Ertuğrul Özkök, Sedat Ergin, Hakan Çelik, Deniz Zeyrek, Volkan Vural, Cem Kozlu .(https://www.dha.com.tr/istanbul/ali-sabanciya-legion-dhonneur-nisani/haber-1564668/video/)
Cumhurbaşkanı Macron 31 Ocak 2018 tarihinde Ermeni diasporasının çatı kuruluşu olan Ermeni Örgütleri Koordinasyon Konseyi’nin (Conseil de Coordination des organisations Arméniennes de France: CCAF) yıllık yemeğine katılarak Türkiye’yi eleştirmiştir. Macron yaptığı konuşmada, Fransa’da sözde Ermeni soykırımını anma günü ilan edileceğini, Cumhurbaşkanı seçilmeden önce bu konuda söz verdiğini açıklamıştır: “Ermeni soykırımının tanınması ve adalet için mücadele hepimizin mücadelesidir. Bu mücadeleyi, soykırımı anma gününü destekleyerek yürütüyoruz.” İki hafta sonra Fransa Büyükelçisi sayın Ali Sabancı’ya ödül vermiştir. Bu çelişki, diplomasi tarihinde örnek olay olarak geçecek kadar önemlidir.
Tarihin bir cilvesi mi desem bilmiyorum, Macron yemekte Ermeni kökenli HDP İstanbul milletvekili Garo Paylan’a özel ilgi göstermiş, Ermeni etkinliğinde Paris Büyükşehir Belediyesi tarafından Paylan, Vermeil Madalyası (la médaille Grand Vermeil) ile ödüllendirilmiştir. Garo Paylan Artsakhpress.am’ kaynağında yer alan demecinde Afrin operasyonuna karşı olduğunu şöyle açıklamıştır: “Supporters of war are also accomplices to war. Say “no” to Afrin war, do not be part of that crime,” the MP urged, addressing the public.”
Orhan Pamuk, nişan almadan önce ABD‘de yayımlanan Time dergisinin 8 Mayıs 2006 tarihli sayısının “Time 100: Dünyamızı Biçimlendiren Kişiler” başlıklı kapak yazısında tanıtılan 100 kişiden biri olmuş, 2007 Mayıs’ında yapılan 60. Cannes Film Festivali’nde jüri üyeliği yapmıştır.
12 Ekim 2006’da Fransa’nın sözde Ermeni soykırımını inkara ceza yasasını parlamentolarından geçirdikleri gün Orhan Pamuk’a Nobel Edebiyat Ödülü verilmiştir. İlginç değil mi? Ne tesadüf! Orhan Pamuk 6 yıl sonra 29 Ekim 2012 tarihinde de Legion d’Honneur nişanı almıştır. Nobel ödülü almadan önce Pamuk, İsviçre’nin günlük Tagesanzeiger gazetesinde 6 Şubat 2005 tarihinde yayınlanan röportajında “Türkiye’de otuz bin Kürt ve bir milyon Ermeni öldürüldü. Neredeyse benim dışımda hiç kimse konuşmaya cesaret edemiyor ve milliyetçiler bunun için benden nefret ediyorlar” demiştir.
Fakat bir milyon Ermeni’nin mezarlarının nerede olduğunu açıklamamıştır. Herhalde kendisi de bilmiyor olsa gerek. Fakat yine de bir güzellik yapmış ve rakamı 500 bin azaltmış. Ermeniler yükseltiyor pamuk gibi yumuşak yazarlar indiriyor. Türkiye’de bir milyon Ermeni öldürülmemiştir. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti 1923 yılında kurulmuştur. Ayrıca bir milyon Ermeni öldürülmüş ise bunların mezarları nerededir? Madem Orhan Pamuk gidip saymış ki bu rakamı telaffuz ediyor. O zaman kendisine sormak gerekir? Nerede bu Ermeniler? Bu sürede öldürülen Ermenilerin mezarlarının yok olması mümkün değildir. Çok kısa sayılacak bir dönemde belli bir bölgede 1 milyon Ermeni öldürülmüş ise onların mezarlarını da bilmesi gerekir. Öyle sallama rakamlarla kimse Türklere kara çalamaz. Açıklanmadığı sürece bu rakam Türk ulusuna atılan bir iftira olarak kalacaktır.
