Sevgili okurlar,
Bugün yazıma, gerçekten nereden başlayayım diye, düşünmedim değil?
Çünkü Türkiye’de, “ elmalar ile armutlar” değil, “sapla-saman da” birbirine karışmış durumda!..
Şu “Coronavirüslü” salgın günlerinde, her gün televizyonlardaki görüntüler, sokak fotoğrafları ve birbirinden farklı haberler, inanın insanı çileden çıkartacak durumda!..
Sevgili Karasulu dostum, meslektaşım Erdal Bıçakcı, Belçika YeniHaber’de güzel bir yazıyı kaleme aldı..
Bir bölümünü sizlerle paylaşmak istiyorum:
“Aslında bu soruyu Türk insanına; “dünyaya niçin geldin” diye sormalıyız?.
Birçoğumuz bu soruyu, “mutlu olmak için” şeklinde yanıtlarız.
Peki “mutluluk” nedir?
Mutluluk; insanın tüm özlemlerine, sürekli olarak ulaşması duygusudur. Peki Türk insanı, bunu başarabiliyor mu?
Bence başaramıyor!.
Yaşamdan keyif alan, çok az bir kesim insanımız var.
İnanın bunun para ile de ilgisi yok değil.
Bu tamamen,” yetişme ortamı ve yaşam tarzı” ile ilgili bir durum.
Bunu da sadece kendimiz için değil, çocuklarımız ve etrafımız için yapıyoruz.
“Çocuklara daire alalım. Yazlık alalım. Arabayı değiştirelim. Para biriktirelim” diye düşünürken, hayatımızı bitiriyoruz.
Hiç bir şeyin farkına varamadan, yaşlanıyoruz!.
Bırakın, çocuklarımızın da hedefleri olsun.
Onlar da; kendi dünyalarını kendileri kursun.
Bu düşünce ile onlar da size benzeyecek.
Sizden kalanların yanında, onlar da çocukları için çalışacaklar. Yani gelmeyen yarınlar için. “Çocukların evini de alıp, evlendireyim, bir de emekli olursam, ondan sonra yaşamaya başlayacağım. Hanımla gezeceğim!..”.
Kusura bakmayın da, o gün hiç gelmeyecek!?.
Gelse bile, vücudunuz, beliniz tutmayacak.
İsteseniz de eğlenemeyeceksiniz!?.
Bunun yanında önemli bir kesim de, ahret için yaşamı tercih ediyor…”
***
Sevgili okurlar,
Bu tespitlere katılmamak ne mümkün!
Gerçekten dünyaya, sanki çile çekmek için gelmişiz..
Kendi ailevi sorunlarımız yanında;” çevremizdeki sorunlar, ülke sorunları ile boğuşmak, komşumuz ile didişmek, arkadaşımız ile siyasi mülahazalara girmek, senin takım iyi, benim takım daha iyi, şu adamdan da bir cacık olmaz, bizimkisi dünya lideri, duruşu ve bakışı da yaman hani..” takılmacalar, birbirimizi yemeler, alt etmeye uğraşmalar, küçük düşürmeler bitmek bilmiyor!..
Şu Coronalı günlerde bunun farklı inatlaşmalarını da yaşıyoruz..
Kendimizi salgın hastalıktan mı koruyalım, bu çekişmelerden mi uzak duralım noktasında, inanın insanımız ne yapacağını bilmiyor..
Hele de bir “sanal alem” var..
“Salla gitsin türünden yazılar, sataşmalar, akıl almaz suçlamalar, hakaretler..” havalarda uçuşuyor!..
Gazetenin biri, ülkenin en saygın gazetecilerinden birini “dansöz” diye takdim edebiliyor..
Mersin’in Erdemli İlçesi’nde bir iki üç kişi bir araya gelerek, ülkenin en büyük metropol inin belediye başkanına düzmece haber yapma, yani kumpas gereği duyuyor!
Ne oluyor Allah aşkına?
Beri yanda ülkenin en saygın dini kurum başkanı fetvası ile gündemi allak-bullak ediyor..
Öte yandan, devletin tepe noktasından, bu açıklamayı sahiplenmeler.. Bir başka gerginliğin, tarafgirliğin yaşanmasına vesile oluyor..
Birileri de anayasal, hukuki hatırlatmalar ile meydanda kendini buluyor!..
