Bildiğimiz gibi Türk Dünyası, yaklaşık 180 Milyon nüfusa sahiptir ve bu dünyanın %3 nüfusuna denktir.
Ayrıca Türk Dünyasının içinde yer aldığı jeo-politik konum itibari ile de stratejik olarak; enerji, su, genç insan gücü, fiziki ulaşım kanalları, teknolojisi, tarihi referansları, birikimi, vs. ile dünyanın merkezidir. Tüm bu nedenlerden dolayı Türkler enteresan, cezp edici ve ayni zamanda tarihle bugünü birleştirdiğimizde de diğer milletlerin rüyasını bile göremeyeceği hem maddi hem de manevi olanaklara sahiptir. Ancak ne var ki biz her düzeyde kendi konumumuzu ve gücümüzü iyi değerlendiremediğimiz inancındayım.
Bugün burada Ermeni iddiaları, Bati ve Rusya destekli Ermenilerin topraklarımızda isledikleri soykırımlar, Türkmeneli’nde, Kırım’da, Ahıska’da ve Kıbrıs’ta, Balkanlarda vs. Türklere karsı yapılan insan hakları ihlalleri ve çeşitli Türlerde yaptıkları soykırımları biz yeterli bilgi ve algılama, araştırma çareleri üretmediğimiz ve ayni zamanda çeşitli dillerde bunları yazınsal ve görsel olarak hem kendi insanlarımıza hem de Uluslararası arenada kanallar inşa ederek ya da var olan kanalları iyi kullanamadığımız içinde yeterli etkiyi kendi lehimize gösteremediğimiz içinde maalesef şu andaki konumumuz çok yeterli değildir.
Bu belirttiklerimi kendimize dönük bir özeleştiri seklinde temel (baz) alırsak, yapılacaklarında ne olduğunu veya ne olabileceğini yeterince görmemiz ve faaliyete geçmemiz gerçeği de ortaya kendiliğinden çıkacaktır.
Bildiğiniz gibi, içinde yaşadığımız, Azerbaycan, Türkiye ve KKTC coğrafyası, Asya’ya giden ön kapı olduğu için, dünya nezdinde çok önemli bir stratejik merkezi oluşturmaktadır. Bu yüzdende, bu coğrafya dünyadaki hegemonya mücadelelerinde, her uluslararası ve bölgesel güç için; ekonomik, siyasi, askeri, kültürel cazibe ve mücadele merkezi halini almıştır. Her uluslar arası güç şunu iyi bilmektedir ki, bu coğrafyaya şu ya da bu ölçüde etkisi ve hâkim olan dünya stratejik ilişki trafiğinde önemli avantaja sahiptir ve olacaktır. İşte bu yüzden, üzerinde yaşadığımız topraklar, çeşitli tazyiklere uğramakta ve Türk ülkeleri olarak bizi avantaja sahip ettiği gibi maalesef tehditlerde maruz bırakmaktadır. Birtakım emperyal amaçlı güçler, kendilerinin güdümündeki yerel güçlerle birlikte bugünü halletmek için yani ülkelerimizdeki çeşitli yer altı ve yerüstü değerleri ele geçirmek, gütmek, kullanmak için, dünümüze yani tarihte yaşanan çeşitli olayları bahane ederek bizlere ülke ve millet bazında doğrudan yada dolaylı olarak saldırmakta ve her türlü baskı altına almak (psikolojik, siyasi, ekonomik, askeri vs.) isteyerek kendi amaçları doğrultusundaki tezleri dayatmaktadır. Bunlardan Üçünü burada örnekleyerek sunmak istiyorum.
Örneğin;
a) Dünyadaki çeşitli devletler ve sözde bilim adamları, 1. dünya savaşı öncesi ve sırasında, Türkleri Anadolu’da yok edilmesini önlemek ve emperyalist devletlerin desteğindeki Ermenilerin saldırılarını ve ihanetini durdurmak için, Osmanlının vatan savunması amacıyla, gerekli ve zorunlu olarak yaptığı tedbirsel amaçlı tehcir konusunda, Osmanlı ve onun millet olarak varisi olan Türkiye’yi haksız bir şekilde suçlamaktadır. Bazı güçlü ve onların güdümündeki devletler, geriye işlemesi hukuken mümkün olmayan BM1948 soykırımı Önleme ve Cezalandırma Sözleşmesine aykırı davranarak, Türkler aleyhine parlamento, eyalet ve devlet kararları almaktadır.Bu uluslararası hukukun düpedüz ihlali ve hukuk terörizmi olmasına rağmen, konuyu kendi çıkar amaçlı siyasetleriyle Türkiye’ye karşı uluslararası bir saldırıya dönüştürülmeye çalışmaktadırlar. Artık arşivlerle ayan beyan olan olmayan soykırımı olmuş gibi kabul ettirmeye çabalamaktadırlar.