Rahmetli Şükrü Sever Aya’nın tespiti çok önemlidir. “1 buçuk milyonun en çok 150 günde öldürülebilmesi için, her gün 10.000 kişinin öldürülmesi bunların gömülmesi için de en az 5 bin amelenin her gün futbol stadı kadar alanda ölüleri gömmesi lazımdı. Bu sahalardan bir tane dahi bulunmamıştır, bulunalar Türklere ait kuyu ve mezarlardır… Ermenilerin 2.2.1923 tarihinde Lozan Konferansı’nda sundukları raporda 760 bin Ermeni’nin hayatta bulunduğu ülkeler sayılmaktadır. Başka bir resmi Amerikan raporunda ise Kasım 1922 tarihi itibariyle dünyada 3.004.000 Ermeni’nin yaşadığı bu yekûndaki 817.873 kişinin Türkiye muhaciri olduğu yazılmıştır. Bu inkâr edilmez resmi belgelere göre, toplam Türkiyeli Ermeni kayıpları ya 1.300.000 – 817.000 = 483.000 veya 1.300.000 – 760.000 = 540.000’dir.” Bu rakamı The New York Times 7 Ekim 1915 tarihinde abartarak 800 bin olarak açıklamıştır.
Fransa, Türkiye’yi tarihte yapılmayan sözde Ermeni soykırımı ile suçlayan ve bu konuda parlamentosundan yasa çıkaran ilk ülkedir. 29 Ocak 2001 tarihinde onaylanan bir cümlelik yasa şöyledir: “Fransa , Ermenilerin 1915 yılında maruz kaldığı soykırımı tanır.” Fransa, dönemin Türk büyükelçisi tarafından terk edilen ülkedir. Eski Dışişleri ve Milli Savunma Bakanı Hasan Esat Işık 1968’lerde Paris Büyükelçisi’dir. Fransa’daki Ermenilerin kışkırtıp dayatması sonucu Marsilya’da yapılacak Ermeni soykırımı anıtına karşı çıkar. Anıtın açılış törenine Fransız hükümetinin resmen katılmamasını ister. Ancak anıtın açılışına Fransız bakanlardan birinin katıldığını görünce sabrı taşar ve Ankara’ya sorma gereğini duymadan Paris’i terk edip Ankara‘ya döner, gelişmelere karşı dik bir duruş sergiler.
İkinci önerim ilki gibi önemlidir.
Bu önerim kabul edilmez ama Fransa açısından uluslararasında baskı yaratır, Türkiye’ye devamlı saldıran Macron’a çok iyi bir misilleme olur. Fransa, Türkiye’nin Paris Büyükelçisini koruyamamış ve Büyükelçi İsmail Erez’in 1984 yılında Ermeni terör örgütü ASALA tarafından şehit edilmesine engel olamamıştır. Fransa, diplomatlarımızın ASALA teröristlerince şehit edildiği ülkedir. Şehirlerine sözde Ermeni soykırım anıtları dikilmesine izin veren Fransa, başta Paris Büyükelçimiz İsmail Erez ile şoförü Talip Yener (24 Ekim 1975), Oktar Cirit, Yılmaz Çolpan, (22 Aralık 1979), Reşat Moralı (4 Mart 1981), Tecelli Arı (4 Mart 1981) ve Cemal Özen’i (24 Eylül 1981) koruyamamış ve 7 Türk diplomatının Ermeni terör örgütü ASALA tarafından şehit edilmesine engel olamamıştır.
Acaba Fransa Büyükelçisi ve 7 diplomatı Türkiye’de öldürülmüş olsaydı, nasıl bir tepki verirdi ? ASALA Türk diplomatlarına ve aile fertlerine karşı dört kıtada arka arkaya 27 suikast düzenlemiştir. Bu suikastlarda 34 şehit ve pek çok yaralı verilmiştir. Başka hiçbir ülkenin diplomatları böylesine sistematik suikastlara maruz kalmamıştır. ASALA tarafından Bir Hakeim Köprüsü‘nde pusuya düşürülerek şehit edilen Büyükelçi İsmail Erez için köprüde şehit edildiği yere bir anıt olmazsa bir büst dikilerek köprüden geçen Fransızlara Ermenilerin nasıl bir millet olduğunun hatırlatılmasında yarar vardır. Daha önce Bir Hakeim Köprüsü’ne plaket konulması yönündeki talebe Fransız makamları cevap vermemiştir.
