Bir tehdidi görmemek gaflettir, ancak o tehdidi görüp önlem almamak ihanetten de ötedir!..
Türkiye’nin terörle mücadele tarihi, aynı zamanda gaflet-dalalet ve ihanet tarihidir de…
Çünkü “düşmanımın düşmanı dostumdur” stratejisinin de uygulandığı terörle mücadelenin en yoğunlaştığı dönemlerde, devletin şiddeti taşeron şiddetle bastırmaya çalışmasının yol açtığı ağır sonuçları herkes biliyor…
Konumuz AKP’nin, PKK ile giriştiği “açılım”ın hendek çatışmalarında yüzlerce güvenlik görevlisinin şehit olmasına yol açan o gaflet politikası değil…
Dinci terörle ilgili de öyle gafletler sergilendi ki, sonuçları ne yazık ki çok ağır oldu:
Örneğin, Diyarbakır Emniyet Müdürü Ali Gaffar Okkan ve 5 polis memurunun 24 Ocak 2001’de şehit edilmesi olayı, PKK’ya karşı Hizbullah’ın kullanılması stratejisinin (bir terör örgütünü yok etmeye çalışırken bir başka terör örgütünü palazlandırmanın) da sonucuydu!..
Okkan, “bilgi bankası”nı (arşivini) de ele geçirdiği Hizbullah’la mücadeleyi başlattığı dönemde, dinci tehdidin büyümesi konusunda iş işten çoktan geçmişti…
PKK’nın Güneydoğu kentlerindeki etkisini kırmak için kitapevleri çevresinde toplanan radikal unsurların silahlanarak sokağa salınmasının sonucu olarak, ortaya 20 bin kişilik bir militan gücüyle Hizbullah çıkmış, Gaffar Okkan bu tehdidin perde gerisini deşifre etmişken profesyonel bir suikast sonucu şehit edilmişti…
Peki devlet; kitabevlerinde ve kaçak kurslarda “cemaat” olarak toplanan bir grubun devasa bir güce ulaşması, faili meçhuller, adam kaçırma ve işkencelerle anılmasına kadar geçen süreçte nasıl bir gaflete düşmüştü?..
El Kaide, IŞİD, sızıntı!..
Hizbullah; örgüt lideri Hüseyin Velioğlu’nun 20 yıl boyunca yakalanamadığı bir coğrafyada, önce kendi içindeki Menzilci grubu bertaraf etmiş, daha sonra silahını PKK’ya doğrultmuş ve bu sırada hayalet bir örgüt gibi “Hizbulkontra” diye de anılmıştı…
Örgütün Güneydoğu’da, başta gazeteciler ve siyasiler olmak üzere, suikastlara yöneldiği dönemde, teşkilatın kapılarını basına açan dönemin MİT Müsteşarı Teoman Koman’ın Hizbullah’a yönelik bakış açısı hem ürkütücüydü hem de devletin terörle mücadeledeki gafletine çarpıcı bir örnekti…
Koman, 1992’de kendisine Hizbullah’ı soran gazetecilere şu yanıtı vermişti;
“Hangi Hizbullah?.. Bir İran’daki Hizbullah vardır bir de PKK’nın baskılarına karşı kendini koruyan, dini inançları kuvvetli vatandaşlar.”
Hizbullahçıların “dini inançları kuvvetli” sıradan yurttaşlar olmadığı, örgütün adının yüzlerce faili meçhulle anılması ve en önemlisi de silahını devlete doğrultması ile ortaya çıkmıştı…
Ancak devletin bu konudaki gafleti bitmemişti…
Çünkü Hüseyin Velioğlu’nun 17 Ocak 2000’de öldürülmesinin ardından, örgüt militanlarının çoğu tutuklanmış, yüzlercesi de El Kaide’ye katılarak, daha radikal bir çizgiye yönelmişti…
El Kaide’den sonra IŞİD’in Türkiye içerisinde kanlı eylemlere yönelmesi, masum insanları intihar saldırıları ile katletmesi de, devletin yanlış Suriye politikasının ağır sonuçlarıydı…
Üstelik tam da bu dönemde, AKP’lilerin IŞİD’e yönelik yaklaşımı da büyük tepki çekmişti…
Örneğin; dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, 8 Ağustos 2014’te NTV’ye şunları söylemişti;
“IŞİD radikal, terörize gibi bir yapı olarak görülebilir ama katılanlar arasında Türkler, Araplar, Kürtler vardır. Oradaki yapı, daha önceki hoşnutsuzluklar, öfkeler büyük bir cephede geniş bir reaksiyon doğurdu.”
