Sevgili okurlar,
Geçtiğimiz hafta, yazımı hazırlayıp yazı işlerine gönderdiğimin hemen ardından, İzmir’den deprem haberi geldi..
Yüreğim burkuldu, içim daraldı ve o büyük “Marmara Depremi” günlerine gittim..
Anlatılmaz duygular içinde,” inşallah yıkılan bina ve o enkaz yığınları olmaz ve can kaybı yaşamayız” diye düşündüm..
Bir anda sanal ortamdan farklı canlı görüntüler gelmeye başladı..
Durum gerçekten kötü ve vahim idi!..
Deprem, yine binaları yıkmış, üstelik, ardında bir de tsunami getirmişti..
İşte çığlıkların göğe yükseldiği, acı feryatların birbirini takip ettiği anlarda telefonlarına sarılıp, İzmir ve çevresinde “ne olup bittiğini öğrenmeye çalışanların yarattığı telefon kaosu” yerini sakinliğe terk ettiğinde anladık ki, deprem sadece binaları değil, yaşama dört elle sarılan ve hayat mücadelesindeki insanların da dünyalarını, geleceklerini yakıp, yıkmıştı..
İşte o anda Türkiye, “tek yürek” oldu..
Kazmayı, küreği kapan, enkaz yığınlarının başında, o bildik sözü tekrarlamaya başladı..
“Sesimi duyan var mı?”
Evet, bu ses bize yabancı bir ses değil idi..
Biz bu sesi Sakarya’dan, İzmit’ten, Gölcük ve Düzce’den tanıyorduk..
Hatta bu ses Elazığ, Erzurum ve Van ile yurdun diğer yörelerinde de yankılanmıştı..
“Sesi mi duyan var mı?”
Bu sese kulak verenler, İzmir, Bayraklı’da felakete uğrayan ve evlerinden olan, dışarıda geceyi geçirmek zorunda kalanların yardımına koştu..
Sonra enkaz kurtarma ve arama çalışmaları ekranlara taşındı..
Ekran başında adeta nöbet tutarak, kaç kişinin kurtarıldığını, kaç kişinin depreme kurban gittiğini saymaya, anlamaya başladık..
Yüreğimizdeki fay hatları yarılmıştı!..
O yarıktan Elif kızı, Buse’yi, Ayda’yı ve diğerlerini alkışlarla çıkarmaya başladık..
Bu yazıyı hazırladığım sırada İzmir Bayraklı depreminde can kaybımız 107 idi. Bini aşkın vatandaşımız da bu yıkımdan yara alarak hastanelere kaldırılarak tedaviye alındı..
Yörede “artçı depremler” ise devam ediyordu..
Bütün bu gelişmeleri, deprem bölgesine ziyaretler takip etti.. Hatta bir atanmış bakan bile kendini tutamayıp, kasksız bir şekilde enkaz üzerine çıkıp, bir görevlinin elinden kaptığı telefon ile Buse kız ile konuşmuştu..
Ve diğer kendini bilen siyasiler ise enkazların karşısında bilgilenip, çalışmaları engellememek üzere orada incelemelerde bulundu, cenazelere katıldı, taziyelerini sundu, çalışmaların ne durumda olduğunu öğrendi..
Fotoğraf karelerine girmeye çalışan, öte yanda adını gizleyen ve yardımlarını, hizmetini sunan siyasilere de tanıklık ettik..
Siyaset dünyamızın bir başka yüzleriydi onlar?..
Kısacası, “deprem alanını şov alanı” ilan edenleri de, bu acı günlerde gördük!
Bunun yanı sıra, ekranlara yansıyan görüntüler arasında, bu büyük felaketin yıkımını vatandaşa yükleyen, şarlatan, yandaş gazetecilere de tanıklık ettik!..
Haklı ya, depremin suçlusu vatandaş!?
Temeli atan vatandaş..
Mühendislik hizmetlerini yapan vatandaş..
Demirden, çimentodan çalan vatandaş..
Kat üstüne, kat çıkan ve sulak, çamur alana temeli atan vatandaş..
Ruhsatı veren vatandaş..
İskan iznini veren vatandaş..
Suçlu bulunmuştu, vatandaş!
Ey devleti yönetenler neredesiniz?
Bu yıkımda, sizin sorumluluk payınızı sahi nedir?
Biliyorsanız, bir adım öne çıkınız?
Bilmiyorsanız,” bu işin sorumluları, sizden öncekiler, yani vesayetçiler” diyerek günü kurtarınız!..
Ne kolaycılık?
Ne aymazlık bu?
“İç suyu, çek nutuğu, yuttur halka” öyle mi?