Fransa bunu kabul etmeyecektir ama reddederse Kanada meydanına hiçbir Fransız’ı öldürmeyen, Çınar’ı, Yaman’ı, Groung’u besteleyen, çok sayıda türkünün derleyicisi olan Gomidas Vartabed’e sorulabilseydi, isminin böyle işlere alet edilmesini istemezdi. Anadolu müziği üzerine eserler vermiş bir sanatçının heykelinin sözde soykırım yalanına alet edilmesi hiç hoş değildir. Heykelin kaidesine “Osmanlı İmparatorluğu’nda 1915’te yapılan, 20’nci yüzyılın ilk soykırımının kurbanı olan 1,5 milyon Ermeni’nin anısına” yazılması ise çok çirkin bir iftiradır.
Üçüncü önerim aşağıdadır.
Cevabın olumsuz olacağı kesindir, bunu biliyorum. Ama kamuoyu bilsin diyerek açıklamak istiyorum. Fransa, Büyükelçiliğimizin arkasında bulunduğu Paris’in en küçük sokağına (148 m. uzunluk, 15 m. genişlik) Ankara (Rue d’Ankara) adını veren ülkedir. Ankara’daki Paris Caddesi’nin uzunluğu takriben 2,5 kilometredir. Paris Caddesi, Rue d’Ankara sokağı uzunluğunda elçiliğin arka sokaklardan birine verilmesi önerime Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin verdiği cevap ilginçtir. Ben şahsen bir Türk olarak utandım. Belediye sorumu Dışişleri Bakanlığına, Bakanlık ise Ankara Büyükşehir Belediyesine atmıştır. Cevaptaki “15.02.1956 tarihli Belediye Kararı gereğince” açıklaması kabul edilemez. Çünkü 1956’da değil 2020 yılındayız. Aradan 64 yıl geçmiş, şartlar değişmiş. Biz 1956 yılındaki Meclis Karar’ından söz ediyoruz. Anayasa hükmü değil ki değiştirilmesin. 1956 yılından buyana Anayasamız bile kaç defa değişmiştir ama Meclis Kararı değişmemiştir. Bu cevabı veren bürokrat sanırım 2020 yılında yaşamıyor ve Macron’un Türkiye düşmanlığını görmüyor. Paris Caddesi, Rue d’Ankara’nın 17 katı kadar daha uzundur.
Maruz kalınan davranışa aynı şekilde karşılık verme veya yapılan bir davranışın aynısını bekleme ilkesi olan “mütekabiliyet” (karşılıklı muamele) esası uluslararası ilişkilerde eşitliği sağlayan bir denge aracıdır. Bu sebeple Rue d’Ankara’nın uzunluğunda (148 metre) ve genişliğinde (15 metre) Fransa Büyükelçiliğinin yakınındaki bir sokağın isminin değiştirilerek “Paris Caddesi” adı verilmesinde hiçbir sakınca yoktur. Gerekçe basittir: “mütekabiliyet.”
Dördüncü önerim basittir ama önemlidir.
Fransa, Anayasa Mahkemesi’nin sözde soykırım yasasını iptal kararına rağmen sözde soykırım iddialarını ortaokul ders kitaplarına sokan ülkedir. Fransa, 29 Ekim 1919’da Kilis’i ve 5 Kasım 1919’da Antep’i işgal eden ülkedir. Fransa, Gaziantep ve Kahraman Maraş’ta Ermenilerce yapılan katliamlar için Fransa’da anıt açılmasına izin vermemektedir. Son Fransız askerinin Antep’i terkettiği 25 Aralık 1921 Gaziantep’in kurtuluşu olarak yerini alır tarih sayfalarında. Bu yıl Gaziantep Büyükşehir Belediyesi 25 Aralık Gaziantep’in kurtuluş törenlerine Fransa sefirini davet etmelerini Başkan sayın Fatma Şahin’e önerdim ama sayın Başkan’dan bir dönüş gelmedi. (No.304169) Herhalde sayın Başkan çok yoğun olduğu için bu gibi milli konulara gereği kadar zaman ayıramadı. Sadece sekreterlerine talimat vermiş ama beni telefonda arayan sekreterler de cevap veremedi.