Davutoğlu daha sonra bu sözlerinin, “IŞİD’e, öfkeli çocuklar dedi” şeklinde yansımasına tepki göstermişti…
Ancak Suriye kışkırtması sırasında sınır kapılarının açılması ve denetimsizliğin başıboşluğa yol açması nedeniyle, sığınmacılar arasında Türkiye’ye sızan binlerce El Kaide ve IŞİD yanlısı Suruç’tan Ankara’ya, Diyarbakır’dan İstanbul’a kadar onlarca intihar saldırısı gerçekleştirmiş, yüzlerce masum insanı katletmişti…
Peki, devletin böylesi konularda gafleti bitti mi acaba?.. Ne yazık ki hayır!..
Taliban hücreleri yayılırsa?..
Hizbullah, El Kaide ve IŞİD derken, benzer çizgide eylemler yapan bir başka şeriatçı örgüt Taliban, Afganistan’dan sonra bu kez Türkiye için olası bir tehdit olarak gündemde…
Çünkü El Kaide ve IŞİD nasıl Suriye’den gelen sığınmacılar arasında Türkiye’ye sızdıysa, Afganistan’dan gelenler arasında da Taliban’ın varlığı ile ilgili kuşkular giderek artıyor…
Konuyla ilgili bu köşede, “Kim bu gelenler; silah mı taşıyorlar, uyuşturucu mu, patlayıcı mı, kara para mı” şeklindeki sorulara devletin kurumları yanıt vermezken, Afganistan’da 3500’den fazla askeri öldürülen ABD’ni,n 11 Eylül 2021’de bu ülkeden tamamen çekilecek olması, ne yazık ki Türkiye’nin sahaya sürülmesi gibi bir tehdidi gündeme getirdi…
Taliban, Kabil Havaalanı’nı korumak için Afganistan’da kalacak Türk birliğini “işgalci” olarak göreceğini açıklarken, devletin Hizbullah, El Kaide ve IŞİD’den sonra Taliban’a yönelik tavrında da bir gaflet politikası öne çıktı…
Çünkü Erdoğan’ın, Afganistan’ın yüzde 85’inde şeriat kurallarını uygulayan, infazlar yapan, kadınları meydanlarda kırbaçlayan Taliban ile ilgili açıklaması şok yarattı… Dedi ki Erdoğan; “Türkiye’nin Taliban’ın inancıyla alakalı ters bir yanı yok… Daha iyi anlaşabileceğimize ihtimal veriyorum…”
Şimdi asıl soruları soralım; Teoman Koman’ın “dini inançları kuvvetli” dediği Hizbullah’ın nasıl ağır bir sonuca yol açtığı unutuldu mu?..
AKP’nin Suriye’ye yönelik gaflet politikası IŞİD’in kanlı eylemleriyle ortaya çıkmadı mı?..
Peki; Taliban sözcüsü Zabihullah Mücahid daha önceki gün, “ABD’nin çekilmesinin ardından diğer yabancı güçlerin ülkede kalmasına izin vermeyeceğiz” demişken, Taliban hücreleri de bir süre sonra Türkiye’de eyleme geçerse, bunun hesabını kim verecek?..
Mehmet Faraç
Yeniöağ Gazetesi
Gafletin üçüncü tehdidi!..
24 Temmuz 2021 Cumartesi