Ah efendi, biz ne depremler gördük, ne depremler?
Hala yıkıntıları içimizde, yürek yaraları iyileşmez, sorumluların sorumlulukları, ihmalleri unutulmaz!..
Alıp gitti sevdiklerimizi, yıktı geleceklerimizi!..
“İhmalin, kayırmanın, imar aflarının, korumacılığın” yıkımlarına tanıklık etmedik mi?
Ha İzmir, ha Sakarya, ha Erzincan, ha Van!…
Kafalar aynı, düşünceler değişmez, siyaset bu ya, dan, dan!
Evet, “deprem öldürmez, çürük, çarpık yapılar öldürür” diyenler ne kadar haklı!
Bu memlekette bunca depreme, bunca felakete karşı hala, bu tür yapılara izin veriliyorsa ve bu tür yapılar içinde hala insanımız yaşam mücadelesi veriyorsa, yapacak çok işimiz var demektir..
İşte beklenen “İstanbul depremi”, neyi alıp götürür ki?
Kaç bina yıkılır, ne kadar can kaybımız olur?..
Bu binaları “değişim, dönüşüm projeleri” ile elesek mi, yoksa, çağın hayali projesi “Kanal İstanbul’u mu kazsak”, Arapları, paralıları, lüks hayat heveslilerini oraya çeksek, yeni bir zenginler kenti mi yaratsak?
Ah şu siyasi klikler, ah şu uzlaşmaz tutumlarımız, ah şu bilinçsiz biatlarımız, ah şu rant aç gözlüklerimiz, ah şu ihtiraslarımız, ah şu demokrasinin temel direklerini yıkan, tahrip eden hazımsızlıklarımız..
Evet, depremler Türkiye gerçeğidir!..
Bilinen fay hatlarımızı iyi bilerek, geleceğe tutunacak, bu fay hatlarının hareketlerine dayanıklı binalar yapmak hepimizin görevidir..
İşte yaşadığımız o büyük Sakarya Depremi’nin üzerinden kaç yıl geçti.. Hala yıkılmayı bekleyen hasarlı, az hasarlı, çürük kamu ve özel binalarımız var..
“İnsana, insan yaşamına değer veren anlayışlara” itibar ederek, bu projeleri hayata geçirecek, bu projelere öncelik verecekleri seçmek hepimizin görevidir..
“Emmi, daya, ahbap-çavuş” demeden, “iyiyi, işin ehlini, yani liyakatli olanları” seçmeli ve iktidara getirmeliyiz..
“Kendi kadrolarına iş veren, kendi iş adamını kollayan, kendi çıkarlarına hizmet eden ve bir grubun, bir zümrenin çıkarlarını önemseyen, kendi çıkarlarını milli menfaatlerin üzerinde tutanları” iyi tanıyınız..
Bunlardan uzak durunuz, bunları işbaşına sakın ha getirmeyiniz!..
Bu “beceriksiz siyasetçilerin, ülkeye ne faydası, ne hayırı” olur!
Bunu anlamak için,” kaç deprem, kaç felaket, kaç vurgun yemeniz” gerekli?
İnanın depremlerin acısı diner, unutulur ama, bu ülkeye, insanımıza ihanet edenlerin yaptıkları hiç unutulmaz..
Kendi elleriniz ile yanlışlara imza atmayınız, başkalarının da hayallerinin yıkılmasına neden olmayınız?
“Türkiye’yi geleceğe taşımak, birlikte zenginlikleri paylaşmak, mutlu, müreffeh bir Türkiye için Cumhuriyet’e sımsıkı sarılmak, Cumhuriyet’in temel direklerini kesmemek, Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ü iyi anlamak, düşüncelerini hayata geçirmek, Türkiye’yi çağdaş, modern dünya ile buluşturmak, gençlerimize yeni ufuklar açmak, onlara güzel, sağlıklı gelecekler bırakmak” hepimizin görevidir..
Aklın yolu birdir..
“Akıldan ve bilimden ayrılmamak” şiarımız olmalı..
Bu depremler ile tazelenen acılarımız, kaybettiklerimizin hatıraları her zaman sımsıcak kalacaktır..
Allah hayatlarını kaybedenlere rahmet, hayata tutunanlara ise şifa ve güzellikler nasip etsin!
Yardıma koşan, bir can kurtarmak için gecesini, gündüzünü katanlara, işin sorumluluğunu bilen siyasilerimize, deprem acısında, yıkımında birliktelik yapanlara selamlar olsun!
Siz münafıklar kahrolun!
Geçmiş olsun İzmir!
Yusuf Cinal yazıyor/ 4 Kasım 2020 Brüksel