Yılmaz Özdil 30 Ekim’deki yazısında önemli tespitlerde bulunmuştur: “Fransa’nın sömürge için işgal ettiği ülkelere örnek vereceksek, tee Afrika’ya gitmeye gerek var mı?. Antep niye Gazi?. Maraş niye Kahraman?. Urfa niye Şanlı? Kimin işgaline karşı verdik bu sıfatları bu şehirlerimize? Kim silah zoruyla oturdu topraklarımıza? Türk insanına katliamın feriştahını kim yaptı? Antep’te 14 Şehit Anıtı var, Kuvayı Milliye müfrezesine ekmek su taşırken yakalanıp, birbirlerine bağlanarak yaylım ateşle kurşuna dizilen, cansız bedenleri süngülenen, henüz 12 yaşındaki 14 çocuğumuz anısına dikildi… Kim katletti onları? ‘Şayet düşman geçerse, anca naaşımın üzerinden geçer’ diyen Şahin Bey, hangi düşmana karşı vücudunu siper etti? Barikatlar kurup, mahalle mahalle, sokak sokak vuruşmadık mı Antep’te? Kiminle vuruştuk? Ahali namazdayken, camilerimizi top atışına tutanlar kimdi? Kadınlarımız tohumluk olarak depolanan zerdali çekirdeklerini kırıyor, eziyor, kepekle karıştırıp ekmek yapıyordu…”
Hükümet sözcüsü sayın Çelik Fransa’ya tepki gösterirken Antep’te ne işiniz vardı deseydi ve de bu ülkeden madalya alanların madalyaları iade edeceklerini açıklasaydı, Fransa’ya çok etkili bir cevap vermiş olurdu. Bunları şunun için yazdım: “Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür.”
Şimdi, yeni atanan sayın Büyükelçiye bir sorum vardır.Paris’te İstanbul Caddesi yerine neden “Rue de Constantinople” caddesi var? Acaba Fransa 1453 öncesi bir şehri anarak bir yerlere mi varmak istiyor?Artık bu adla bir şehir dünyada yokken bu adlandırmanın bir açıklaması var mıdır?
Birinci Dünya Savaşı sonrasında İtilaf Devletleri ile Osmanlı İmparatorluğu arasında 10 Ağustos 1920 tarihinde Paris’in batı banliyösü Sevr (Sevres) kasabasındaki Seramik Müzesi’nde (Musée National de Céramique) Sevr Anlaşması imzalanmıştır. Müze, Türkiye için Anlaşma’nın imzalandığı yer olması bakımından önemlidir. Bir diğer önemi de, Ermenilerin müzenin önüne 8 Mart 2001 tarihinde sözde Ermeni soykırım anıtı dikmesidir. Anıtın üzerinde tarafımdan çekilen fotoğrafta da görülebileceği gibi “1915’te Jön Türk Hükümeti tarafından katledilen 1,5 milyon Ermenin anısına” yazılıdır.
Benzer şekilde 1,5 milyon rakamı, Auschwitz-Birkenau toplama kampının önündeki anıtta da vardır: “…about one and a half million men, women and children mainly jews from various countries of Europe.” Müzenin önüne sözde Ermeni soykırım anıtı dikilmesinin sebebi şudur: “Biz Ermeniler Türkiye Cumhuriyetini kuran Lozan Anlaşmasını tanımıyoruz. Bizler Sevr Anlaşması’nın halen yürürlükte olduğunu kabul ediyoruz. Çünkü Sevr’de büyük Ermenistan vardır.” Auschwitz-Birkenau toplama kampında 1,1 milyon Yahudi gaz odalarında öldürülmüştür. Bu kampı ziyaret ettim. Gaz odalarında ölümün kokusunu hissettim. Gaz odaları ile fırın arasında döşenmiş küçük ve dar demiryolunu görünce irkildim. İnsan insanın bu kadar düşmanı nasıl olur diye düşündüm.