b) Ermenistan ise, 1991 yılından başlayarak sözde burası (Karabağ) tarihsel olarak bizim diyerek yarattıkları sahte iddialar ve desteğini aldıkları güçlerle, Ermeni Enosisinin bir kısmını (Ermenistan’la Karabağ’ı birleştirmek için) yani büyük Ermenistan’ı gerçekleştirmek için(Ermeniler kendi Enosis planlarının diğer bir bölümünü de Doğu ve Güney doğu Anadolu’yu görmektedirler) Karabağ’ı işgal etmiştir. 1992 yılında Azerbaycan Türklerine karşı Karabağ’da etnik temizlik, kültürel, ekonomik, etnik ve fiziki soykırım yapmıştır. Bu anlamda Ermenistan bu yaptığı ile uluslararası antlaşmalardaki savaş suçunu, barışa karşı saldırı suçunu, insanlık suçunu ve soykırım suçunu işlemiş olmasına rağmen, reel olarak Ermeniler uluslararası güçler ve kurumlar nezdinde tüm bu suçları işledikleri halde destek almaktadır ve korunmaktadır. Burada konunun daha iyi anlaşılması için suçu bizzat görgü tanıklarının kendi yazımlarıyla örnekliyorum:
Lübnanlı Ermeni gazeteci yazar Davud Kehriyan, “Hacın Hatırı” adlı Karbağ’daki olaylarla ilgili anılarını yazdığı kitabın 24,62–63 sayfalarında aynen şu şekilde yazmaktadır;
“Bazen ölü vücutların üstünden yürümemiz gerekti. Hatta Daşbulak denilen bölgenin yakınlarındaki bir bataklığı geçmek için ölü bedenlerden kendimize yol yaptık. Ben ölü vücutların üstünden yürümeyi reddettim. Ardından Albay Oganyan bana korkmamamı emretti. Askeri yasalardan birisidir bu dedi. Daha sonra, 9–10 yaşlarındaki yaralı bir kızın göğsüne tek ayağım ile bastım ve yürüdüm… Bacağım ve fotoğraf makinem kan içindeydi…” (s.24) demektedir.
Aynı Kehriyan, aynı kitabının 62–63 sayfasında ise anılarına şöyle devam etmektedir;
” Ölü vücutları yakmak ile görevli olan ve Gaflan denilen grup, 2 Mart günü Hocali´nın bir kilometre batısında Azeri Türklerinden oluşan 100 cesedi topladı ve yaktı. Son kamyonda başından ve ellerinden yaralanmış 10 yasında bir kız gördüm. Kızın yüzü mosmordu. Fakat açlığa, soğuğa ve yaralarına rağmen hala yaşıyordu. Zorlukla nefes alıyordu. Küçük kızın gözlerindeki ölüm korkusunu unutamıyorum. Aniden Tigranyan isimli bir asker kızı tuttu ve cesetlerin üzerine attı. Sonra cesetleri yaktılar. Bana sanki yanmakta olan cesetlerin arasından bir ağlama, çığlık duydum gibi geldi. Tüm bu olanlara daha fazla dayanamadım. Fakat Şuşa´yı görmek istiyordum. Geri döndüm. Diğerleri ise hacın hatırı adına savaşmaya devam ettiler.”(s.62–63) demektedir.
Bir başka görgü tanığı olan Fransız gazeteci Jean ve Yunet gazetecilerin Hocalı soykırımı ile ilgili gördüklerini şu sekilde özetliyor;
“Hocali katliamının tanıklarından biri olduk. Yüzlerce sivil, kadın, çocuk yaşlı ve Hocali´yı savunan insanin cesetlerini gördük. Katliamın yaşandığı bölgede helikopter ile uçma şansımız oldu ve gördüğümüz her şeyin fotoğrafını çekiyorduk. Fakat Ermeni güçleri bulunduğumuz helikoptere ateş etmeye başladı ve başladığımız işi bitiremedik. Gördüklerimiz korkunç şeylerdi. Savaşlar ve Alman faşistlerinin zulmü hakkında çok şey duydum. Fakat Ermeniler 5–6 yaşındaki çocukları, suçsuz insanları öldürerek tüm bunların bir adım ötesine geçti. Hastanelerde, nakliye araçlarında ve hatta Ana Okulu ve okullarda bile birçok sakat ve yaralı insan gördük.” demektedir.