Ve gündeme İsveç’ten gelen VİP yolcumuz, pardon hastamız damga vuruyor..
“Vay be, Türkiye bu, işte yapar” türünden gazlamalar, bize “yallah şoförüm yallah” türküsünü hatırlatıyor..
Türkiye bu,vatandaşını gidip, özel uçakla da alıp, getirir..
Bütün kumpaslar bir, bir deşifre olurken, bizim İsveçli VİP yolcumuz Emrüllah Gülüşken ile birbirinden çarpıcı bilgiler ortalığa dökülüyor..
Haydaa, al sana, yeni bir tartışma?
Adamın ne soyu, ne sopu kaldı? Üstelik sicili de öyle tertemiz olmayan biri olarak, bir oyunun parçası olarak gazetelerde, televizyonlarda yazılıp çiziliyor..
İsveç’te yaşayan gazeteci meslektaşım,Tandoğan Uysal, ilk günden olayın üzerine gitti ve gerçekleri ortaya çıkardı..
Çok ta haberin özelini girmek istemiyorum..Ama bu durum, Avrupa’da yaşayan binlerce gurbetçimizi de ikiye böldü..
Bu durum, “Avrupalı Türklere oy hakkı tanınması ile tavan yaptı” desem yanlış olmaz..
Zaten farklı,” cemaat, tarikat, hemşeri” bölünmüşlükleri içinde olan Avrupalı Türkler, birde siyaseten bölündü!..
Bir tarafta, Türkiye’deki iktidar yanlıları..
Bir tarafta, muhalefeti destekleyenler..
Öte yanda, oy bile kullanmaya gitmeyen, yaşadığı ülkede yaşam mücadelesi verenler..
Allah sonumuzu hayır etsin!
***
Sevgili okurlar,
Türkiye’de, bu sistemin daha uzun zaman gitmeyeceği, sürdürülemeyeceği açıkça görülüyor!..
İktidarı ile muhalefeti ile insanımız bir yerde uzlaşmalı..
“Yardım mı edilecek, ekmek mi dağıtılacak, hazineden yardım mı, kredi mi verilecek, hastalara şifa mı dağıtılacak..”bunları,” açık, şeffaf bir şekilde, adalet, eşitlik, hak, hukuk” temelinde yapalım..
Kimse, “devletin gücünü kullanma hakkını” kendinde görmesin!
Siyasiler gelip, geçidir..Devlet ise baki!
“Devleti yönetsin, çarkı döndürsün, insanımıza eşit, adil temelde hizmet götürsün..” diye işbaşına getirdiklerimiz, hizmet yarışında kusur etmemelidir..
Zira bu devlet, hepimizin devleti, bu kaynaklar, bu zenginlikler hepimizindir..
Biz kardeş değimliyiz?
Öyleyse, “bu kavga, bu çekişme, bu kutuplaşma, bu ötekileştirme, bu asma, kesme, hapishanelere tıkma, boşaltma” neyin nesi?..
Neyi paylaşamıyoruz ki?
Hizmet yarışında hızlı koşanlara çelme takmak,Türkiye’nin kalkınmasına, gelişmesine sekte vurur..
Hele de siyasi yarışa, inat, kin ve öfke karıştırmamalıyız..
Herkesin ülkede, ne olup bittiğini bilme, öğrenme hakkı var mı, yok mu?
Herkesin yaşam hakkı, saklı değimlidir?
Peki bu, “ayrıcalıkları sahiplenmek, karşı tarafı ürkütmek, sindirmek, hukuk sopası ile tehdit etmek”, kime ne kazandırır?..
Daha önemlisi, insanımızın bir kesimini, “hain, terörist, işbirlikçi, muhalif” diye suçlamak, kime ne yarar getirir?
Bu ülkede yasalar, işlevini mi kaybetti?
Lütfen, şu mübarek Ramazan ayında bari,” birbirimizi yemeyelim, herkes hakkına razı olsun, hukukuna sahip çıksın, yanlışı dillendirsin, doğruları öğrenelim, kin ve öfkeden” uzak dursun!
Türkiye’nin geleceği, “bu birlik ve beraberlikten” geçmektedir..
Tekrar ediyorum,”ateşe körükle” gitmeyelim!
Millet aptal değil, herkes, her şeyi senden, benden iyi biliyor..
Bunun bedelini sandıkta ödetir!
Yusuf Cinal yazıyor/29 Nisan 2020 Brüksel