Paris’te 1985-1990 yıllar arasında görev yapım. Eşim Dr. Sena (Dirimtekin) Karluk göz ihtisasını Fransa’da yapmıştır. Fransız hocaları o dönemde Paris’te çok yaygın olan “AIDS” hastalarının göz kontrolü için kırmızı işaretli (çok bulaşıcı) hastaların bakımı için Türk ve Arap kökenli ihtisas yapan doktorları görevlendirirlerdi. Fransız ve Ermeni kökenli Fransız doktorlara zorunluluk olmadığı sürece görev verilmezdi. AIDS’in dünya kamuoyunda hızlı tanınmasında etkili olan ilk isim, Rock Hudson olup 2 Ekim 1985’te bu hastalıktan yaşamını yitirmeden önce Paris’te Amerikan Hastanesi’nde tedavi görmüştü. Tam bu dönemde de eşim de Amerikan Hastanesi’ne kontrol için gidiyordu ve bizlerde hastaneye her gidişimizde tedirgin oluyorduk. Çünkü o yıllarda tedavisi yoktu. Tıpkı şimdilerde Covid -19’da olduğu gibi.
1980’li yıllarda DPT AET Başkanı iken Avrupa Birliği konularında birlikte çalıştığımız eski Paris Büyükelçimiz, değerli arkadaşım ve dostum Uluç Özülker‘in Sabah gazetesinde yer alan (14.09.2020) görüşlerine katılıyorum: “Soru:“Macron’un Türkiye politikası Fransa’da kabul görüyor mu? Hayır görmüyor. Fransa ile ilişkilerimizde iniş çıkışlarımız çoktur. Fransa 2002 yılında Türkiye’nin AB ile müzakerelerin başlaması için Almanya ile birlikte destek olmuştu. Politikacılar Türkiye konusunda Fransa’da hep zor durumda kalmıştır. Ben Türkiye konusunu eski Cumhurbaşkanı Chirac ile konuştum. Türkiye’nin AB’nin ve Fransa’nın yanında olması gerektiğine inandığını, AB’nin güçlü olması için bunun kaçınılmaz olduğunu söyledi. Ama Fransa seçmenin AB’nin daha fazla genişlemesini istemediğini ve Türkiye gibi güçlü bir Müslüman ülkenin AB’de olmasına yanaşmayacağını düşünüyordu. Türkiye ile anlaşamayan eski Cumhurbaşkanı Sarkozy ise ‘Akdeniz’in Doğu’su Türkiye’den Batı’sı bizden sorulur’ diyordu. Macron şimdi bambaşka bir iş yapıyor.”
AVRUPA VE DIŞİŞLERİ BAKANI JEAN-YVES LE DRİAN TARAFINDAN YAPILAN AÇIKLAMA KABUL EDİLEMEZ: “TERÖR SALDIRISI SONRASI TÜRK MAKAMLARINDAN HİÇBİR RESMİ KINAMA VEYA DAYANIŞMA İŞARETİNİN BULUNMAMASINA, SON BİRKAÇ GÜNDÜR, TÜRK DEVLETİ’NİN EN ÜST DÜZEY MAKAMINCA İFADE EDİLEN, DOĞRUDAN CUMHURBAŞKANINI HEDEF ALAN HAKARETLERİN DE YAR ALDIĞI, BİZE KARŞI VE ÜLKEMİZ İÇİNDE NEFRET AĞLARI ÖRMEYE YÖNELİK BİR İRADE ORTAYA KOYACAK ŞEKİLDE, FRANSA’YA KARŞI BİR NEFRET VE İFTİRA PROPAGANDASI DA EKLENMİŞ BULUNUYOR. BU DAVRANIŞ KABUL EDİLEMEZ, HELE Kİ MÜTTEFİK BİR ÜLKEDEN. BUNUN NETİCESİNDE, FRANSA’NIN TÜRKİYE’DEKİ BÜYÜKELÇİSİ, (HERVÉ MAGRO) İSTİŞARELERDE BULUNMAK ÜZERE GERİ ÇAĞRILDI VE HEMEN 25 EKİM 2020 PAZAR GÜNÜ İTİBARİYLE PARİS’E DÖNÜYOR. 25/10/20”
Bakanlığın açıklaması çok diplomatiktir. Fransa terörist Ermeni devletinin Azerbaycan’da sivil hedefleri vurmasına neden sessiz kalmaktadır? Fransa neden soykırım yasası çıkararak Türkiye’yi sözde soykırım yapmakla suçlamaktadır? Neden ASALA Ermeni terör örgütü tarafından şehit edilen Paris Büyükelçimizin büstünün “Bir Hakeim” köprüsüne konulmasına izin vermemektedir? Ermeni soykırımı konusu Fransa’da ortaokul 3 sınıf tarih ve coğrafya ders kitaplarına neden girmiştir? Bu kitaplarda Fransa’nın Cezayir ve Ruanda’daki gerçekleştirdiği soykırımlarına neden yer verilmemiştir?