Şu anda Azerbaycan’ın 2001 yılında tutuklanması için yaptığı müracaat neticesinde, kırmızı bültenle İnterpol tarafından aranan (2005 Mayısında Clicia adli Ermeni gemisi ile Akdeniz deki ülkeleri ve İngiltere’yi ziyaret edip gezerken polis tarafından sadece Brendizi Limanında (İtalya’da) 5 saat gözaltında tutuldu. Ermenistan’ın Roma Sefirinin anında müdahalesi ile İtalya tarafından 5 saat sonra serbest bırakıldı) ve “Büyük Ermenistan” projesinin liderlerinden soykırımcı yazar Zori Balayan 1996 yılında Ermenice yazdığı ” Ruhumuzun Canlanması “adlı kitabında kendi yaşadığı ve bizzat gerçekleştirdiği olayları şu şekilde yazmaktadır:
“Biz çete üyesi Haçatur´la zapt edilmiş evlerden birisine girdiğimizde bizim askerlerin 13 yaşında bir Türk çocuğunu pencereye çivilediklerini gördük. Haçatur çocuğun bağırmaması için anasının kesilmiş göğsünü onun ağzına soktu. Sonra ben bu Türk çocuğa onun babalarının bizim çocuklara yaptıklarını yaptım. Onun karnının, başının, göğsünün derisini soydum. Saatime baktım. Çocuk 7 dakika sonra kan kaybından yaşamını yitirdi. Sonra Haçatur çocuğun cesedini doğradı ve köpeklere dağıttı. Akşam aynı şeyi 3 Türk çocuğuna daha yaptık. Kendi halkımın intikamının yüzde 1´ini aldığım için ruhum mutlulukla dolmuştu. Ben her Ermeni vatansever gibi kendi vazifemi yerine getirdim. Haçatur çok terlemişti. Ama ben onun gözlerinde ve diğer kardeşlerimin gözlerinde intikam ve güçlü hümanizm mücadelesini gördüm… Ertesi gün biz Kiliseye giderek 1915 yılında ölenlerimiz ve dün yaptığımız olaylardan ruhumuzun temizlenmesi için dua ettik.” demektedir.(s. 260–262)
c) Buna benzer olayları Kibrisin yakin tarihinde Türklere karşı Bati destekli Rum-Yunan işbirliği ile yapılan soykırım örneklerinde de görüyoruz. Kıbrıs’ta Yunanistan ve Rumların işbirliğiyle Enosisisi gerçekleştirmek için (adanın Yunanistan’la birleştirilmesi-Büyük Yunanistan için) hazırladıkları Akritas planı gereği (Türkleri dadan yok etme planı), 1962–1963 ve 1974 yıllarında Kıbrıs Türklerini adadan yok etmek için soykırım suçu, insanlık suçu, savaş suçu ve barışa karşı saldırı suçu işlemişlerdir. Bunu da örnekleyerek anlatmak istiyorum:
Yunanistan destekli Rumlar tarafından, Kıbrıs’ta, Türklere karşı yapılan bu soykırımları, bir tarihsel vahşet olarak yorumlayan yazar James Rayner ise, konu üzerine yorumunu yazdığı Crushed Flowers da (1982) olayları kısaca şöyle anlatıyor;
´Kıbrıslı Rumlar, 20 yüzyıldaki tavırlarıyla, katliamlar yaparak barbarlığı temsil ettiler. Bunlar sadece kana susamış bir biçimde Türkleri katletmediler. Aynı zamanda, onları yarı canlı olarak mezarlara da gömdüler. Bu toplu mezarlara gömülenler, Rum vahşetinin, insanlığa bir göstergesidir. Toplu mezarlardan çıkarılan iskelet delilleri ise, yıllarca bize, Rumların vahşice tatbik ettiği, feodal kuralların, sonuçlarını gösterecektir´ demektedir.
The Times muhabiri David Leigt ise, Yunanistan tarafından güdülen, Rum Milli Muhafız Ordusunun, Kıbrıs Türklerine karşı yaptıkları insafsız soykırıma dönük saldırılarıyla ilgili olarak, yaptığı gözlemleri, okuyucularına şöyle açıklamaktaydı:
´Kıbrıs´a müdahale sırasında (Türk Ordusunun Barış Harekâtı sırasında), yüzlerce Türk, Rum Milli Muhafız ordusu mensuplarınca esir alınmıştı. Esir alınan kadınların ırzına geçilmiş, çocuklar ise sokak ortasında katledilmiş ve Limasol´daki Türk mahallesi tamamen yakılıp yıkılmıştı´ demekteydi.
Bir başka görgü tanığı olan bir Alman turist ise, Kıbrıs Rumlarının, askeri gücü olan Rum Milli Muhafız Ordusunun, Kıbrıs Türklerine karşı yaptığı bu zalimce soykırım karşısındaki izlenimlerini, Almanya´nın Sesinde şöyle anlatmaktaydı;
´Rumların yaptığı bu barbarlığı insanın aklı almıyor. Rum Milli Muhafız Ordusu mensupları, bu yaptıklarıyla en yüksek düzeydeki vahşeti temsil ettiler. Türk evlerine girerek; hiç bir acıma duygusu olmadan, kadınları ve çocukları kurşuna dizdiler. Birçok Türkün gırtlaklarını kestiler ve kadınların ırzına geçtiler´ demekteydi.
Gördüğümüz gibi Karbağ’daki gibi Kıbrıs’ta da suçlar ve suçlular belli iken, insan hakları telalığı yapan, Uluslararası güçler ve kurumlar bu konuda da Karbağ’da olduğu gibi Güney Kıbrıs’taki suçlu sorumluları korumakta ve onların yanında yer almaktadır. Bu güçler Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) dâhilinde ayni soykırımları ve insanlık suçlarını Irak Türklerine karşıda yapmaktadırlar. Bunun yanında çeşitli güçler uluslararası antlaşmaları görmemezlikten gelerek, Doğu Akdeniz deki stratejik hâkimiyet konusunda, Baku-Ceyhan petrol yükleme tesislerinin de güvenliğini doğrudan ilgilendiren Kıbrıs adası üzerinde Rumlar lehine hak iddia etmektedirler. Bu anlamda bize karşı harekete geçen güçler meselesini büyük bir panoramada görmek ve tedbirlerimizi ona göre almak zorundayız. Yani bize karşı hareket edenlerin sadece bölgesel güçler değil onları kendi emperyal amaçlar için tetikçi olarak kullanan emperyal güçler olduğunu hesaba katarak hareket etmeli ve bu toprakların sahipleri olarak geleceğimiz için; beş yıllık, on yıllık, yüz yıllık, iki yüzyıllık ve beş yüzyıllık planlarımızı ve projelerimizi de ona göre yapmalıyız. Bence, eğer bizler bu topraklarda millet ve devlet olarak baki kalmak istiyor isek, tüm gerekli önlemleri vakit geçirmeden alarak, dünyayla kendi strateji ve siyasetimiz bazında kendi ortak gündemimizle ilişkiler ağı yaratmamız gerekmektedir.
Ayrıca somut ve güncel hedefe yönelik olarak ta, Sivil Toplum örgütlerini aktif hale getirmek, faaliyetini merkezi yönlendirmeye ve teşvike sokmak açısından da, kısa tarih de BM 1948 Soykırımları Cezalandırma ve Önleme Sözleşmesine uygun olarak, soykırım yapanların yargılanması, tazminat ve toprak taleplerinin haklılığı içinde, aşağıdaki Türklere yapılan üç soykırım tarihlerinde, dünyanın her yerinde belirlenen günlerde hem Türklere hem de diğer milletlere yönelik olarak yoğun faaliyetler yapılması için Tüm Türk Dünyasının sivil toplum örgütleri ve resmi kurumları tarafından şu somut tarihlerde; 14 Temmuz, 1959 Irak Türk soykırımı anma günü, 21 Kasım 1963 Kıbrıs Türk Soykırımı anma günü ve 26 Şubat 1992 Karabag (Hocali) Soykırımı anma günü olarak ilan edilerek bu konuda bir karar alınmasını bekliyorum.
Herkese basarılar diliyorum.
Saygılarımla
Sefa Yürükel,
Etnograf ve Sosyal Antropolog
Soykırım ve Terörizm Araştırmacısı