Fransa’nın Antep ve Maraş’ta ne işinin olduğu neden açıklanmamaktadır? Fransa Milli Eğitim Bakanlığı`nın yaptığı müfredat değişikliklerine göre öğrenciler, 1910`dan bugüne kadar dünya tarihindeki gelişmeleri incelerken, olmayan sözde Ermeni soykırımı başlığı altında bir bölüm okuyacaklardır ama bu, gerçek tarih değildir. Fransa neden tarih kitaplarına Fransa adına Geoeges Picot, İngiltere adına Sir Mark Sykes’ın yürüttüğü Sykes-Picot Anlaşması ile Türk topraklarının paylaşılmasını objektif açıdan ortaokul 3. sınıf tarih ders kitaplarına koymamaktadır?
Sayın Bakan aşağıda Maxime Gauin’in iki makalesini okumamış. Okumuş olsaydı, sözde Ermeni soykırımı yalanına sarılmaz, belki de utanırdı.
1985 davası yanlış anlaşılmıştır. Türk stratejisinin önemi küçümseniyor ve kararda Türk olmayan mağdurların rolü abartılıyor. Her şeye rağmen, 2001 yılında “Ermeni soykırımı” iddialarının tanınmasının, Orly saldırısının ana faili de dahil olmak üzere, terörizmi ödüllendirdiği ortadadır.
(https://www.academia.edu/6847834/Remembering_the_Orly_attack?email_work_card=view-paper)
1970 ve 1980’lerde yüzlerce saldırı gerçekleştirildi. Sonuncusu 23 Haziran 1997′de Brüksel’de olmak üzere 1990’larda Ermeni teröristler tarafından yapıldı. Bu saldırıların çoğu demokratik Batılı ülkelerde gerçekleşti ve Orly bombardımanı barış zamanlarında Fransız tarihinin en ölümcül terörist saldırısı oldu. Ermeni diasporasından daha doğrusu bu diasporanın milliyetçi unsurlarından gelen destek genellikle reddedilir veya unutulur. Türkiye’ye yönelik Ermeni soykırımı iddiasına yönelik siyasi kampanyalar ile terör saldırıları arasındaki yakın bağlar da benzer şekilde reddedilmiş veya unutulmuştur. Ermeni teröristlerin katliamları unutulmuştur. Türkiye dışında çok az sayıda anıt veya büst dikildi, Orly saldırısı için hiçbiri yapılmadı. Bu sunumun amacı, terörizmin nasıl ortaya çıktığını, tarihin çarpıtmalarıyla, özellikle de sahte kullanımıyla nasıl meşrulaştırıldığını ve geçmişin bu kötüye kullanımının bugüne kadar nasıl devam ettiğini anlatmaktır. (https://www.academia.edu/6889625/ARMENIAN_TERRORISM_AND_PROPAGANDA_SINCE_1972)
Soruları daha da arttırmak mümkündür ama bu kadarı yeterlidir. Fransa’nın unutmaması gereken bir mektup vardır. Sözde Ermeni soykırımı masallarını ders kitaplarına koymak yerine Fransa’ya tavsiyem, Kanuni Sultan Süleyman’ın Kral Fransuva’ya yazdığı fermanını öğrencilere okutmalarıdır. Genç Fransızların bunu bilmelerinde yarar vardır.
Yılmaz Özdil 15 Eylül 2020 tarihinde Fransa Türkiye ilişkilerini 2006’dan başlayıp günümüze kadar tarih vererek açıklamıştır. Tarihe baktığımızda güçlü bir diplomasiye sahip devletler uluslararasında ilişkilerinde de güçlü bir yapıya sahip olmuşlardır. Hemingway’in “Cesaret, olaylar karşısında gösterilen zarafettir” sözüne sadık kalalım ama zarafet göstereceğiz diye yukarıda 4 başlıktaki konuları gündeme getirmezsek eğer, “Gerçek ayakkabılarını giymeden, yalan dünyayı üç kez dolaşır.” Unutmayalım.
Prof.Dr. Sadık Rıdvan Karluk